Küreselleşmeye karşı siyasi tehditler

Küreselleşmeye karşı siyasi tehditler

YAYINLAMA
GÜNCELLEME

Financial Times / Gideon Rachman Eğer "küreselleşme"yi bir imgeyle tanımlamanız gerekse, o imge ne olurdu? Oyuncak ve tişörtlerle dolu, Çin'den demir almış bir yük gemisi mi? Bangalor'da klavyesinin başında bir bilgisayar programcısı mı? Heathrow Havaalanı'nın üzerinde umutsuzca dönüp duran bir uçak mı? Küreselleşme deyince çoğu insanın gözünün önüne gelen imgeler ekonomi, teknoloji ve iş dünyasıyla ilgili. Ama piyasa, modem ve üreticilerin devreye girmesinden önce siyasi değişimlerin gerçekleşmesi gereklidir. Küreselleşmiş iş dünyasının temelleri siyasidir. Dolayısıyla sisteme karşı en büyük tehditler de siyasidir. Küreselleşme konsensüsüne karşı itiraz, toplum tarafından aşağıdan gelir. ABD, Asya ve Avrupa'daki siyasi seçkinler, küreselleşmenin yalnızca zenginlerin yararına bir plan olmadığına inandırmaya çalışıyorlar. Eğer dünyanın büyük ekonomilerinden birinde bu yaklaşım tutmazsa, küreselleşmeyi destekleyen siyasi konsensüs çözülebilir. Son küreselleşme dalgası 1978'de başladı Söz konusu konsensüsün kurulması yenidir. Küreselleşmeyi olanaklı kılan siyasi değişimler olağanüstü kısa bir süre içinde gerçekleşti. Kesin olarak belirtmek gerekirse 1978-1991 yılları arasında gerçekleşmiştir o siyasi değişimler. İlk ve en önemli gelişme, Çin'in Maoizm'den piyasaya dönme kararıydı. Bu dönüş, Deng Şiaoping'in 1978'de başlattığı reformlarla başlatıldı. Bir yıl sonra Margaret Thatcher, İngiltere'de iktidara geldi. İlk icraatlarından biri döviz denetimlerini kaldırarak Londra'nın küresel finans merkezine dönüşmesini kolaylaştırmak olmuştu. Thatcher böylece uluslararası düzeyde örnek alınan bir icraata imza atmıştır. Sonra, 1980 yılında Ronald Reagan, deragülasyon ve vergi kesintisi politikalarıyla ABD Başkanı oldu ve dünyanın dört bir yanında piyasa ideolojisine büyük bir destek oldu. 1980'lerin ortasında Avrupa Birliği, Avrupa'da ortak bir piyasa yaratmaya söz verdi. 1989 yılında, Berlin Duvarı'nın yıkılması Doğu Avrupa ve Rusya'nın küreselleşme oyununa katılmasına yol açtı. Ayrıca 1980'ler, Latin Amerika'nın en büyük ülkelerinde korumacı, halkçı siyasetçilerin itibardan düştüğü yıllar oldu. Son olarak 1991'de bir büyük değişiklik daha oldu: Hintli liderlerin, Hindistan'ın bağımsızlığını kazanmasından sonra Hint ekonomisinin gelişmesine engel olan regülasyon ve korumacılığa son verme kararları. Böylece, 15 yıldan kısa bir sürede, dünyanın güç merkezlerindeki siyasi seçkinler genel olarak aynı sonuçlara ulaştılar. Küresel ticari faaliyeti ve piyasa ekonomisini kucakladılar. Bunun sonucunda Pekin, Moskova ve Yeni Delhi'de iş yapmak Londra ve New York'ta iş yapmak kadar sıradan bir olaya dönüştü. Ama böylesi bir dünyada 20 yıldan az bir süredir yaşıyoruz. Daha önceki küreselleşme devirleri siyasi karışıklık sona erdirdi. Bunlar, 1914'te başlayan savaş ve 1930'larda faşizmin yükselişiydi. Peki, aynı şey yine olabilir mi? Küreselleşmeye karşı 3 belirgin tehdit var En belirgin tehdit, dünyanın en önemli siyasi ve ekonomik ilişkinin tarafları olan ABD ve Çin arasında bir kriz yaşanmasıdır. Bush yönetimi savaşçı ününe karşın Çin'le karşı karşıya gelmemek için çok dikkatli davrana geldi. Çinliler'in de benzer şekilde Amerika ile çatışmaya hiç isteği yok, en azından şimdilik öyle. Küreselleşme karşılıklı çıkarların olduğu bir ağ yaratmış durumda. Çin-ABD ilişkilerinde asıl risk bir hesap hatasından doğabilir. Ticaret, Tibet ya da Tayvan üzerine olsun, gerçek bir zarar verecek şekilde büyüyecek bir çatışma olabilir. Bunu ABD'de süreğen bir resesyon, başkanlık seçimi ve Pekin Olimpiyatları'yla birleştirin, işte size olası bir bela için bir formül... Uzun dönemde, terörizm ve iklim değişimi de sistem için risk oluşturuyor. Küreselleşme, seyahat kolaylığına dayalı gelişiyor. Ama, farklı yollarla da olsa hem küresel ısınma, hem de küresel terörizm istediğiniz an bir uçağa atlayıp yolculuk etme kolaylığını tehdit ediyor. En büyük tehdit "konsensüs"ün bozulması Ama, küreselleşmenin karşısındaki en büyük risk siyasetçilerin küreselleşmeyi artık savunamayacak duruma gelmeleridir. Yakın zamanda ABD'de yapılan bir kamuoyu yoklaması, Amerikalılar'ın yüzde 58'inin küreselleşmenin ABD için kötü olduğuna, yüzde 28'inin ise ABD'nin işine yaradığına inandığını gösterdi. On yıl önce az bir farkla çoğunluk küreselleşme yanlısıydı. Siyasetçiler de bu değişime ayak uyduruyorlar. ABD Başkanlık seçimine girmek için yarışan Demokrat adaylar giderek, serbest ticareti kuşkuyla ele alan bir siyasi çizgiye yöneliyorlar. Cumhuriyetçiler de yasadışı göçe karşı seslerini yükseltiyorlar. Avrupa'da, Cumhurbaşkanı Nicolas Sarkozy, Avrupa düzeyinde korumacılık politikalarını savunuyor. İthal malara karşı Avrupa Birliği mallarının tercih edilmesi kuralını getirmek istiyor. Bu da Avrupa Birliği dışından gelen mallara daha yüksek gümrük tarifesi uygulanması anlamına geliyor. Sarkozy'nin henüz çok sayıda müttefiki yok Avrupa Birliği'nde, ama Silvio Berlusconi'nin İtalya'da yeniden seçilmesi bu durumu değiştirebilir. Hindistan ve Çin'de yoksullar küreselleşmeden yararlanamadı Dışarıdan bakanlar, küreselleşmeden en çok yararlananların Hintliler ve Çinliler olduğunu düşünür. Ama son Hindistan hükümeti genel seçimleri kaybetmesinin en büyük nedeni yoksul, kırsal bölgelerde yaşayan seçmenlerin ekonomik büyümeden pay alamamalarıydı. Yakında gelecekte bir seçimden dolayı Hintli siyasetçiler yeni bir dünya ticaret anlaşması imzalamakta acele etmiyorlar. Çin gibi tek partili bir devlette siyasi iklimi ölçmek daha zor. Ama yetkililerin, kırsal bölgelerdeki işsizlik, çevresel protestolar ve zengin kıyı bölgeleriyle yoksul iç bölgeler arasındaki uçurumla ilgili apaçık belli olan endişeleri küresel kapitalizmin kabul edilmesini sağlamanın Çin'de bile zor bir iş olabileceğini gösteriyor. Yoksulların küreselleşmenin kaybedenleri olduğu düşüncesi yükselen gıda fiyatlarıyla pekişti. İktidardaki seçkinler için en büyük tehdit olan açlık, küreselleşmeyi kucaklayan birçok ülkede yeniden baş göstermeye başladı. Bütün dünyada siyasi liderler bütün bu baskıları denetim altında tutmak ve küreselleşmeyi olanaklı kılan konsensüsü sürdürmek için büyük çaba harcıyorlar. Ama işleri giderek zorlaşıyor. Küreselleşme, siyasi değişimle olanaklı kılındı. Ama siyasetin yaptığını yine siyaset ortadan kaldırabilir. [Gideon Rachman, Financial Times Gazetesi'nin uluslararası ilişkiler baş yazarı.] Çeviren: Servet YEŞİLYURT