Dijital fotoğrafçılıkta doğru bilinen yanlışlar

Dijital fotoğrafçılıkta doğru bilinen yanlışlar

YAYINLAMA
GÜNCELLEME

Teknolojinin getirdiği en büyük yeniliklerden birisi fotoğrafçılık alanında yaşanıyor. Dijital fotoğraf makinelerinin üretilmesiyle birlikte fotoğrafçılığı hobi olarak edinen herkes düşük maliyetlere geniş imkanlara sahip olabiliyor. Amatör fotoğrafçıların en büyük derdiyse çektikleri karelerin istedikleri kadar etkileyici olmaması. Bu sorunun temelinde, fotoğrafçılıkla ilgili doğru sanılan ancak bazıları hiç de doğru olmayan yöntemlerin uygulanması yatıyor. Unutmayın, etrafınızdan duyduğunuz her teknik işe yaramayabilir. Herkese peynir dedirtmek İnsanları zorla gülümsetmek, onlara peynir veya lahana gibi kelimeler söyletmek aslında doğallığın dışına çıkmaktır. Doğal bir kare yakalamak için insanlara peynir dedirtmek yerine kendi hallerin de bırakın veya güzel birkaç kelime söyletmeyi deneyin. Gerek bakışlar, gerekse ağız hareketleri daha doğal bir görünüm kazanacaktır. Anlayacağınız en büyük efsanelerden birisi olan peynir efsanesi pek de gerçekçi değil. Objeyi kadrajın ortasına almak Örneğin bir portre çalışması yapıyorsunuz. Fotoğrafını çektiğiniz kişinin burnunu karenin tam ortasına almak kulağa iyi bir fikirmiş gibi gelebilir. Bu da çok bilinen bir fotoğraf efsanesidir. Sadece portre değil topluluk halinde insanlar, manzaralar, objeler için yapılan çekimlerde de bu çok bilinen efsanenin yanılgısına düşülür. Bazı fotoğraflarda gerçekten tam bir ortalama gerekse bile bu, efsanenin doğruluğunu kanıtlamaz. Önemli olan sizin kareyi ne şekilde gördüğünüz ve hangi kadrajın anı daha iyi verebileceğine karar vermektir. Örneğin arkaplanın da önemli olduğu bir çekimde kişiyi kadrajın belli köşelerine, sağ veya sola almak daha iyi sonuç verebilir. Açık havada flaş kullanılmaz Bu efsane istisna durumlar haricinde doğrudur. Özel durumlarda çektiğiniz objeye biraz daha ışık vermek için flaş kullanabilirsiniz. Örneğin ışık kaynağının arkada kalması gereken bir fotoğraf çekiyorsunuz. Çektiğiniz obje bu durumda karanlıkta kalacaktır. Objeye biraz daha yakınlaşıp flaş ışığından faydalanmanız gölge alanların daha detaylı çıkmasını sağlar. Flaş, gölge alanlarda objelerin oldukça efektif bir şekilde görünmesini sağlayabilir. Bir gölgeye uygulanacak flaşın hangi mesafeden en net görüntüyü vereceğini deneme yanılma yöntemiyle bulabilirsiniz. Dolayısıyla gölgelik alanlarda flaşla bol bol deneme yapın. Kapalı mekanlar flaş gerektirir Kapalı mekanlarda çekim yaparken flaş kullanmak kesinlikle faydalıdır. Ancak bazı makinelerde bu konuda ince ayarlar yapmak gerekebilir. ISO 3200 veya daha yüksek bir sensörde ve EV +/- ayarını -1.0 veya -20 EV ayarına getirerek net fotoğraflar yakalayabilirsiniz. Bu ayarda yaptığınız çekimler kameranın LCD ekranında biraz karanlık gözükebilir. Ancak bu kareleri Photoshop, Lightroom gibi yazılımlarla daha da netleştirebilirsiniz. Ayarları bu şekilde kullanmanızı tavsiye etmemizin sebebi fotoğrafın ton ve ışık değerlerinin değiştirilebilir seviyede tutmaktır. Işığın fazlaca patladığı ve renklerin kaybolduğu bir fotoğrafı sonradan onarmak pek mümkün olmaz. Örneğin ISO 6400 ayarında flaş kullanmak fotoğrafları bu tür risklere sokacaktır. Kapalı alanlarda flaş kullanmanın getireceği en büyük sıkıntı meşhur kırmızı göz problemidir. Ancak günümüzün yazılım teknolojileri bu sorunu da kolayca aşmanızı sağlar. Eğer daha profesyonel bir çözüm isterseniz bu iş için üretilen özel flaşları da kullanabilirsiniz. Makinede iki el kullanmak Kamerayı sabitlemek için iki elle çalışmak kesinlikle doğru bir yönlendirmedir. Fotoğrafçılığın ana kanunlarına birisi makineyi sıkıca kavramak ve güvenli bir şekilde tutmaktır. Sağ eliniz daima kameranın sağ tarafında olmalı, buna bağlı olarak sağ kolunuzun hareket alanı kısıtlanmamalıdır. Her ne şekilde olursa olsun, burnunuz ve alın kemiğinizin yardımıyla yüzünüzü sabit bir platform olarak kullanabilirsiniz. Ayrıca imkanınız varsa dirseğinizi sabit bir nesneye koymak daha iyi bir kontrol anlamına gelir. Eğer kameranız SLR ise sol elinizin mercek tutuşu da bu noktada önem taşır. Sol elinizin başparmağı merceğin soluna gelmeli ve avucunuzda merceği kavramalıdır. Fotoğrafçı doğmak Bazı insanların doğuştan sanata eğilimli olduğu bilinen bir gerçektir. Ancak fotoğrafçılıkta çektiğiniz pozu daha netleştiren bir insan geni henüz keşfedilmemiştir. Fotoğrafçılık, konuşmaktan daha zor ve karmaşık değildir. Konuşmayı nasıl öğrendiysek, fotoğrafçılığı da üzerinde pratik yaparak, gözlemleyerek, tartışarak öğrenebiliriz. Önce kamerayı tutmayı, hedef almayı, pozisyon ve açı değiştirmeyi, yakınlaşmayı, uzaklaşmayı, sonrasındaysa fotoğrafçılığın imla kurallarını yani teknik ayarları öğreniriz. Bunları birleştirerek kendimize özgü çekimler yapmayı deneriz. Kısacası fotoğrafçılık yeteneği doğuştan gelmez. Tam aksine öğrenme ve pratiğe dayalıdır. Gölgeler renksizdir Işığın bir nesne tarafından kesilmesi renksiz bir izdüşüm oluşturur; yani gölge. Gölgeler renksizlerdir ancak, çevre ışıklarından etkilenirler. Örneğin gökyüzünün mavi rengi altında oluşan bir gölge de mavi tonları daha belirginleşir. Ancak kamera sensörü ve ortam ışığının kombinasyonu olmadan çıplak gözlerle bu tonları görmek pek mümkün olmaz. İnsan beyni ışığın etkisi altında kalan bir rengi seçebilmek için yoğun mücadele verir. Bu noktada göz yanılmaları yaşanabilir. Dolayısıyla önemli olan gözünüzün gördüğü değil merceğin arkasında neyin göründüğüdür. Zaten tüm meselede merceğin arkasında görüneni kağıda en iyi şekilde aktarmaktır. Mavi gökyüzünün doldurduğu gölgeleri çıplak gözle görmek için günbatımından bir saat önce biraz pratik ve gözlem yapmanız gerekir. Özellikle gölgelerin üzerine düşen mavi ışığı yakalamanız hem görsel tecrübenizi arttırır, hem de fotoğrafçılıkta sizi bir adım daha ileri götürür. Işığı arkaya almak Bilinen bir efsanede ışığı, özellikle güneş ışığını arkaya almaktır. Bu aslında doğru bir yaklaşımdır. Nesnelerin üzerine düşen ışığı net olarak görmek genellikle daha iyi sonuçlar verir. Yalnız bu kuralı yıkarak da ilginç kareler yakalanabilir. Bunun için ışığın şiddetini ölçmenizde fayda var. Eliniz veya renkli nesnelerle ortam ışığının renkler üzerindeki etkisini öncelikle kameranızdan kontrol edin. Hatta bir iki deneme çekimi yapın. Eğer çok sayıda patlama yaşanıyorsa ışığı arkanıza alabilir veya farklı bir pozisyon ve açıyla ışığı arkanıza almadan da çekim yapabilirsiniz. Eğer çekimlerde patlama olmamasını sağlarsanız çok başarılı fotoğraflar yakalayabilirsiniz. Siyah-beyaz çekimler kötüdür! Bu bütünüyle yanlış bir görüştür. Her ne kadar siyah-beyaz çekimler günümüzde bir efekt olarak gözükse de, fotoğrafçılık sanatının çeşitli anlamlar yüklenebileceği bir kanadıdır. Her fotoğraf doğal renginde iyi görünür diye bir şart yoktur. Önemli olan çekeceğiniz anın rengini ve ışığının doğruluğunu hissetmenizdir. Örneğin; ay ışığında balık tutan bir tekneyi çekerken kamerada mavi filtre kullanmak mükemmel sonuçlar verebilir. Megapiksel = kaliteli fotoğraf? Aslında megapiksel efsanesi kafa karıştırmaktan başka bir şey değildir. Üreticiler her yeni çıkardığı ürünü daha yüksek megapiksel rakamlarıyla piyasaya sürerek müşterilerin gözünü boyamaya çalışır. Megapiksel sayısı çekilen fotoğrafın toplamda kaç milyon pikselden oluştuğunu belirler. Ancak bu aslında düşünülen kadar da önemli değildir. Örnek vermek gerekirse; 12 megapiksellik bir fotoğrafın her pikselini görebilmek için 4000x3000 gibi bir çözünürlüğe sahip bir monitörünüzün olması gerekir. Tabii ki bu tamamen hayal. Diyelim fotoğrafınızı karta bastıracaksınız o zaman da 10x15 baskı için 3 megapiksellik çözünürlük fazlasıyla yeterlidir. Çünkü baskı makinesi 3 milyondan fazla pikselleri otomatik olarak eleyecek, sadece 3 milyon pikseli kağıda geçirecektir. Ayrıca 12 megapiksellik bir makine de çamur gibi fotoğraflar çekebilir. Çünkü megapiksel denilen rakam sadece fotoğraf makinesinin içindeki bir çipin algılayabildiği piksel sayısıdır. Gri olması gereken pikselleri kırmızı algılayan kalitesiz bir CCD çipinde isterse 100 milyon piksel olsun fayda etmez. Fotoğraf makinesinin kalitesini etkileyen diğer unsurlar aslında çok daha önemlidir. PlayStation 3 için yeni kablosuz kumanda Dünyanın en popüler oyun konsollarından PlayStation 3 için yeni bir kumanda geliştirildi. Kumandanın özelliği ise kablosuz olması. Sony Computer Entertainment Europe (SCEE) tarafından geliştirilen kumandanın titreşim özelliğine sahip olması ise oyun severlerin kendilerini oyunun heyecanına daha fazla kaptırmalarını sağlıyor. İlk kez 1998 yılında PlayStation için piyasaya sunulan ve 28 milyondan fazla kullanıcının sahip olduğu DualShock kumandası, titreşim fonksiyonunu destekleyen birçok oyuna güç katıyor. Yüksek hassasiyeti ile dikkat çeken DualShock 3 ise yüksek tepki ve harekete duyarlılık özelliği sağlayan SIXAXIS teknolojisini kullanıyor. Yeni DualShock 3, yazılım yükseltmesi yapıldıktan sonra mevcut birçok PS3 oyunu ile de uyumlu olarak çalışabiliyor. SCEE Başkanı ve CEO'su David Reeves'ın yeni DualShock 3 kablosuz kumanda hakkındaki görüşleri ise şöyle: "PS3, kullanıcılar için benzeri olmayan ev eğlence merkezi olmaya devam ediyor. Biz PS3'ün yazılımını ve çevre birimlerini geliştirirken oyun severler de oyun deneyimlerini geliştirecek."