Transatlantik ilişkilerde İran çatlağı

ABD’nin İran kararı, bundan sonraki dönemde ABD’nin Batılı ya da diğer müttefikleriyle imzalayacağı anlaşmalara ne kadar bağlı kalabileceği açısından da soru işaretleri yaratacak.

YAYINLAMA
GÜNCELLEME

13 Ekim 2017 tarihinde ABD'nin, İran nükleer anlaşmasının üç ayda bir yapılan teyit işleminin yapılmayacağını duyuran ABD Başkanı Donald Trump’a karşı AB Dış İlişkiler Temsilcisi Mogherini, her hangi bir devletin İran nükleer anlaşmasını iptal hakkının olmadığını söyleyerek “ABD Başkanı’nın bir çok gücü var ama İran nükleer anlaşmasını iptal etmek onlardan biri değil” şeklinde sert bir cevap verdi. Bu açıklamalarla daha da karmaşık hale gelen İran nükleer anlaşmasının, gerek transatlantik ilişkilerin bundan sonraki seyrine gerekse de uluslararası sistemin çok taraflılık vizyonunun devamına olumsuz yansımaları olacağı öngörülebilir.

Peki, Trump yönetimi neden bu anlaşmaya karşı tutum alıyor ve İran’ın anlaşmanın şartlarına uyduğunu 90 günde bir onaylayan bildirgeye imza atmayıp konuyu Kongre’ye yollayarak İran’a yeniden yaptırım kararı alınmasını talep etmekle neyi amaçlıyor?

İran nükleer anlaşması ne kadar iyi, kötü ve çirkin?

Başkan Trump’ın İran’a karşı sertleşen tutumu ve anlaşmanın ABD’nin çıkarlarıyla uyuşmadığı iddiasıyla adeta anlaşmayı ablukaya alması yeni değil. Seçim döneminden başlayarak ve başkanlığının ilk dönemlerinde Ulusal Güvenlik Danışmanı Flynn’in görevde olduğu aylarda İran’ı hedef olarak göstereceğinin sinyallerini veren Başkan Trump, 13 Ekim Cuma günü, 2015 yılında P5+1 devletleri (ABD, Fransa, İngiltere, Rusya, Çin ve Almanya) tarafından imzalanan anlaşmayı bugüne kadar imzalanmış en kötü anlaşma olarak tanımladı ve bugüne kadar her üç ayda bir İran’ın anlaşmaya uyumlu olduğuna dair verdiği teyidi bu sefer vermedi.

Kongre’ye 60 gün süre veren Başkan Trump esasında bu sürede anlaşmanın gerek iç politikada gerekse de anlaşmaya taraf olan diğer devletlerin kamuoyunda tartışılmasını sağlayarak anlaşmanın zayıf noktalarına uluslararası toplumun da dikkatini çekmeyi ve anlaşmanın meşru zeminini zayıflatmayı hedefliyor. Burada altının çizilmesi gereken nokta Başkan Trump’ın nükleer anlaşmanın ruhuna ya da başka bir deyişle fikirsel alt yapısına karşı olduğu. Kısacası Trump doğrudan hangi maddelerin ihlal edildiğine dair sağlam bir delil öne sürmüyor. Yani Amerikan yönetimi İran’ın nükleer meselesine AB’nin yaptığının tersine bütüncül olarak yaklaşıyor ve meseleyi bütünüyle bir İran meselesi olarak algılayarak İran’ın gerek kendi iç politikasında gerekse de bölgesinde izlemiş olduğu siyaseti eleştiriyor.

Trump'ın 'seçici angajman' siyaseti

Trump görünürde meseleyi Kongre üstünden gündeme taşıyarak İran’a yeni yaptırımlar uygulama iznini Kongre’den almayı ve bütün bu sürecin sonunda da anlaşmadan çıkmayı nihai hedef olarak belirlemiş görünüyor. Öte yandan, ABD’nin bu tutumuna karşı kafaları karıştıran en önemli gelişme ise gerek anlaşmayı imzalayan diğer devletlerin gerekse de Uluslararası Atom Enerji Kurumu’nun İran’ın anlaşmaya uyum gösterdiğini açıkça belirtmesi.

Peki Trump neden anlaşmayı hedef alıyor ve Suriye’de çözüm için içlerinde İran’ın da bulunduğu bölge devletlerinin hiç olmadığı kadar aktif olduğu ve Irak’ta Kürt referandumu sonrasında ülkede ve bölgede tansiyonun yükseldiği bir dönemde İran nükleer meselesini yeniden uluslararası bir krize dönüştürüyor? Burada Trump’ın adeta Obama döneminin anti-tezi olarak ortaya çıktığını ve Obama dönemindeki tüm kazanımları tersine çevirerek Obama-tersi politikalar izlemek üzerinden iç politikada destek aramaya çalıştığını söylemek yanlış olmaz. Öte yandan, Trump’ın genel Ortadoğu stratejisine baktığımızda ne Suriye’nin ne de Irak’ın ilk planda yer aldığını, tam tersine Afganistan ve İran’ı merkeze koyan bir seçici angajman siyaseti izlediğini görüyoruz.

Genel İran siyasetini ise nükleer meselesini araçsallaştırıp problematize ederek kurgulamayı hedefleyen Başkan Trump, BM Genel Meclisi’nde yaptığı konuşmada da bu anlaşmayı bir utanç olarak ve de ABD’nin bugüne kadar taraf olduğu en kötü anlaşma olarak tanımlamıştı. Yine Beyaz Saray’da askeri yetkililere verdiği bir akşam yemeğinde ise İran rejiminin terörizmi desteklediğini ve Ortadoğu’ya şiddet, katliam ve kaos ihraç ettiğini söyleyerek İran’ın saldırganlığını ve nükleer heveslerini sona erdirmek için adımlar atılması gerektiğini belirtmişti. Temel olarak ABD’nin İran nükleer anlaşmasıyla ilgili üç ana itirazı bulunuyor: İran’ın kıtalar arası balistik füze test etmesi, İran’ın anlaşmanın nükleer faaliyetleri kısıtlayan ilgili maddelerinin uzatılmasını görüşmeyi reddetmesi ve İran’ın 12 aydan kısa bir sürede nükleer silah üretebilme kapasitesine dair delillerin olduğu iddiası.

Kongre'de bir orta yol bulunabilir mi?

Trump, 13 Ekim’deki açıklaması sonrası topu Kongre'ye atmış durumda. Bugüne kadar rutin olarak üç ayda bir yaptığı teyidi yapmayarak Başkan Trump Kongre’den, 60 gün içerisinde anlaşmayı yeniden müzakereye açmak, anlaşmadan tamamen çekilmek ve bunun sonucunda ise İran’a yeniden yaptırımlar uygulamak gibi seçeneklerin de içinde olduğu bir takım ciddi önlemler almasını talep ediyor.

Kimi yorumcular topun Kongre'ye atılmış olmasının aslında sadece iç siyasete dönük bir strateji olduğunu ileri sürseler de anlaşmanın bu derecede yoğun bir şekilde gündeme girmiş olması dahi bir takım önemli sonuçları beraberinde getirecek. Trump, Kongre’den çok taraflı anlaşmaları düzenleyen yasa üzerinde değişiklik yapmasını talep edip İran’a karşı ileriye dönük kolayca alınabilecek yaptırım kararlarının zeminini hazırlamaya çalışarak aslında İran karşısında ani yaptırım kararı mekanizması ile elini güçlendirmek istiyor. Zaten tüm bu tartışmaların ortasında Trump, nükleer anlaşma ile doğrudan ilgili olmasa da, ABD Hazine Bakanlığından İran Devrim Muhafızları’na karşı terör nedenli yaptırımlar uygulanmasını talep etmişti ki, İran Devrim Muhafızları halihazırda ABD’nin terör örgütleri listesinde değil. Ancak Cumhuriyetçi senatörler Marco Rubio, Tom Cotton ve Bob Corker ise yaptırımları geri getirmeyi öngören bir tasarı üzerinde çalışmaya başladıklarını belirttiler.

İran’a yeniden yaptırımların yolunu açacak balistik füze denemelerine sınırlamalar getirilmesi ve nükleer anlaşmanın kısıtlamalarının kalıcı ve süresiz olarak kabul edilmesini öngören değişikliklerin Kongre’den beklenen şekilde geçebilmesi için en az 60 oya ihtiyaç var. Ancak bu sayıda destekçinin halihazırda Kongre’de sağlanabileceğini öngörmek zor. Zira Savunma Bakanı Jim Mattis’in de dahil olduğu hatırı sayılır sayıda siyasetçi ve danışman anlaşmanın korunması gerektiğine olan inançlarını vurgulayarak İran’ın anlaşmanın temel maddeleri çerçevesinde hareket ettiğini doğruluyorlar.

Dolayısıyla Trump yönetiminden dahi çatlak seslerin geldiği bir ortamda Kongre’nin doğrudan bu yola başvurmak yerine hem Trump’ı tatmin edecek hem de anlaşmayı tamamen ortadan kaldırmayacak orta yol arayışına gideceği olasılıklar arasında. Bu orta yol arayışlarından en muhtemel olanı hem meseleyi uluslararası camiaya daha çok duyuracak ve hem de yasama ile ilgili işlemlerin önünü açacak olması bakımından uzmanların görüşlerinin alınacağı oturumlar düzenlemek olabilir. Daha sert olmakla birlikte yine meseleyi anlaşma dışına taşıması açısından bir orta yol arayışı olarak değerlendirilebilecek bir diğer alternatif ise İran’ın Ortadoğu ve Suriye politikalarından dolayı bazı yaptırımlara maruz bırakılması olasılığı.

Peki bütün bu gelişmelerin ABD’nin uluslararası sistemdeki rolüne, çok taraflılık anlayışına, ittifak ilişkilerine özellikle de transatlantik ilişkilerin bundan sonraki seyrine nasıl bir etkisi olabilir?

ABD’nin yeni tek taraflılığı ve transatlantik ilişkilere etkisi

Başkan Trump’ın seçim kampanyasının dış politika ayağı esasen geneli itibariyle bakıldığında Obama döneminden bir kopuşu ve Obama döneminde imzalanan çok taraflı birçok anlaşmayı geriye çevirmeyi amaçlamıştı. Trump’ın ABD’nin pozisyonunu tartışmaya açtığı Paris İklim Anlaşması, TTIP, TPP ve son olarak da İran nükleer anlaşması için öne sürdüğü ana gerekçe ise hepsinde benzer: Bütün bu anlaşmalar Amerika’nın çıkarlarıyla tam anlamıyla uyuşmuyor ya da çıkar maksimizasyonu açısından arzu edilen optimal bir seviyede değil. Dolayısıyla Trump yönetimine göre mevcut halleriyle yürürlüğe girmeleri mümkün olmadığından revize edilmeleri şart. Yine aynı şekilde ABD’nin geçen hafta UNESCO’dan çekildiğini açıklaması ve de başta Dünya Sağlık Örgütü olmak üzere BM özel kurum ve kuruluşlarına olan gönüllü maddi yardımlarını kademeli olarak düşürme kararı alması ABD’nin seçici ve pragmatik bir çok taraflılığı tercih ettiğini göstermesi açısından önemli.

ABD’nin İran nükleer anlaşmasına karşı takındığı kriz tırmandırıcı ve özellikle de Batılı müttefiklerinden stratejik olarak ayrı bir çizgide olmayı göze alan meydan okuyucu bir duruş sergilemesi Trump döneminde “yeni tek taraflılığın” yükselişe geçeceğinin sinyallerini vermektedir.

Diğer taraftan, Trump yönetimi Batılı müttefikleriyle İran meselesinde ayrı düşmeyi ve de bunun sonucunda transatlantik ilişkilerin ortak güvenliklerini ilgilendiren konularda kaygan bir zemine oturmasını göze almış gibi görünüyor. Burada sorulması gereken soru, ABD’nin sadece İran meselesinde değil küresel yönetimi ilgilendiren bir çok meselede adeta “düzen bozucu” bir duruşla ideolojilerin değil çıkarların ön planda olduğu zayıf koalisyonları ve çok taraflı olmayan ikili mikro anlaşmaları tercih etmesinin ne kadar sürdürülebilir olduğu ya da Batılı müttefikleri tarafından nereye kadar tolere edilebilir ya da hazmedilebilir olduğudur.

Zira, ABD’nin yeni İran tavrına karşı İngiltere, Fransa ve Almanya’nın yayınlamış olduğu ortak bildiri bu üç devletin İran ile 13 yıl gibi uzun bir süre alan diplomatik görüşmelerin sonucu olarak ortaya çıkmış İran nükleer anlaşmasına ya da diğer adıyla İran Kapsamlı Ortak Eylem Planı'na sonuna kadar güçlü bir şekilde bağlı kalacaklarının altını çizmekte ve bu anlaşmanın BMGK’nın 2231 numaralı kararıyla oybirliğiyle kabul edildiğini ve Uluslararası Atom Enerjisi Kurulu’nun da İran’ın anlaşmaya uyum gösterdiğini teyit ettiğini hatırlatmaktadır. ABD’nin İran’ın balistik füze programı ve bölgesel meselelerdeki tavrıyla ilgili konularda endişelerinin paylaşıldığının altının çizildiği bu ortak bildiride bu alanlarda bu üç devletin ABD ile daha yakın ortaklık yapmaya hazır olduğu ve de İran’ın bölgesel meselelerde düzen bozucu eylemlerden kaçınarak yapıcı bir diyalog başlatması gereği söz konusu edilmektedir.

Görünen odur ki ABD’nin Avrupalı müttefikleri Trump yönetimini orta yol arayışına çağırmakta, İran’a yeni yaptırımların başlamasının gerek transatlantik güvenlik mimarisinde gerekse de Ortadoğu güvenlik kompleksinde ciddi çatlaklar oluşturma potansiyeli taşıdığının altını çizmektedir. ABD’nin İran kararı aslında sadece İran meselesi boyutuyla tek taraflı değerlendirilebilecek bir mesele olmaktan öte bundan sonraki dönemde de ABD’nin aslında Batılı ya da diğer müttefikleriyle imzalayacağı anlaşmalara ne kadar bağlı kalabileceği açısından da soru işaretleri yaratacağa benziyor. Örneğin BM çatısı altında Kuzey Kore ile ilgili atılacak olası bir ortak adımda ABD hala yarı yolda bırakmayan güvenilir bir ortak olarak görülebilecek mi hem Batılı müttefiklerinin hem de diğer devletlerin gözünde? Bu durumda Kuzey Kore neden bir anlaşma zemininde uzlaşmaya yanaşsın? Tüm bu soruların yanında en nihayetinde Kongre’den çıkabilecek olası bir yaptırım kararı İran’ı eski nükleer programını benimseyerek tekrar marjinal bir çizgiye çekebilir.

Sonuç olarak, bütün bu olasılıklar ve büyük resim bizi Kongre’nin kararı ne olursa olsun ABD’nin İran’ın anlaşmaya uyduğuna dair taahhütlerini onaylamaması gerçeğinin kendi müttefikleriyle olan ilişkilerinde güven problemi yaratacağı izlenimi vermektedir. ABD ve Avrupa’nın İran meselesi üzerinden ayrışma yaşamasının bundan sonraki dönemde ortak güvenlik çıkarlarının devam ettiği Ukrayna, Suriye gibi meselelerde de müttefikler arası ortaklık zeminini daha da kaygan hale getireceği su götürmez bir gerçek.