Karamsarlık yaymak kendi ayağına kurşun sıkmaktır
Karamsarlık yaymak kendi ayağına kurşun sıkmaktır
İSTANBUL - Dünyanın ilk defa aynı anda üç krizi birden yaşadığını ve içerideki gelişmelerle beraber Türkiye'nin zorlu bir testten geçtiğini söyleyen Ekonomiden Sorumlu Devlet Bakanı Mehmet Şimşek, "Son birkaç aydır iç ve dış sıkıntılara rağmen önemli birtakım reformlar yapıldı. Ülkenin orta-uzun vadeli görünümünün olumlu yönde iyileştirecek adımlar atıldı. Bunun TOBB ve TÜSİAD tarafından da görülmesi lazım. Ülkeye karamsarlık yaymak kendi ayağına kurşun sıkmaktır" dedi. Birçok reformun yapıldığını bir kısmında ikincil düzenlemeler üzerinde çalışıldığına dikkat çeken Bakan Mehmet Şimşek, İstihdam, Sosyal Güvenlik, AR-GE reformlarının yapıldığını enerji piyasasına dönük bir dizi adımın atıldığını ifade etti. Şimşek, 301'inci madde değişikliğinin yapıldığını, Vakıflar Yasası'nın çıkartıldığını ve mahalli idareler reformunun sürdüğüne işaret ederken bu yasama yılı kapanmadan Türk Ticaret Yasası'nın ve devlet yardımlarının denetlenmesine dönük yasal düzenlemenin çıkmasının beklenebileceğini ifade etti. Borçlar Kanunu'nun ise bu yıla yetişemese bile bir dahaki yasama yılında çıkmış olacağına vurgu yaptı. Şimşek, "TOBB da TÜSİAD da reform diyor. 3 yıl önce reform diye getirdikleri her şey yapıldı. Ne TÜSİAD'dan ne TOBB'dan 'bunlar bizim 3-5 yıldır gündemimizde olan konular teşekkür ediyoruz bu kadar açılımı yaptınız, rekabet gücümüzü artırdınız ülkenin önünü açtınız' diye tek bir yorum duymadım. Bu zor dönemde bile ülkenin sorunlarını kökten çözecek yaklaşımlar, adımlar atılıyor. Karamsarlığa gerek yok ama Türkiye'de reform süreci sekteye uğrar siyasi istikrar zedelenirse bunun yansımaları tabii ki menfi olur" diye konuştu. Devlet Bakanı Mehmet Şimşek, DÜNYA'ya şu mesajları verdi: Petroldeki 1 dolarlık artışın yansıması 530 milyon dolar: Türkiye daha önce eşi benzeri görülmemiş zorlu bir konjonktürden geçiyor. Dünyada ilk defa aynı anda finansal piyasalarda türbülans, bir gıda krizi ve bir enerji krizi aynı anda yaşanıyor. Böyle bir üçlü krizin daha önce bir eşi benzeri yok. Üstelik Türkiye'de son dönemde ortaya çıkan bir belirsizlik kaynağı da var. Mesela enerji fiyatlarındaki artışın doğrudan ve dolaylı birçok sektöre etkisi var. Bir örnek vermek gerekirse gübre üretiminde kullanılan girdinin neredeyse yüzde 80'i doğalgaz. Buna sadece petrol, doğalgaz ve türevleri olarak bakamayız. Türkiye'nin cari açığı geçen sene 38 milyar dolar, enerji ithalatı ise yaklaşık olarak 34 milyar dolardı. Geçen sene ithal ettiğimiz ortalama petrolün fiyatı yaklaşık 73 dolardı. Bu yıl şartlarda bir değişme olmadığı halde 73 dolarlık ortalama petrol fiyatı 123 dolara çıkarsa Türkiye'nin cari açığına etkisi 25 milyar dolardan daha fazla olacak. Çünkü petrol fiyatlarındaki 1 dolarlık değişimin Türkiye'nin dış dengesine olan etkisi yaklaşık 530 milyon dolar. Petrol tarihi zirvelerinde dolaşıyor ve bu fiyatlar nereden bakarsanız bakın çok sıkıntılı bir süreci işaret ediyor. Çünkü ülke olarak maalesef enerjide dışa bağımlıyız. Siyasi istikrarın korunması kritik önemde: Türkiye'nin bu üçlü krizin yaşandığı süreçten zarar görmeden çıkmasının koşulu siyasi istikrarın korunması, AB perspektifinin canlı tutulması ve reform sürecinin devam etmesidir. Siyasi istikrar olmadan AB ve reform sürecinin canlı tutulup sürdürülmesi hakikaten zordur. Türkiye'nin şu anda karşı karşıya olduğu en önemli risk ne cari açık ne de yüksek petrol fiyatıdır. Cari açığı, yüksek petrol fiyatı ile yaşamayı zorlaştırma potansiyeli olan gelişmelerdir. Yani siyasi istikrarı zedeleyecek, reform sürecini sekteye uğratacak, AB sürecini baltalayacak herhangi bir gelişme ciddi bir şekilde Türkiye'nin bu dış şokların getirdiği yansımalarla yaşamasını zorlaştırır. Eğer böyle bir risk ortaya çıkar ve ülkenin AB perspektifi ile reform süreci ciddi bir şekilde zedelenirse yansımaları çok farklı olur. Orta Vadeli Mali Çerçeve, IMF'ye verilen ön koşuldu: Orta Vadeli Mali Çerçeve yeni bir ekonomik program değil. Türkiye'nin bundan sonraki 3-5 yıllık dönem içinde borcun milli gelire oranı, FDF'nin milli gelire oranı, bütçe açığının milli gelire oranı, özelleştirmenin milli gelire oranı gibi temel büyüklükler üzerine bir perspektif vermek üzere yapılmış bir çalışmadır. Bizim başlangıç noktamız brüt kamu borcunun milli gelire oranını yüzde 30'a çekecek bir patika belirleyerek temel çıpa olarak kabul ettiğimiz bu seviyeye gelmektir. Bu oran, şu anda 'yatırım yapılabilir ülke' notuna sahip güçlü ülkelerin ortalamasıdır. Orta Vadeli Mali Çerçeve, Türkiye'ye sınıf atlatan bir borç yapısını öngörüyor. Türkiye'de istihdamı ve verimliliği artıracak buna karşılık düşük enflasyon sürecini getirecektir. Orta Vadeli Mali Çerçeve, IMF programının başarılı bir şekilde sonuçlandırılmasının ön koşuluydu. Beraber hazırladık. Niyet mektubunda var. IMF bunu gördükten sonra onayladı bizim 3,7 milyar doları. IMF ile ihtiyati stand-by seçeneğini değerlendiriyoruz. Mali kurala ilişkin çalışmalarımız ise devam ediyor. GAP, enflasyonist olamaz: Biz orta vadeli mali çerçevenin içine reform ve projeleri de koyduk. Bugün dünyada gıda krizi var ve Türkiye'de kuraklık yaşanmaya başladı. Türkiye'nin Güneydoğu Anadolu Bölgesi'nde 1,9 milyon hektara yakın sulanabilir verimli arazi ve barajlarda suyumuz var ama ikisini bir araya getirememişiz. Şimdi GAP ve bölgesel kalkınma projelerini hızlandırarak orta vadede ülkedeki üretken kapasiteyi verimliliği ve istihdamı artırmak için adım atıyoruz. Yapılması planlanan harcamalar orta dönemde Türkiye'nin rekabet gücünü artıracak dezenflasyonist sürecini hızlandıracak ve refah seviyesini yükseltecek. Tarımda üretken kapasitenin artması enflasyonist olamaz. Mali disiplinde bu yıl zerre gevşeme yok: 2002 yılında AB tanımlı brüt borç stokunun milli gelire oranı yüzde 74. 2007 yılında ise yüzde 38.8. Bunu sürdürülebilir kılacak FDF aynı olamaz. FDF 2007 yılında yüzde 3.5. 2008'de de yüzde 3.5. Nerede mali gevşeme? Mali disiplinde bu sene zerre kadar gevşeme söz konusu değil. FDF, 2006'da 4.6'ydı. Enflasyon 2006'da FDF'den dolayı değil yaşanan dış şoklardan, kurdan dolayı yükseldi. Nisan 2008 enflasyonuna baktığınızda enflasyonun yüzde 40'ı gıdadan, yüzde 25,5'i enerjiden geliyor. Yani yüzde 65,5'i kuraklık, küresel gıda krizi ve enerji krizinden kaynaklanıyor. Bunun FDF ile ne alakası var. ABD kaynaklı krizin etkisi ile oluşan son kur hareketinden önce çekirdek malların enflasyonu yüzde 1 civarındaydı. Enflasyon hâlâ 30 yılın en düşüğü: Enflasyon yükselmesine karşı kayıtsız kalamayız. Fiyat istikrarı Türkiye için çok kritik derecede öneme sahiptir. Türkiye uzun dönemde sürdürülebilir büyümeyi fiyat istikrarını sağlamadan gerçekleştiremez. Gıda veya enerji fiyatlarındaki artış, enflasyonun yükselişini önemsiz hale getirmez. Dünya diyor ki; enflasyondaki yükselişin ikincil etkilerini kontrol etmek için adım atılması lazım. İkincil etkileri iki kanaldan olur. Birincisi, beklenti kanalı. İkincisi ise işgücü piyasası yani gelir politikaları. Beklentilerin maalesef mevcut enflasyona göre oluşturulduğunu görüyoruz. ABD'de enflasyon yüzde 4'e çıkıyor beklentilerde ciddi bozulma olmuyor. Çünkü FED'in enflasyonla mücadelesine ilişkin herhangi bir tereddüt yok. Bizim enflasyonist geçmişimiz beklentilere hemen yansıyor. Bütün dünyada enflasyon yükseliyor. Özellikle gelişmekte olan ülkelerde enflasyon hızla yükseliyor. 1990'lı hatta 2000'li yılların başında Türkiye hep enflasyon liginde 4-10. sıra arasında gidip gelmiş. Şimdi 59'ncu sıradayız. Şu anki enflasyon hâlâ 30 yılın en düşük düzeyi. Cari açık ile enflasyonun ilacı 4 reform ve GAP'tır Bakan Mehmet Şimşek, cari açık ve enflasyon gibi kronikleşmiş sorunların orta ve uzun vadede çözümü için 4 reformun Meclis'ten geçtiğini belirterek bu reformları Enerji Piyasası düzenlemeleri, İşgücü piyasası reformu, AR-GE Yasası ve Sosyal Güvenlik Reformu olarak sıraladı. Şimşek, "Bu şoklar eninde sonunda geçicidir. Enerji piyasası reformu da, GAP'ın tamamlanması da cari açık ile enflasyon sorununun kalıcı çözümü için atılmış en önemli adımlardır. Aslında Türkiye ekonomisi muazzam bir dayanıklılık ve esneklilik gösteriyor. Testten başarılı bir şekilde geçiyoruz" diye konuştu. Ticaret Kanunu'nun bu yasama dönemi kapanmadan Borçlar Kanunu'nun ise bu yasama yılında gelmese bile yeni döneme hazır olacağını kaydeden Şimşek, bu reformlarla cari açık probleminin köküne inilerek çözülebileceğini anlattı. Şimşek, "Bizim nüfusumuzun yüzde 26'sını 14 yaş altındaki gençlerimiz oluşturuyor. Türkiye başka ülkelerle arayı kapatma sürecinde. Hızlı koşmamız gerek. Bu da daha fazla enerji, daha fazla büyümek demek" dedi. Bakan Şimşek, 4 reformu şöyle anlattı: Enerjide dışa bağımlılık azalacak: Cari açığın orta dönemde kalıcı bir şekilde daha makul ve daha idare edilebilir bir seviyeye çekilmesinin temeli olan Enerji Piyasası Reformu yapıldı ve yapılıyor. Enerji Piyasası Reformu'nun üç sac ayağı var. Birinci ayağı tüketicilerin tutumlu olmasını sağlamak ve kamu finansman dengesini oturtmak için rasyonel fiyatlama yapmak. Bu sistem ile bütün maliyetleri ve yatırım ihtiyacını göz önüne alan bir çerçeve içerisinde enerji fiyatları belirlenecek. Bu konuda gereken adımlar atıldı. 1 Temmuz'dan itibaren elektrikte otomatik fiyat mekanizması yürürlüğe girecek. Reformun ikinci ayağı ise enerjide dışa bağımlılığı azaltacak iki adımdan oluşuyor. Öncelikle elimizdeki bütün hidro elektrik santral projelerini özel sektöre devrettik. Yalnız burada dikkat edilmesi gereken bir husus var. Devredilenler mevcut HES'ler değil projeleri. Çünkü bu projeleri devlet kendi imkanları ile bitirmeye kalksa muhtemelen 100 yılı bulur. Halbuki özel sektöre verdiğiniz zaman bu projelerin devreye alınma sürmesi muhtemelen 1,5-2 yıldır. Bu da şu demek. 1,5-2 yıl içerisinde ülkenin su kaynakları enerjiye dönüştürülüp dışa bağımlılığı azaltacak önemli bir adımdır. Fosil yakıtlara olan bağımlılık azalacak: İkinci adım yenilenebilir enerji kaynaklarına yüklenmeye başladık. Geçen sene gereken mevzuatı tamamladık. Bu sene rüzgardan elektrik üretme konusunda lisans verme sürecini başlattık. İlk rüzgarla enerji üretimi de başladı. Neredeyse Türkiye'deki elektrik üretiminin yüzde 1'ine yakınını üretmeye başladık. 3-5 yıllık bir perspektifle Türkiye'deki elektrik tüketiminin yüzde 10'unu yakınını bu türden yenilenebilir enerji kaynaklarından karşılanmasına ilişkin gereken adımlar atıldı. Nükleer enerji ile ilgili yasal alt yapıyı tamamladık eylül ayında ihaleye çıkıyoruz. Dünyada nükleer enerjinin toplam elektrik üretimindeki payı yüzde 17. Fransa gibi ülkelerde yüzde 78. Bütün dünyada nükleer enerji bir moda haline geldi. Ciddi talep var. Bu konuda Türkiye gerekli yasal düzenlemeleri yaptı. Yine Türkiye'de son yıllarda çok önemli kömür rezervleri bulundu. Bu kömür rezervlerinin kullanımına yönelik gerekli çalışmalarda devam ediyor. Özellikle bu kömür rezervlerinin yakınlarında termik santralların yapılmasına yönelik ciddi çabamız var. Tüm bunlar Türkiye'nin fosil yakıtlara, petrol ve türevlerine, kısacası enerjide dışa bağımlılığını azaltacak. Enerjimizin yüzde 25'ini doğalgaz ile üretiyoruz: Reformda üçüncü ayak ise enerjide özelleştirme ve serbestleşme çalışmaları. Özelleştirme çalışmaları son hızıyla devam ediyor. Martta 141 mw'lık elektrik üretim tesislerini 511 milyon dolara devrettik. Bu projeler şimdi onay ve imza aşamasında. 4 dağıtım bölgesinin özelleştirmesine ilişkin süreçse başladı. Ankara doğalgaz dağıtım şirketini özelleştirdik. Yani elektrikte özelleştirme ve serbestleştirme süreci son hızıyla devam ediyor. Biz elektriğin yüzde 50'sine yakınını doğalgaz ile üretiyoruz. Doğalgazın yüzde 99'unu ithal ediyoruz. Dolayısıyla Türkiye'deki enerji üretiminin nerdeyse yüzde 25'ini doğalgaz ile üretiyoruz. İşgücü piyasası reformu ile yükleri azalttık: İkinci reform, işgücü piyasası reformudur. Bu reform, rekabet gücünün ve istihdamın artırılması, kayıt dışının azaltılması ve dolayısıyla cari açığın azaltılması açısından attığımız en önemli adımlardan biridir. İşgücü piyasası reformunda birkaç unsur öne çıkıyor. Bunlardan bir tanesi istihdam üzerindeki idari ve mali yüklerin azaltılmasıdır. İstihdam piyasasına esneklik getirdik. Bu yarı zamanlı çalışma ile kadın ve gençlerin işgücüne katılımını teşvik edecek. Beceri açığını gidermeye ve istihdamı artırmaya yönelik önemli bir adımı da aktif işgücü politikalarını devreye alarak attık. Dünyada AR-GE'nin en hızlı arttığı ülkelerden biriyiz: Üçüncü önemli reform ise AR-GE. Türkiye'de üretilen ve ihraç edilen mal ve hizmetlerin gelişmiş ülkelere oranla katma değeri ve kâr marjı düşük üstelik teknoloji az ürünlerdir. Bu daha düşük gelir demek. Tasarrufta gelirin bir fonksiyonu olduğuna göre açık vermeye devam edeceğiz demek. Bu reform ile şirketlere yüzde 90'a kadar bütün vergilerden muafiyet sağlıyoruz. Bu da Türkiye'de AR-GE faaliyetlerinin inovasyonun ve patent sayısının artmasını sağlayacak en önemli adımdır. Orta dönemde Türkiye'yi sınıf atlatacak önemli reformlardan biridir. Zaten son birkaç yıldır kamunun TÜBİTAK'a aktardığı kaynaklarla Türkiye AR-GE ve patent liginde sınıf atlama sürecine girmiştir. Dünyada AR-GE'nin en hızlı arttığı ülkelerden biriyiz. Prim gün sayısındaki değişiklik algılamayı bozdu: Dördüncü reform sosyal güvenlik. Sosyal Güvenlik Reformu uzun dönemde Türkiye'nin mali sürdürülebilirliği açısından en kritik reformlarından biri. Hatta bence Cumhuriyet tarihinde yapılmış en önemli reformlardan biridir. Piyasada bu reform sulandırıldığı izlenimi var ama tamamen yanlış. Yanlış anlama prim gün sayısındaki değişiklikten kaynaklandı. Biz başlangıçta prim gün sayısı 9 bin olsun dedik. Şu anda 7,200 gün çalışmak zorundasınız. Bunun kamu finansman dengesine etkisi hemen hemen yok sayılır. Neden? 9 bin gün çalışınca da 7,200 gün çalışınca da emekli olmuyorsun. Diyelim ki siz 25 yaşına geldiniz işe başlayacaksınız. Şu anda 7,200 gün çalışmak zorundasınız. 7,200 gün yaklaşık 20 yıla geliyor. Yani 45 yaşında emekli oluyorsunuz. 45 yaşına geldiğinizde emekli olamıyorsunuz 65'i bekleyeceksiniz. Dolayısıyla 7,200 gün olması ile 9 bin gün olması arasında hiçbir fark yok. Dedik ki; 25 yaşında işe başlayan bir kişi en azından 30 yıl çalışsın ve 65 yaş için çok beklemesin. Kayıt dışını azaltmak için 9 bin iş gününü istedik. Bu hem vatandaşın sistemde uzun süre kalmasını ve prim ödemesini getirecekti hem de daha fazla çalışarak daha fazla gelir elde etmesine neden olacaktı. Şimdi bir sürü genç emekli aldığı maaşla geçinemeyip yeniden işe giriyor. Reform sulanmadı bazı noktalarda iyileşme bile var: Sosyal Güvenlik reformları yapılırken 3 tane temel parametre vardır. Birincisi emeklilik yaşıdır. İkincisi aylık bağlanma oranıdır. Üçüncüsü güncelleme katsayısıdır. 30 OECD ülkesinin 4'ünde emeklilik yaşı 2007 yılında, 65-68 aralığında. 21 ülkede 65. 4 ülkede ise 60-65 arası. Sadece Türkiye'de 2007 yılında erkeklerde emeklilik yaşı 47, bayanlarda 43'tü. 2006 yılı reformunda bu kademeli olarak 65 yaşa çıkartılıyordu ve bu kaldı. Aylık bağlanma oranı Türkiye'de neredeyse 3'e yakın. 2006 yılında hazırlanan reformda bu oran 2,25'ti. Çıkan reform ile biz bunu sisteme yeni katılacaklar için 2'ye indirdik. Güncelleme katsayısı eski sistemde enflasyon artı yüzde 100 refah payıydı. Yeni sistemde yüzde 100'lük refah payı yüzde 30'a düşürüldü. YİD modeline esneklik geldi: Türkiye'nin altyapı rekabet gücü çok önemli. Çok büyük altyapı yatırım ihtiyaçlarımız var. 20 yıllık perspektifte bakıldığında OECD ülkelerinin altyapı yatırım ihtiyacının 27 trilyon dolar olarak hesaplanıyor. Rekabet açısından navlunun düşük tutulması, malların hızlı bir şekilde bir yere varması, az maliyet tüketerek yollarda az enerji harcamak ulaştırmak önemlidir. Kamu kaynaklarının kısıtlı olmasından hareketle yap-işlet-devret modelinin kapsamını genişleterek sisteme esneklik getirdik. Kamu-özel sektör işbirliği çerçevesine esneklik kazandırdık. Türkiye'de yapılması gereken altyapı yatırımlarının özel sektör kanalıyla yapılması için önünü açtık. Sadece bunu havalimanlarının yapılması ile sınırlamayın. Reform olmasa 2008-2075 arasında sosyal güvenlik açığı 1,8 trilyon dolar olacaktı Bakan Şimşek, Sosyal Güvenlik Reformu yapılmasaydı 2008-2075 arasında birikimli açığın yaklaşık 1,8 trilyon dolar olacağını da belirtti. Şimşek şöyle konuştu: "Bu reformlar ile açıklar muhtemelen üçte bire inecek. Bu rakamda üstelik açık finansman maliyeti yoktur. Ülke bu açığı azaltmakla ortaya çıkacak kaynağı, eğitime, altyapıya, AR-GE ve sağlığa ülkenin uzun dönemli refah seviyesini yükseltecek rekabet gücünü artıracak unsurlara aktarma şansına sahip oluyor. Sosyal güvenlik bir ulusal güvenlik problemimizdir." Elektrikte ocakta yapılan zamma dikkat çekildi Ekonomiden Sorumlu Devlet Bakanı Mehmet Şimşek, 2008 yılı temmuz ayında geçilmesi planlanan otomatik fiyatlandırma sonrasına ilişkin bir zam oranı bildirmediğini açıkladı. Devlet Bakanlığı'ndan yapılan açıklamada Elektriğe temmuz öncesi yüzde 19 zam haberinin gerçeği yansıtmadığı belirtilerek "Bakan Mehmet Şimşek köşe yazarları ile gerçekleştirdiği görüşmede elektriğe bu yılın ocak ayında gerçekleştirilen fiyat artışına dikkat çekmiş, 2008 yılı temmuz ayında geçilmesi planlanan otomatik fiyatlandırma sonrasına ilişkin ise yeni bir rakam dile getirmemiştir" ifadelerine yer verildi.