Ankara Sohbetleri'nin bu haftaki konuğu eski Maliye Bakanı Zekeriya Temizel: Türkiye artık döviz, borsa ve kurla değil reel değerlerle ilgilenmeli
Ankara Sohbetleri'nin bu haftaki konuğu eski Maliye Bakanı Zekeriya Temizel: Türkiye artık döviz, borsa ve kurla değil reel değerlerle ilgilenmeli
ANKARA- Eski Maliye Bakanı Zekeriya Temizel, ekonominin sadece dövizden, borsadan ve kurdan ibaret olmadığını, Türkiye'nin artık reel değerleriyle ilgilenmesi gerektiğini söyledi. Ekonominin önümüzdeki dönemde borç yapısından kaynaklanan sıkıntılar yaşayabileceğinin altını çizen Temizel, bu durumun aşılması için üretim yapısının yeni baştan düzenlenmesi gerektiğini dile getirdi. Temizel, Ankara Sohbetleri'ne katılarak Ankara Temsilcimiz Ferit.B.Parlak ve arkadaşımız Serap Güneş Aydın'ın sorularını yanıtladı. -Dünya genelinde finansal bir kriz yaşanıyor. Türkiye bu durumdan en az zararla nasıl çıkabilir? Ekonominin sadece dövizden, borsadan ve kurdan ibaret olamayacağını, Türkiye'nin artık gerçekten reel değerleriyle ilgilenmesi gerektiğini oldum olası söylüyorum. Bir de bu çok uzun süre ihmal edilen tarımsal ekonomi ile de ilgilenmek gerekiyor. En az zararın formülü reel sektörü canlandırmak. . Tarımdan sanayiye kadar güçsüzleşen bir reel sektör fotoğraf var önümüzde. Türkiye finansal bir krize girebilir mi? Şimdiye kadar bu tür krizler Türkiye'ye bir finansman krizi olarak geldi. Finansman krizleri çok büyük ölçüde de reel ekonomiyi doğrudan etkilemedi. Türkiye'nin üretim yapısını anında bozabilecek olaylarla karşılaşmadık. Finansman uygulamaları nedeniyle firmalar sıkıntıya girdi. Batanlar oldu, kapananlar oldu. Toplum da bununla ilgili ağır maliyetler ödedi. Türkiye'nin 2000'li yıllarda geldiği noktada insanlar Türkiye'de üretmek yerine ürettiklerinin alternatiflerini ithal ederek ekonomide var olmaya başladılar. Ya da Türkiye'deki katma değer inanılmaz derecede sınırlı oldu. İthal edilen yarı mamulleri bir araya getirerek var olmaya başladılar. Döviz kazanımını sağlayan işlerde herhangi bir aksama ya da ithalatını finanse ettikleri cari açıklarında herhangi bir tıkanma olduğu takdirde ve dışardan gelen sıcak para da geri çekilirse Türkiye sadece finansman kriziyle karşı karşıya kalmaz diye endişe ediyorum. Bir üretim krizine girer diye endişe ediyorum Önlem alınmazsa kırılma büyük olur Krizlerinin önüne geçmek için ne gibi önlemler alınabilir? Birde cari açık konusu var? Bunun önlemleri var. Bu önlemlerin hiç vakit kaybetmeden alınması gerekiyor. Önlemler alındığı takdirde şuandaki ekonomik kriz açıkçası bende pek fazla endişe uyandırmıyor. Ama önlemler alınmaz ve sadece beklenirse kırılmanın çok büyük olacağından endişe ederim. Cari açık da algılama hatası var. Finanse edildiği sürece sorun yoktur diye düşünüyorlar. Dolayısıyla cari açığın finansmanı da kısa vadeli borçlanmalarla oluyor. Bu doğru ancak cari açığını finanse edemediğin zaman cari açık da vermiyorsun. Finanse edilmeyen cari açık olmaz. Finanse edildiği için cari açıktır. Bu işin sürekli borçlanarak götürülmesinin olasılığı çok zayıftır. TİKTA'dan bahsedelim. Geçmişi siyaset ve sanal ekonomi ile dolu bu kadar insan niçin 'tarım' için bir araya geldi? Ülke Politikaları Vakfı diye bir vakfımız vardı. Bu vakfın temel amacı da Türkiye'nin temel sorunlarına çözümler üretmekti. İki buçuk yıl önce bir telefon geldi. Kıramayacağımız birisi bir olayı görmemiz için ısrar etti. Kalktık gittik. Gittiğimiz yer Sakarya Irmağı'nın kıyısıydı. Giderken garip bir koku tenefüs ediyorduk. Karşılamadan sonra "ne oldu" diye sorduk. İktisatta KOBVEB, tarım ürünlerinde arz ve fiyatları belirleyen bir teoremdir. Örnek olarak da o teoremde soğan kullanılır. Köylü milleti bir şey para ettiği zaman tek elden onu diker. Böylece o dönem çok miktarda ürün üretilir, fiyatlar düşer. Ve herkes batar. Onlara, "Ya kardeşim soğandan başka ekecek bir şey bulamadınız mı?" dedim. İçlerinden birisi ne ekecektik? dedi. Araştırdık ve çalışmamızın ilk ayağı için 3 tane ürün gurubu çıktı ortaya. Birinci grubu enerji bitkileri oluşturuyor. Enerji bitkileri bioyakıtta kullanılacak soya, mısır gibi ürünlerden oluşuyor. İkinci grubu boya ve lif bitkileri oluşturuyor. Bu boya ve lif bitkileri özellikle yapay, kimyasal boyaların kanserojen olması nedeniyle, Kyoto Protokolü'ne göre de yavaş yavaş yasaklanmaya başlaması, yalıtım ürünlerinin kanserojen olması nedeniyle buralarda doğal lif bitkileriyle yalıtım yapılmasını içeriyor. Üçüncü grup bitkiler ise tıbbi ve aromatik bitkiler. Dünyada tıbbi ve aromatik bitkiler konusunda Türkiye'nin mukayeseli olarak sahip olduğu üstünlüğü hiç kimse yadsımıyor. 870 bitki sadece Türkiye'de bulunuyor Türkiye'de 8 bin-9 bin arasında tıbbi ve aromatik bitki var. Bunun 870 tanesi sadece Türkiye'de bulunuyor. Ancak Türkiye bu avantajını kesin olarak kullanmadığını, bu bitkileri doğal toplama yoluyla ihraç ettiğini, Türkiye'nin bu alanda sadece gül ve kekikte var olduğunu diğer alanlarda olmadığını öğrendik. Bunlarla ilgili ayrıntılı bir hazırlık yaptık. Bu konudaki öncülüğün Tarım Bakanlığı tarafından yapılması gerektiğini düşündük. özellikle devlet üretme çiftliklerinden Antalya ve Dalaman'dakinin tıbbi ve aromatik bitkiler üretim çiftliği olarak, amacına ve yasasına uygun olarak sürdürülebileceğini önerdik. Başlangıçta tarım bakanlığı büyük bir heyecanla karşıladı bunu. Ama bir türlü adım atmadı. Sonra da bir şirket kurmak suretiyle bu işi fiilen yapıp Türkiye'de öncülüğünü yapmaya karar verdik. Böylede Türkiye'de ilk defa tıbbi ve aromatik bitkilerin kültüre alınıp, yetiştirilip, sonrada oradan elde edilen uçucu yağların seri üretimine geçilmesi ve örnek olarak o bölgelerde yaygınlaştırılması ve köylerde distilasyon sistemlerinin kurulmasını bir proje haline getirdik. Peki atmosfer kontrollü depoların soğuk hava depolarından farkı nedir? Atmosfer kontrollü soğuk hava depoları soğuk hava depolarından çok farklı bir şekilde işleyen mekanizma. Depo içerisindeki oksijen yok ediliyor. Meyve ve sebzenin koparıldıktan sonraki evrimi durduruluyor. Karbondioksit ve etilen gazlarını dengelemek suretiyle sistematik bir depo oluşturuluyor. Böylece tarladan söküldükten sonra taş çatlasa 2-3 ay içerisinde içi geçen, çillenen soğan oralarda 11 ay boyunca saklanabiliyor. Biz kendi kendimize bu kadar önemli bir olay Türkiye'de neden yok dedik. Türkiye'de bu işi yapabilmenin tek yolu bu araştırmaları yapabilecek bir sistem kurmaktı. Biz de burada buna başladık. Hollanda'da bir test sistemi yaptırdık. Şuan da o yaptırdığımız test sisteminin içerisinde ürünleri yoğun bir şekilde deniyoruz. Daha yeni kurduk bu sistemi. Atmosfer koşullarını sürekli değiştirerek en uygunu hangisidir diye bakıyoruz. Şimdiye kadar 3 tür portakal denedik. Avakado denedik. Sarımsak, kayısı deniyoruz. Soğana sıra daha gelmedi, ama kesinlikle deneyeceğiz. Amasya elmasını da deneyeceğiz. Aksu Irmağı kıyısında deneme üretimi yapıyoruz Türkiye'nin geleceğini etkileyecek yaptığınız bu çalışmalar için destek görüyor musunuz? Biz teknokentten yer isterken bu iki araştırmayı yapacağız diye yer talebinde bulunduk. İlk gün tamam dediler. Sonrasında oradakiler, "Bunu TÜBİTAK'ta destekler" dediler ve TÜBİTAK'ta destekledi. Dolayısıyla TÜBİTAK destekli yürütülüyor bu iki proje. Türkiye'nin üretimden düşen tarımsal faaliyetlerinin yerleşmesi halinde en azından ithal ikamesi sağlanır. Bu üretimden düşüp de köyünü terk eden insanların tekrar dönüp üretim yapma olasılığının çok yüksek olduğunu düşünüyoruz. O nedenle de buna büyük bir heyecanla sarıldık. Şuan da 7 tane üründe çok büyük başarılar elde ettik. Türkiye'nin dünya uçucu yağ piyasasında yer edinmesi için böyle bir piyasanın içerisine girdik. Bana göre hem ekonomik değer olarak hem de yapılan katma değer açısından Türkiye'nin bu konuda çok başarılı sonuçlar elde edeceğine inanıyorum. istihdama da katkısı olacak. Bizim deneme üretimi yaptığımız köyün 13 bin dekar arazisi var. Burası Aksu Irmağının suladığı olağan üstü bir yer. Daha önce burada pamuk üretimi yapılıyormuş. Çok fazla pamuk üretimi olurmuş. şimdi turistlere gösterecek pamuk tarlasını zorla buluyorlar. Pamuk ve iplik ithalatından sonra pamuk çöktü. Onun üzerine insanlar susam ekmeye başlamışlar. Devletin desteğinin olmamasına karşın. Elleri kolları soyula soyula yapmalarına karşın birden Sudan ve Hindistan'dan susam ithalatı başlamış. öyle olunca fiyatlarda müthiş şekilde düşmüş. Rekabet edememişler. Şuan da o alanda sadece seracılık yapılıyor. insanlarda büyük oranda nar dikiyorlar. Bunlarında bir süre sonra soğan gibi KOBVEB teoremine dahil olmaması mümkün değil. Halbuki bunların uzun süre korunabileceği yerlerin olması halinde bütün yıl boyunca satış yapabilecekler. Atmosfer kontrollü depoculuğun Türkiye'ye sağlayacağı katkılar nelerdir? Konserve fabrikasını düşünün. Siz sadece domates sezonunda yetişmiş olan konserveleri işlemek için bir fabrika kurmaya kalksanız bilmem kaç bin tonluk inanılmaz bir yatırım maliyetiniz ortaya çıkar. Halbuki depolarda saklayıp 12 ay boyunca saklayabilecek bir sistem kurarsanız bir depo maliyetiyle yaklaşık 10 tane fabrika kurmuş olursunuz. Almanya'dan, Hollanda'dan depo yapacak bütün temsilcilikleri topladık buraya getirdik. çözüm ortağı olarak çalışıp depo imal edebilecek bir konuma geldik. O nedenle kendimizi buralara kapattık iyi uğraşıyoruz. 7 üründe deneme üretimi yapıyoruz Tıbbi ve aromatik yağlar konusunda yaptığınız çalışmalardan da bahsedebilir misiniz? Mesela ön plana çıkan bitkiler var mı? Testlerimizin büyük bir kısmı sonuçlandı. Bazı ürünlerde üretime bile geçtik. şuan da 7 tane üründe bir yerlere geldik. Deneme üretimi yaptık. Fesleğen yağımız var, nane yağımız var. Bunlar 3 temel alanda kullanılıyor. Gıda sanayinde gıda aromalarında. Türkiye'nin bu ürünlerde dünyada tekel olması içten bile değildir. Ama Mısır'ın ve Bulgaristan'ın bile gerisinde bunların üretimi açısından. Romanya ve Bulgaristan'da bu bitkilerin yetiştirilmesi konusunda çok büyük alanlar belirlediler. Polonya'da başladı. Onlarda deve dikeni yapıyorlar. Türkiye deve dikeninin ana vatanıdır. Bir iki türü karaciğer ve alkolizmin tedavisinde, sarılıkta yoğun olarak kullanılır. Bu çalışmaları yapmaya uğraşıyoruz. Yaparsak katkımız büyük olacak. . Üretim yapısı değişmeli Türkiye üretim yapısını yeni baştan düzenlemek zorundadır. Bununla liberal ekonomiyle çalışarak, içine kapanaraktan bir takım önlemler alması kesinlikle kastedilmiyor. Türkiye kendi ekonomik düzeni içerisinde katma değeri yüksek ürünleri ülkede üretmek suretiyle bu krizi aşabilecek güçtedir diye düşünüyorum. Tarıma sınai girdisi şart Çok somut olarak gördüğümüz bir olay var. Türkiye tarımı artık bahçeden pazara ya da hale götürüp ürün satarak ayakta kalamıyor. Bunun mutlaka bir sınai girdisi olarak kullanılması gerekiyor. Sınai girdisi olarak kullanılıp oradan yaratılan sınai ürünlerin, mamülerin satılması halinde Türk tarımı ayakta kalıyor. Tüm dünyada da olay bu zaten. ODTÜ Teknokent laboratuvar ODTÜ Teknokent'in içerisinde bulunan laboratuarımızda uçucu yağları elde ettiğimiz distilasyon sistemlerimiz bulunuyıor. O yağların içerisinden bileşenleri ayıran ekstrasyon sistemlerimiz, üretim yaptığımız deneme alanlarımız, deneme sonuçları başarılı ve talebi yaratılmış olan ürünleri ürettiğimiz alanlar var. 3 bin 800 KM yol aldık, atmosfer kontrollü depoculuğu araştırdık Dünyada, ürettiğini tarlasında çürüten çiftçi kalmadığına göre bunu nasıl yapıyorlar dedik. Soğan hareket noktamız oldu ama bütün meyve ve sebzeler için geçerli bir olay bu. Dünyada gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerin nerdeyse tamamında hiçbir ürün doğrudan doğruya pazara sunulmuyor. Üretiliyor, atmosfer kontrollü soğuk hava depolarda lojistik planlamasına uygun olarak saklanıyor. Çok uzun süre saklanıyor. Sonrasında da pazarın isterlerine yönelik olarak pazara düzenli olarak sunuluyor. Dolayısıyla soğan çürümesi, ürünün elde kalması gibi durumlar ortaya çıkmıyor. Bunun ne olduğunu görmek için Almanya, Hollanda ve Fransa'ya gittik. 3 bin 800 kilometreye yakın yol yaptık. Somut olarak atmosfer kontrollü depoculuğu gördük. Limon yağı ithal ediyoruz limonların üzerinde tepiniyoruz Estetik de dahil olmak üzere, vücut bakım ürünleri, kozmetik dünya ticaret hacmi 900 milyar dolar civarında. Böyle bir sektörden Türkiye pay almıyor. Uçucu yağlarda 100 milyar dolarlara yakın büyüklük olmasına karşın Türkiye buradan pay almıyor. Türkiye bu piyasadan pay alabilir. Ama bitkilerde yağ oranları düşük olduğu için geniş alanlarda yetiştirilmesi gerekir. Bahçe tarzı yerlerde bu iş olmaz. O nedenle kamu otoritelerinin planlamaları son derece önemlidir. Başka türlü bu piyasada yer alamazsınız. O nedenle havza planlaması yapıyor Avrupa Topluluğu. Türkiye'nin en temel ithal kalemlerinin başında limon ve portakal yağı geliyor. Sonrada limonların portakalların üzerinde tepiniliyor. IMF programlarının amacı tarımı çökertmek Türkiye aslında bir tarım ülkesi. Ancak tarım sektörü desteklerin yetersizliğinden şikayetçi. Keza şeker pancarı konusunda da böyle bir durum yaşanmıştı. Türkiye'nin özellikle üretim alanlarında, baskıyla desteklemesini çekmesini asla kabul etmiyorum. Türkiye buralardaki üretimiyle dünya üretimi içerisinde var olabilecek güçtedir. Mukayeseli olarak tarımsal üretim üstünlüğüne sahip olduğu alanlarını çok iyi kullanmak zorundadır. Mesela tatlandırıcıların şeker pancarıyla kıyaslanması mümkün değildir. İsteseler de bu kalitede bir şey yapamazlar. Dünya gıda güvenliği konusudur bu. Türkiye'de uygulanan IMF programı Türkiye'ye özgü bir program değildir. Afrika'dan tutunda dünyanın gelişmekte olan 100'e yakın ülkesinde bu uygulanan programlar neredeyse birbirinin fotokopisidir. Adları bile birbirine yakındır. Ekonomiyi kurtarma programları gibi. Bütün bu ülkelerde uygulanan programlarının hepsinin başında tarımsal üretimin çökertilmesi gelir. Somali'de yapılan da budur. Bilmem nerde yapılanda. Budur da budur. şöyle başlar hep: "Ne gereği var üretmenin. Ben bunu ithal etsem daha ucuza gelir". Somali'de 1980'li yılların başında Somali ekonomisini yapılandırma programı yürürlüğe girince hedeflenen de oydu zaten. Buğdayı bu kadar üretmenin, hayvancılığı bu kadar desteklemenin ne gereği var dediler. Özelleştirme yapın dediler. Suyu özelleştirin son cümledir. Bunlar yapıldığı zaman öyle bir çöküntü ortaya çıkar, Arap yarımadasının o zamana kadarki et ihtiyacını karşılayan Somali AIDS gibi hastalıklarla uğraşan aç insanların ülkesi haline gelir. Türkiye bunların bedellerini daha sonraki dönemlerde öğrenecek. Ayrıntılardaki Zekeriya Temizel Ferit B.PARLAK [email protected] 1999 yılının Aralık ayında, kurucu başkanlığını üstlendiği özerk yapılı Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumu (BDDK), Türkiye'nin gündemini belirliyordu. Kurumun Kurucu Başkanı Temizel, o günlerde zamanın Hazine Müsteşarı Selçuk Demiralp ve Merkez Bankası Başkanı Gazi Erçel ile sabahın erken saatlerine kadar çalışırken; Ankara'nın ayazında, BDDK'nın dış kapısında bekleyip, "Bugün, hangi bankaya el konulacak?" sorusunun cevabını arayan gazetecilerin arasındaydım. Sonra kurucusu olduğu kurumun başkanlığından istifa etti Temizel. Kimileri, "Ekonomiden Sorumlu Devlet Bakanı Kemal Derviş'e bağlanmasına istifayla tepki verdi." derken; kimileri de istifaya neden olarak Mevduat Sigorta Fonu kapsamında bulunan bankaların takipteki alacaklarının tahsilini kolaylaştıran yasa tasarısının askıya alınmasını gösterdi. Hatta 'şeker' gibi bazı tarımsal ürünlerin üretimini teşvik eden uygulamalara verdiği desteğin, Temizel'in siyasi ve bürokrasi kariyerini bitirdiğine yönelik söylentiler de çıkmıştı o dönemde. Gelirler Genel Müdürlüğü, Maliye Bakanlığı ve BDDK Başkanlığı dönemlerinde çatık kaşı, sert mizacı ile tanıdığım Temizel'i, bitki yağları esansıyla havası tazelenen ofisinde pür neşe içinde görünce, "Sanal ekonomiden kurtulup, reel ekonominin içine girmek gerekiyormuş. Keyfimin nedeni bu." diyor. Türkiye'nin de acilen sanal ekonomiden kurtulup, reel ekonomiye geçmesi gerekliliğine vurgu yapıyor. Türkiye'yi IMF gibi reel ekonomiden uzaklaştırmaya çalışan kurumlar olduğunu, IMF'nin Sudan'da uyguladığı politikanın dikkatlice incelenip, ders alınması gerekliliğini dile getiriyor. Temizel'in tarım konusunda anlattıkları düşündürücü. Temizel gibi inatçıların çıkması ise sevindirici.