Avrupa'nın büyüme modelini terk etmeyin, reforme edin
Dünya Bankası EMEA baş ekonomisti Gill, Avrupa'nın yoksul bir ülkeyi zengin bir ülkeye dönüştüren bir 'uyum makinesi' icat ettiğini savunuyor ve bu büyüme modelinin korunması gerektiğini söylüyor.
Türkiye'nin yıllar önce başlayan Avrupa Birliği (AB) yolculuğu son aylarda tıkanma noktasına geldi. Siyasi ve ekonomik olarak iki taraf arasındaki derin bağlara rağmen, müzakerelerde ilerleme sağlanamıyor. Gerek iç basında gerekse dış basında Türkiye'nin AB üyeliğiyle ilgili soru işaretleri oluşuyor. Avrupa Birliği'nin Türkiye'ye ne getirip ne götüreceği pek çok platformda yeniden tartışma konusu oluyor. Türkiye'nin AB üyeliğine ilişkin sorunlar tartışılırken, Avrupa Birliği'nin kendi içinde de yapısal sorunlar sorguluyor. Özellikle rekabet gücünü kaybetmeye başlayan Avrupa ekonomisi için yeni bir büyüme modeli oluşturulması çağrısı yapıyor.
Avrupa'nın içine sürüklendiği borç krizi sadece bölgenin ortak parası euroya değil Avrupa'nın tümüne duyulan güveni sarsmış görünüyor. Avrupa'nın ekonomi modeli son yıllarda büyük bir baskı altına girdi. Borç krizi Avrupa'nın birçok ekonomisindeki yapısal sorunları açığa çıkarırken, küresel büyüme için dünya Asya ve ABD'ye bel bağladı. Böyle bir ortamda özellikle gelişmekte olan Avrupa, Batı Avrupa pazarlarıyla sürdürdüğü geleneksel ilişkilerin dışında yeni büyüme kaynakları bulmak zorunda.
Viyana'da düzenlen 4'üncü CFO Zirvesi'nde konuşan Dünya Bankası EMEA (Avrupa, Ortadoğu, Afrika) baş ekonomisti Indermit Gill ise Avrupa'nın büyüme modelinin işlevini kaybetmediğini savunuyor. Gill'e göre Avrupa'nın büyüme modeli terk edilmemeli. GSYİH artışının sürdüğü, güçlü ticari bağların kurulduğu ve demokratik kurumların var olduğu bu büyüme modelinin sadece reforme edilmesi gerektiğini söyleyen Gill, Avrupa'nın büyüme modelinin birçok güçlü tarafı olduğunun altını çiziyor.
Gill'in verdiği bilgiye göre, 1950'lerin başı ve 1970'lerin ortasına kadar batı Avrupa ülkelerinde gelirlerin ABD'ye yaklaşmaya başladı. Daha onra 1990'lara kadarki dönemde Avrupa'ın daha yoksul güney kesimlerindeki Yunanistan, Güney İtalya, Portekiz ve İspanya'da yaşayan 100 milyon kişinin geliri gelişmiş Avrupa'daki gelir düzeyini yakaladı. 1990'lardan sonra gelişmekte olan Avrupa'daki 100 milyon kişi daha Avrupa Birliği'ne dahil oldu ve bu bölgedeki insanların geliri de hızla artış gösterdi. Doğu Avrupa'da bir 100 milyon kişi daha, Avrupa'da yarım milyon insanın hayat standartlarını yükselten, benzer kurumlardan ve uygulamalardan faydalanıyor.
Bu verilerden yola çıkarak Gil, Avrupa'nın yoksul bir ülkeyi zengin bir ülkeye dönüştüren bir 'uyum makinesi' icat ettiğini savunuyor.
Bu nedenle Gill'e göre Avrupa'nın ekonomik büyüme modeli hala çok cazip.
Avrupa modelinin hala güçlü yanları var
Irdermit Gill, şu anki Avrupa büyüme modelinin içindeki ortak paydaları şöyle sıralıyor:
*Ticaret: Zengin ve yoksul ülkeler güçlü bağlarla birbirlerine bağlı.
*Finans: Hem zengin ülkelerden yoksul ülkelere, hem de düşük büyüme hızına sahip ülkelerden yüksek büyüme oranına sahip ülkelere sermaye akışı yaşanıyor.
*İşletmeler: Özel işletmeler, sosyal ve çevresel açıdan sorumluluk bilinciyle hareket ediyor.
*Inovasyon: Ar-ge harcamaları ve yüksek öğrenim işletmeler ve vergi mükelleflerinin ortak sorumluluğu olarak görülüyor.
*İstihdam: İşçiler, işverenlerin haksız uygulamalarına karşı etkin bir şekilde korunuyor ve işsiz kalmaları ya da yaşlılık dönemleri için yüksek gelir güvencesi altındalar.
*Devlet yapısı: Hükümetler, merkezi yapıdan uzak, ulusal ve yerel çıkarların temsilcisi. Ayrıca bölgesel koordinasyonun sağlanması için kapsamlı bir kurumsal yapı oluşturmuş durumdalar.
Bunları Avrupa'nın güçlü yanları olarak sıralayan Gill, ancak bazı ülkelerin bu alanlarda geride kaldığını ve reforma gitmesi gerektiğini belirtiyor. Bruegel Enstitüsü ve Dünya Bankası'nın gelecek günlerde yayınlanacak 'Altın Büyüme: Avrupa'nın Ekonomik Modeli'nin Işıltısını Geri Kazandırma" başlıklı raporda, Avrupa'nın sorunlarına nasıl bir cevap verilmesi konusunun ayrıntılı bir şekilde ele alındığını ifade eden Gill, "Ancak özetle bu soruya cevap vermek gerekirse, Avrupa'da birçok ülke ticaret, finans, işletmeler, inovasyon konusunda başarılı. Fakat çok azı istihdam ve devlet yapısı konusunda iyi durumda. Bundan dolayı, istihdam ve devlet konusunda birçok değişim gerekiyor" şeklinde konuşuyor.
Kaplan gibi agresif olmaya gerek yok
Refah düzeyini artıran ülkelere bakıldığında farklı büyüme modelleri uygulandığına dikkat çeken Indermit Gill, bazılarının petrol bulduğunu; Japonya, Hong Kong, Singapur, Tayvan ve Güney Kore gibi bazılarının yoğun çalışma, tasarruf öngören ve hatta politik liberalleşmeyi erteleyen ihracat odaklı bir stratejilerle refah düzeylerini artırdıklarını anlatıyor. Gill, bu ülkelerin kaplan gibi agresif davranmak zorunda kaldıklarına dikkat çekiyor. Yüksek refah seviyesine erişenlerin yarısının ise Avrupa modeliyle büyüdüklerini ifade eden Gill, "Avusturya, Norveç, Finlandiya, Almanya, İtalya, İspanya, Portekiz ve İrlanda'yı bu ülkeler arasında gösterdi. Orta gelir düzeyinden yüksek gelir düzeyine geçiş yapan ülkelerden Hırvatistan, Güney Kıbrıs, Çek Cumhuriyeti, Estonya, Macaristan, Letonya, Malta, Polonya, Slovakya ve Slovenya da Avrupa'da.
Gill, Avrupa uyum makinesinin bir parçası olanların, refah düzeylerini artırmak için petrol bulmaları ya da ileriye sıçramak için kaplan gibi agresif olmaları gerekmediğini belirtiyor.
"Avrupa'nın büyüme modeline 'ayar' gerek" diyen Gill'in tavsiyeleri şöyle:
*Ticaret: Avrupa ekonomi modelinin en önemli bileşeni ticaret. Avrupa'nın yılda 4.5 trilyon dolara ulaşan mal ticareti, Asya ve Amerika'nın toplam ticaretinden fazla. Hizmet sektörde ise ticaret hacmi 2 trilyon dolar. Ancak Avrupa'da başta dijital hizmetler olmak üzere modern hizmetler Avrupalılar için yeteri kadar hızlı gelişmiyor. İnsanların sınır ötesi geçişlerinin ve şirket açmanın kolaylaştırılması ve hizmetlerin teslimatında yerel düzenlemeler iyileştirilmeli.
*Finans: Finansal entegrasyon Avrupa'nın bir diğer güçlü yanı. Avusturyalı, İtalyan, İsveçli ve Fransız bankaların Orta ve Doğu Avrupa'da büyük yatırımları bulunuyor. Üstelik Avrupa, sermaye akışıyla finanse edilen büyük cari açığa yüksek büyüme oranlarının eşlik ettiği ender bölgelerden. Avrupa dışında, sermaye akışı yoksul, yüksek büyüme oranına sahip ülkelerden zengin ve daha yavaş büyüyen ülkelere doğru gerçekleşirken, Avrupa'da daha fazla sermaye çeken ülke daha hızlı büyüyor.
*İşletme: Avrupa işletmelerinden, istihdam, katma değeri daha yüksek ve daha büyüm hacimde ihracat bekliyor. Son 15 yıl içinde Avrupalı işletmeler bunların üçüne de gerçekleştirdi. Avrupa'nın genelinde istihdam, verimlilik ve ihracat artışı sağlandı. Özellikle kuzeydeki ülkeler bu alanlarda başarılı olurken, Almanya, Hollanda, Polonya, Çek Cumhuriyeti gibi kıta ülkeleri de başarılı oldu. Güney Avrupa ise o denli başarı sağlayamadı. Eğer iş yapma kolaylaştırılırsa Avrupa'nın işletmelerden sağladığı katkı daha da artacaktır. İşletmeleri daha küçük ve verimsiz olan Güney Avrupa ülkelerinin bu konuda hızlı reformlar gerçekleştirmeleri gerekiyor.
*Inovasyon: Son 10 yıl içinde Avrupa'nın önde gelen ekonomilerinde iş verimliliği ABD ve Japonya'ya göre gerilerken, Güney Avrupa'da verimlilik hem Batı Avrupa'ya hem de gelişmekte olan Avrupa ülkelerine karşı geriliyor. Bu verimlilik açığının kapatılması gerek. Almanya, İsveç, İsviçre, Finlandiya ve Danimarka, bunun nasıl yapılacağının yolunu gösteriyor. Söz konusu ülkeler, ABD'yi bir inovasyon makinesi haline getiren uygulamaların izinden gidiyor; Üniversiteler ve şirketler arasında karlı bir bağ oluşturmak için Ar-ge harcamaları, kamu fon mekanizmaları, fikri mülkiyet hakları rejimine yönelik teşvik sağlıyor. Ayrıca vasıflı elaman sayısının artması için yüksek öğrenime önem veriliyor.
*İstihdam: Avrupa'da iş piyasasının işleyişi ve devlet yapısında önemli değişiklikler yapılması şart çünkü iş gücü azalıyor, insanlar yaşlanıyor, sosyal güvenlik hükümet harcamalarının büyük bir kısmını oluşturuyor ve birçok ülkede kamu borcu ile mali denge çok hassas durumda. Gelecek 10 yılda Avrupa'da işgücü yüzde 25 daralacak ve Avrupalıların dört birinden fazlası 65 yaşın üzerinde olacak. Bu sorunla mücadele için işgücüne mobilite kazandırılmalı, ek yardımlar yeniden düzenlenmeli, göç politikaları gözden geçirilmeli. Tüm bunların sağlanması için ise toplumsal bir konsensüs oluşturulmalı.
*Devlet yapısı: Avrupa'da hükümet harcamaları oldukça yüklü. Bu sorunun çözümünde öncelikle, 'Avrupa'da hükümetler çok mu büyük?' sorusunun sorulması gerekiyor. 2009 yılında AB15'te hükümet harcamaları GSYİH'nin yüzde 50'si kadardı. Aynı dönemde Latin Amerika'da hükümet harcamaları GSYİH'nin sadece yüzde 33'ü iken, Doğu Asya'da bu oran yüzde 25'in altındaydı. Sosyal hizmetler, sosyal yardımlar ve sosyal güvenlik vergilerle finanse edilmeli ve Avrupa, dünyanın en yüksek vergi oranlarına sahip. Eğer rekabetçi olmak istiyorsa Avrupa bunu değiştirmeli.