Gelişen ülkelerin sürüklendiği borç batağı korkutuyor!

Gelişen ülkelerde toplam özel sektör borcu yıllık GSYH’nin yüzde 100’ünü aşmış durumda. Uzmanlar, küresel ekonominin yüzde 58’ini oluşturan gelişen ülkelerin omuzlarındaki borcun dünyayı tehdit ettiği uyarısı yapıyor.

YAYINLAMA
GÜNCELLEME

EVRİM KÜÇÜK 

DIŞ HABERLER - ABD, 2007’de patlak veren finans krizini arkasında bırakmış görünüyor. Tüketici harcamaları yüzde 3 ile sağlıklı büyüyor, maaşlar yükseliyor, Fed faiz artırmayı planlıyor. Avrupa daha yavaş toparlanıyor ancak 2011’den bu yana en iyi büyüme performansını gösteriyor. Borç krizinin üçüncü ayağı gelişmekte olan ülkelerde ise işler çok iyi gitmiyor. Finans krizi boyunca yapılan borçlar hala omuzlarında yük ve giderek büyümeye devam ediyor. Satın alma gücü paritesi açısından küresel ekonominin yüzde 58’ini oluşturan gelişen ülkelerin ekonomilerini tehdit eden borçları endişe yaratıyor. 

Brezilya'dan Çin'e kadar geri ödeme sıkıntısı yaşanıyor 

Gelişen ülkelerde borç büyümesi, zengin ülkelerin finans sisteminde çatlakların oluştuğu 2007 yılında başladı. Fed’in 2008 yılında tahvil alımına başlamasından bu yana gelişmekte olan piyasalara parasal genişlemeden 7 trilyon dolar aktığı tahmin ediliyor. Fed’in niceliksel gevşeme olarak da bilinen QE’yi sonlandırmasının üzerinden 1 yıl geçti ancak uzmanlara göre Fed ve diğer büyük merkez bankalarının parasal genişleme politikaları gelişen dünyada, eskiye dönmesi yıllar alabilecek bir arz fazlası oluşmasına yol açtı. Uzmanlar QE parasının gelişmekte olan ülkelerdeki yarattığı borç konusunda da uyarıda bulunuyor. Brezilya’dan Çin’e kadar birçok gelişmekte olan ülkede şirketler borçlarını geri ödemekte zorlanırken, yeni kaynak yaratma sıkıntısı da çekiyor. 

Borçların GSYH’ye oranı yüzde 100’ü aştı 

Ancak son 10 yılda gelişen ülkelerde büyüyen borçlar orantısız bir şekilde ve daha çok yerel para birimi cinsinden kurumsal tarafa kaydı. Gelişen ülkelerde toplam özel sektör borcu yıllık gayrisafi yurtiçi hasılanın yüzde 100’ünü geçmiş durumda. Gelişmekte olan ülkelerin şu an borçlarının GSYH’ye oranı, finans krizi öncesinde gelişmiş ülkelerin borçlarının GSYH’ye oranından yüksek. Bu veriler, bankaların verdiği kredileri ve şirketlerin ihraç ettiği tahvilleri de kapsıyor. Bankacılık dışı finans kuruluşlarının ya di gölge bankaların verdikleri krediler dahil edildiğinde gelişen ülkelerin özel sektöründe borçluluğun GSYH’nin yüzde 127’sine çıkacağı hesaplanıyor. 

Amerika ve Avrupa’da hane halkının asıl borçlular olduğu kredi patlamasının aksine gelişen ülkelerde özel sektör borç yükünün üçte ikisi kurumların omuzlarında; 2008’de GSYH’nin yüzde 50’sinin altında olan kurumsal borçlar bir balon gibi büyüyerek 2014’te GSYH’nin yüzde 75’ine çıktı. Borçlanmanın önemli bir bölümü Çin başta olmak üzere Asya’da gerçekleşti. Ancak Türkiye, Brezilya ve Şili kurumsal borcun GSYH’ye oranında belirgin bir artış yaşayan ülkeler arasında. İnşaat firmalarının borçları ciddi bir artış gösterirken, IMF verilerine göre petrol ve doğalgaz sektörü de büyük bir oyuncu oldu. 

Borçlar zirve yapınca GSYH artışı geriliyor 

The Economist’in haberine göre araştırmalar, borçlardaki artışın ekonomi için tehlike çanları çalmaya başladığını ortaya koyuyor. JP Morgan’dan David Mackie’nin yaptığı analize göre, bir ülkede borç oranlarının zirve yaptığı dönemi takip eden üç yıl içinde yıllık GSYH artışı 3 puan geriliyor. Kaliforniya Üniversitesi’nden Alan Taylor ve Oscar Jorda tarafından yapılan bir başka araştırma da banka kredilerinde hızlı artışın ardından gelen zengin dünya resesyonlarında toparlanmanın çok daha yavaş olduğuna işaret ediyor. Araştırmaya göre kredilerdeki artış ne kadar büyükse derin resesyon ve yavaş toparlanma olasılığı artıyor. 

Borçların artması temerrüde davetiye çıkarıyor 

Uzmanlara göre kredi patlamaları bir sorunun yeşermekte olduğunun en önemli sinyallerinden. IMF’nin baş ekonomisti Maurice Obstfeld ve Kaliforniya Üniversitesi’nden Pierre-Olivier Gourinchas’ın hazırladığı bir raporda da şu tespite yer veriliyor; kredi patlamaları gelişen ülkelerdeki en iyi iki kriz habercisinden biri. Diğeri ise hızla değerlenen reel kur. Kredilerin GSYH’ye oranının 9 puan artması bir dizi sorunun yaşanabileceği uyarısı veriyor. Çünkü bu veriyi takip eden 3 yılda temerrüt olasılığı yüzde 11.5 artarken, döviz piyasalarında kriz olasılığı yüzde 9.4, bankacılık krizi ihtimali de yüzde 6.4 yükseliyor. 

Bu bulgular gelişen ekonomilerde büyümenin, 2000’li ve 2010’lu yılların çok altında kalacağı anlamına geliyor. Brezilya ve Rusya çoktan resesyonun kıyısına gelirken, gelişen ülkelerde beklentilerin zayıfl ıyor. Bu da küresel ekonominin geri kalanı için sıkıntı anlamına geliyor. Gelişmekte olan ülkelere para akışının, ABD’nin faiz artışına yaklaşmasıyla tersine dönmesi de gelişen ülkelerin sıkıntılarını artırıyor. 

Türkiye ve Brezilya en riskli ülke grubunda 

Morgan Stanley’dan Manoj Pradhan’a göre gelişen ülkeler iki sınıfa ayrılıyor. Bunların ilki ağır borç yüküne karşın ödemeler dengesi krizine karşı savunma mekanizması daha güçlü olan Çin, Güney Kore, Singapur ve Tayland gibi ülkeler. Türkiye ve Brezilya’nın içinde yer aldığı bir diğer grup ise daha fazla kriz riski altında. Bu ülkerin özel sektör borcu 2007’den sonra oluşmaya başladı. Büyük cari açıkları, sürdürülebilir GSYH artışı için bu ülkeleri dış finansmana bağımlı yapıyor. 

Fed’in faiz artırma olasılığının sermayeyi ABD’ye döndürmesi ise bu ülkelerin döviz piyasasını kırılgan hale getiriyor. Bu da enfl asyon yaratıyor. Enfl asyonu kontrol altına almak ve sermaye kaçışını engellemek için faiz artışı gerekiyor. Bu da ekonomi üzerindeki baskı yaratıyor ve borç sorunun çözmeyi zorlaştırıyor.

53453453-1.jpg

534534534634.jpg

Yıkıcı borçluluk seviyesine nasıl gelindi?

Gelişen ülkelerin borçları küresel ekonomiyi tehdit ediyor. Peki şirketler yıkıcı etki yaratabilecek borçluluk seviyelerine nasıl geldi? Financial Times gazetesinde yer alan bir analize göre, bunun için QE projesini küresel bir arz fazlası lokomotifi haline getiren mekanizmalara bakmak lazım. Kriz sonrasında Fed ve ardından İngiltere Merkez Bankası, Avrupa Merkez Bankası, Japonya ve diğer bazı merkez bankaları tarafından uygulanmaya başlayan QE’nin yarattığı para başlangıç oldu. Fed, 4 QE devreye soktu, sonuncusunda ayda 85 milyar dolarlık para bastı. Batılı merkez bankaları 2008’den bu yana 8 trilyon dolar yarattı. 

Parasal genişleme gelişen ülkeleri iki rota üzerinden etkiledi 

QE parası gelişen ülkelere iki rota üzerinden ulaştı. İlkinde Fed, emeklilik fonları gibi uzun vadeli ve süper güvenli yatırım isteyenlerin elindeki ABD tahvillerini aldı. Böyle yaparak Fed tahvil fiyatlarını yükseltirken, getiriyi aşağı çekti. Daha yüksek getiri arayışına giren yatırımcılar da kurumsal kağıtlar ile gelişen ülke tahvillerine yöneldi. Ancak bazı uzmanlar bunun sadece küçük bir kanal olduğunu söylüyor. Diğer bir rota ise Fed’in ticari bankaların elindeki tahvilleri alması. Ellerindeki tahvilleri nakit ile takas ederek, uğradıkları kayıpları kapatmaya çalışan bankalar, hedge fonlara ve diğer yatırımcılara kredi açtı. Hedge fonlar ve kaldıraçlı fonlar bu kredileri genellikle para piyasası enstrümanları almak için kullandı. Alımlarını da yüksek getiri elde etmek amacıyla Singapur Doları, Filipinler Pezosu, Brezilya Reali gibi para cinsinden gerçekleştirdi. Bazı uzmanlara göre çok daha yaygın olarak kullanılan bu rotada QE parası, kaynak ülkeyi terk etmeden önce katlandı; kaldıraçlı bir fon 10 dolar nakdiyle 30 dolar borç alıp, gelişen bir ülkenin parasına 40 dolar yatırın yapabilir. bir kısmı kaldıraçlı olmasa da bu rota üzerindeki tüm para ‘carry trade’ içinde yer alıyor, yani düşük faizli bir piyasada borçlanıp yüksek getirili bir piyasada yatırım yapma sistemi. Kurların elverişli olduğu bir ortamda bu yöntem iyi getiri sağlayabilir fakat oynaklık arttığında işler kötüye gidebilir. 

4 trilyon $, gelişen pazarlara ulaşana kadar 9 trilyon $ oldu 

Fed’in QE ile 4 trilyon dolar yarattığı 2009 ve 2014 arasında, banka krediler ve tahviller yoluyla denizaşırı pazarlarda yaratılan Amerikan Doları’nın büyüklüğü 9 trilyon dolara ulaştı. Uzmanlar Fed’in yarattığı 4 trilyon doların gelişen piyasalara ulaştığında 7 trilyon dolarlık büyüklüğe eriştiğini hesaplıyor. Ve para bu piyasalara eriştiğinde kaldıraçla tekrar büyüdü. Nakit seli Brezilya, Malezya ve Singapur gibi ülkelere ulaştığında, yerel merkez bankaları harekete geçmek zorunda kaldı. Çünkü bu paranın başıboş kalması kendi paralarının fazla değerlenerek rekabet güçlerini azaltması anlamına gelebilir. Bu nedenle merkez bankaları müdahale ederek gelen dolar, euro ve sterlin gibi dövizi kendi bilançolarına katmaya başlıyor. Bunun için ise bir karşılık yaratmaları gerekiyor. O yüzden para basıyorlar ve bu para yerel bankacılık sistemine akıyor, bu da bankaların daha fazla kredi verebilmesi anlamına geliyor.

Gelişen piyasa fonlarından para çıkıyor

Citigroup tarafından hazırlanan rapora göre gelişmekte olan piyasa fonlarından 3 haftadır sermaye çıkışı yaşanıyor.Yapılan açıklamaya göre 18 Kasım haftasında 2,5 milyar dolar sermaye çıkışı oldu. Rapora göre sermaye çıkışının 1,7 milyar dolarlık kesimi Asya, 848 milyon dolarlık kısmı ise Çin fonlarında gerçekleşti. Lipper’ın verilerine göre ise ABD merkezli hisse senedi fonlarından 18 Kasım’da sona eren haftada 2,2 milyar dolar sermaye çıkışı gerçekleşti.

Küresel kredi büyümesi yavaşlıyor

Uluslararası kredi derecelendirme kuruluşu Fitch Ratings bu hafta yayınladığı Makro-İhtiyati Monitor raporunda küresel kredi büyümesinin 2015 yılında güçlü bir toparlanma göstermesinin muhtemel olmadığını bildirdi. Fitch, makroihtiyati risk göstergelerinin aşağı yönlü bir trend izlemeye devam ettiklerini ancak en yüksek riskin hala gelişmekte olan piyasalarda olduğunu vurguladı. 2015 yılında kredilerde büyümenin yüzde 4.6’ya yükseleceğini, 2014’te bu oranın yüzde 4.4 olduğunu belirten Fitch, Orta Doğu ve Afrika bölgesinin yüzde 8.1 büyüme ile lider pozisyonda olacağını öngördü. Fitch, Asya ve Latin Amerika’da toparlanmanın biraz hız kazanacağını öngörürken, gelişmiş piyasalarda büyüme oranının yüzde 2.6 olacağını tahmin etti. Gelişmekte olan Avrupa’da ise kredilerde büyümenin yüzde 2.2’ye gerilemesi bekleniyor.