Almanya seçimlerinin küresel ekonomiye etkisi
Almanya’da her ne kadar güçlü sayılabilecek bir ekonomik performans söz konusu olmuşsa da, Alman ekonomisinin yeni dönemde acil olarak ele alınması gereken ciddi reform ihtiyaçları var.
Almanya’daki genel seçimler beklendiği gibi Angela Merkel liderliğindeki Hristiyan Demokrat Birliği’nin (CDU) galibiyetiyle sonuçlandı. Beklenmedik olan ise gerek CDU gerekse bir önceki hükümette koalisyon ortağı olan Sosyal Demokrat Partisi’nin (SPD) ciddi bir şekilde oy kaybına uğramaları ve aşırı sağdaki Almanya İçin Alternatif Partisi’nin (AfD) resmi olmayan ilk sonuçlara göre yüzde 12,6 oy olarak meclise üçüncü parti olarak girmesi oldu.
Almanya, 3,4 trilyon dolarlık büyüklüğüyle dünyanın ABD, Çin ve Japonya’dan sonra dördüncü, Avrupa Birliği’nin (AB) ise en büyük ekonomisi. Bu nedenle Almanya’nın bu yeni dönemde nasıl yönetileceği küresel ekonomiyi de yakından ilgilendiriyor.
Üçlü koalisyon ihtimali ve istikrar beklentisi
CDU’nun oyu bir önceki seçimlere göre yüzde 8’in üzerinde azalarak yüzde 33,7 seviyesine düştü. Buna rağmen Merkel’in sandıktan ilk sırada çıkması ve başbakanlıkta dördüncü dönemine başlayacak olması piyasalar tarafından ülkede ekonomik istikrarın devam edeceği şeklinde yorumlanıyor. 2005’ten beri işbaşında olan Merkel döneminde Alman ekonomisi AB ortalamalarının üzerinde büyüdü, işsizlik yarı yarıya azaldı, ihracatta rekabet gücü giderek arttı ve Almanya Çin’den sonra dünyanın en fazla ticaret fazlası veren ülkesi haline geldi. Avro bölgesinin kriz içerisinde olduğu dönemde, Almanya bir istikrar adası, zor durumdaki üye ülkeler için bir kurtarıcı konumunda yer aldı.
Küresel ekonomi için Almanya’da istikrarın sürmesi ve bunun Avro bölgesine de yansıması büyük önem taşıyor ve bu yüzden Merkel’in devam etmesi olumlu olarak karşılaşıyor. Ancak dünkü seçimler şunu gösterdi ki bu Merkel’in kurduğu belki de en zayıf hükümet olacak. CDU tek başına iktidar olacak çoğunluğa sahip olmadığı gibi (ki bu da zaten beklenmiyordu), SPD lideri Martin Schulz da ilk sonuçların belli olmasıyla birlikte CDU ile koalisyona girmeyeceklerini ve muhalefette yer alacaklarını açıkladı. Bu durumda Merkel ya bir azınlık hükümeti kuracak, ya da diğer partilerle bir koalisyon oluşturacak. Aşırı sağdaki AfD bir koalisyon ortağı olamayacağı için sandıktan çıkan sonuçlara göre en yüksek ihtimalin CDU’nun Hür Demokratik Parti (FDP) ve Yeşiller ile koalisyon kurması olarak görünüyor. Bu da Merkel’in ilk kez üçlü bir koalisyonla hükümeti oluşturacak olması anlamına geliyor ve istikrar beklentilerine gölge düşürüyor.
Alman ekonomisinde acil reform ihtiyacı
Almanya’da her ne kadar güçlü sayılabilecek bir ekonomik performans söz konusu ve bu da Merkel’e seçimi kazandıran en büyük etkenlerden biri olmuşsa da, Alman ekonomisinin yeni dönemde ele alınması gereken ciddi reform ihtiyaçları var.
Göçmenleri de içine alacak şekilde kapsayıcı büyümenin sağlanması, yeni istihdam imkanlarının yaratılması, yaşlanan bir nüfus karşısında işgücü piyasasının daha esnek ve verimli hale getirilmesi, ülkeye daha fazla dış yatırım çekilmesi, küresel piyasalarda ve özellikle de Almanya’nın başlıca ihracat pazarı olan Çin’de talep daralmasının yaşandığı bir dönemde ihracattaki rekabet avantajının ve bunun için de üretimdeki katma değerin güçlü tutulması Alman ekonomisinin acil öncelikleri arasında yer alıyor. Üçlü bir koalisyon modelinde bu hedeflerin her biri için zorlu birer pazarlık süreci gerekecek.
Almanya’nın yeni oluşturulacak hükümeti, AB’nin ekonomik geleceği açısından da belirleyici olacak. Almanya’daki ekonomik istikrar, bu anlamda AB için hayati önem taşıyor. Bununla birlikte AfD’nin içinde olmadığı herhangi bir koalisyonun da AB’ye ve Almanya’nın bu oluşum içindeki fiili liderlik konumunun devam etmesine sıcak bakacağını söylemek mümkün.
Koalisyon ortaklarının farklı yaklaşımları
Ancak üçlü bir koalisyon durumunda her partinin AB ile ilgili kendi öncelikleri devreye gireceğinden, AB ile ilgili süreçler yavaşlayabilecek, koalisyon ortakları arasında ortak paydaya ulaşmaya çaba gösterecek olan Merkel’in AB’ye harcadığı enerji azalmak zorunda kalabilecek ve bu durum da halen krizin etkilerinden kurtulmaya çalışan AB ekonomisi için olumsuz bir durum yaratabilecek.
Örneğin, CDU daha fazla entegrasyon ve güçlü bir Avro bölgesi tercih edip bunun için reformların gerçekleştirilmesini savunurken, FDP tam tersini düşünüyor ve her ülkenin ekonomik açıdan kendi başının çaresine bakması gerektiğini savunuyor. Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron’un Avro bölgesi için tek bir bütçe oluşturulması fikrine ise kesinlikle karşılar. Son olarak FDP lideri Christian Lindner, Yunanistan’ın Avro bölgesinden çıkması gerektiğini ifade etti. Yeşiller ise bu anlamda Merkel’e daha yakınlar ve bir Avrupa Para Fonu oluşturulmasını öneriyorlar.
Parlamentodaki gücü azalan Merkel’in AB ile ilgili politikaları hayata geçirmesi zorlaşacak. Bunun tek sebebi ise koalisyon değil. Önceki dönemde, CDU-SPD koalisyonunda Merkel’in karşısında ciddi bir muhalefet yoktu ve Almanya, Yunanistan, Portekiz ve İspanya gibi mali anlamda zor durumda olan ülkelere daha rahat yardım yapabiliyordu. Bundan sonra ise Merkel, bunun için hem koalisyon ortaklarını ikna etmek zorunda olacak, hem de karşısında SPD ve AfD’nin sert muhalefetini bulacak.
Almanya-ABD ilişkilerinin geleceği
Yeni dönemde Almanya, ABD ile ticaretini daha da geliştirmek, yatırım ilişkilerini daha da güçlendirmek isteyecektir. Ancak Merkel ile Trump arasındaki olumsuz hava devam ediyor ve Almanya’da yeni bir hükümet kurulması, iki lider arasındaki buzların erimesine ne gibi bir etkide bulunabilecek, bunu zaman gösterecek. Almanya ile ABD arasındaki diyalog, küresel ticaretin çehresini değiştirme potansiyeline sahip olan Transatlantik Ticaret ve Yatırım Ortaklığı (TTIP) anlaşması müzakerelerinin gidişatında da belirleyici olacak. Avrupa Komisyon’un hazırladığı bir çalışmaya göre TTIP sayesinde AB’de hem daha fazla istihdam ve büyüme sağlanabilecek, hem de anlaşma mal çeşitliliğinin artırılmasını ve fiyatların düşürülmesini sağlayacak. AB’nin TTIP’ye ve genel anlamda daha çok ve daha kapsamlı serbest ticaret anlaşmalarına ihtiyacı var. Bu anlamda, Trump ile birlikte ABD’de korumacı eğilimlerin arttığı bir ortamda, Almanya’nın konumu ve tercihleri belirleyici birer rol oynuyor.
Dünyanın ikinci büyük ekonomisi Çin ile Almanya’nın güçlü ekonomik ilişkileri var. Merkel, bu anlamda da etkili oldu ve Trump ile diyaloğunun aksine Çin devlet başkanı Şi Cinping ile daha güçlü bir iletişim kurdu. Ancak Çin ile ekonomik ilişkiler neredeyse her ülkede, özellikle de Almanya gibi büyük ekonomilerde, bir tartışma konusu olmuştur ve olmaya devam etmektedir. Üçlü bir koalisyonla yönetilen ve parlamentoda güçlü bir muhalefetin olduğu Almanya’da Çin'le yapılan ticaretin bir iç siyaset konusuna dönüşmesi ve hükümetin Çin’le kurulan güçlü ekonomik ilişkiler konusunda daha sert tepkilerle karşılaşması yeni dönemde muhtemel görünüyor. Bu durum, halihazırda AB’nin Çin’in piyasa ekonomi statüsünü tanımayı reddetmesi nedeniyle sorunlu olan Brüksel-Pekin hattında yeni bir olumsuzluğa yol açabilir.