”Toparlanma uzun zaman alacak”

MB Başkanı Yılmaz, iktisadi faaliyetteki gerilemenin önümüzdeki dönemde de süreceğini belirtti

YAYINLAMA
GÜNCELLEME

 

İSTANBUL - Merkez Bankası Başkanı Durmuş Yılmaz, ekonomideki toparlanmanın oldukça yavaş ve kademeli olacağının tahmin edildiğini kaydetti.

Yılmaz, Boğaziçi Üniversitesinde, "Küresel Kriz, Etkileri ve Para Politikası Uygulamaları" konulu konuşmasında, bugün itibariyle dünyada toplam dış ticaretin daralmasından en çok etkilenen ekonomilerin; ihracatın toplam GSYH içindeki payı yüksek ve özellikle yatırım ve dayanıklı mal ihracatçısı ülkeler olduğunu söyledi.

Sabit kur rejimi uygulayan ülkelerde hem iktisadi faaliyette hem de enflasyon hızında dalgalı kur rejimi uygulayan ülkelere göre daha sert bir yavaşlama yaşandığını ifade eden Yılmaz, bu farklılığın nedeninin; sabit değerle yönetilen kur rejimi uygulayan ülkelerin merkez bankalarının sermaye çıkışı karşısında kurun seviyesini korumak için döviz satarak karşılığında yerli parayı piyasadan çekmesi, bunun sonucunda piyasa faizlerinin yükselmesi ve likidite koşullarının öngörülenin de ötesinde sıkılaşması olduğunu kaydetti.

Dalgalı kur rejiminin uygulandığı ülkelerde ise para birimlerinin değer kaybetmesi ve para otoritelerinin faiz oranlarını kontrollü olarak gevşetmelerinin iktisadi faaliyetteki daralmanın boyutunu sınırladığını belirten Yılmaz, "Dalgalı kur rejimi, sermaye akışının serbest olduğu bir ülkede hızla kötüleşen uluslararası likidite koşulları altında ekonominin aşırı düzeyde daralmasını önleyen bir emniyet sübabı görevi görmektedir" dedi.

Yılmaz, dünyada merkez bankaları ve hükümetlerin aldığı önlemlere de değinerek, hızla değişen bir küresel iktisadi konjonktürde para politikası uygulamasının temelini oluşturan tahminlerin, açıklanan her yeni veri sonrasında yüksek oranda güncellenmesinin para politikasının esnek olmasını gerektirdiğini söyledi.

Ekonomik krizin iktisadi faaliyette her defasında tahmin edilenin ötesinde bir yavaşlamaya neden olacağı endişesiyle enflasyon kaygılarının, yerini deflasyon riskine bıraktığını vurgulayan Yılmaz, konuşmasını şöyle sürdürdü:

"Bu dönemde gelişmiş ülke merkez bankalarının politika faiz oranlarını önemli ölçüde indirerek finansal krizi kontrol altına almaya çalıştıkları görülmektedir. Gelişmekte olan ülkelerin merkez bankaları ise başlangıçta döviz kurlarındaki değer kaybı ve finansal istikrar kaygıları nedeniyle temkinli bir tavır izlerken krizin devamında toplam talep koşullarının sert bir şekilde gerilemesi ve enflasyonun endişe kaynağı olmaktan çıkması ile birlikte son dönemde para politikalarını gevşetme eğilimine girmişlerdir. Finansal çalkantının kriz boyutlarına çıktığı 2008 yılı Eylül ayı ile 2009 yılı Şubat ayı arası dönemde gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerde ortalama politika faiz oranları sırasıyla 260 ve 140 baz puan indirilmiştir."

"Küresel mali önlemler toplamı 2 trilyon doları aştı"

Durmuş Yılmaz, birçok merkez bankasının bilanço büyüklüklerinin tarihlerindeki en yüksek seviyelere ulaştığına dikkati çekerek, "Merkez bankalarının piyasaya büyük miktarlarda likidite sağlamasına rağmen kredi riski algılamasının yüksek seyretmesi, bankaların kredi kullandırma konusunda temkinli davranmalarına neden olmaktadır. Kredi imkanlarındaki sıkılığın devam etmesi ve aktarım kanallarındaki tıkanıklık, para politikasının etkinliğini sınırlamaktadır" diye konuştu.

Merkez bankalarının aldığı önlemlerin yanı sıra, özellikle gelişmiş ülke hükümetlerinin vergi indirimleri ile yeni kamu harcamalarını içeren kapsamlı mali paketlerini uygulamaya koyduğunu ifade eden Yılmaz, yaşanan krizin boyutu ve ekonomik faaliyetteki gerilemenin eş zamanlı olarak tüm dünya geneline yayılmasının alınan önlemlerin zamanında ve diğer ülkelerle koordineli bir şekilde uygulanmasını gerekli kıldığını, dolayısıyla 1980 ve 1990'ların başında yaşanan küresel kriz dönemlerine kıyasla bu dönemde alınan mali önlemlerin nispeten daha hızlı ve koordinasyon içinde hayata geçirildiğini anlattı.

Şimdiye kadar açıklanan küresel mali önlemler toplamının 2 trilyon Doları aştığını, önlemlerin planlandığı şekilde 2009 yılı içerisinde hayata geçirilmesi durumunda küresel GSYH'ın yüzde 2'si büyüklüğüne ulaşacağının tahmin edildiğini belirten Yılmaz, şöyle devam etti:

"Küresel mali krizin Türkiye ekonomisi üzerindeki etkileri 2008 yılının son çeyreğinde hem iç talepte hem de dış talep üzerinde belirgin bir şekilde kendini göstermiştir. Sanayi üretim endeksinin düşüş hızı 2008 yılı Ekim ayından itibaren hızlanmış, imalat sanayi kapasite kullanım oranı 2009 yılı Ocak ayında 1991 yılından bugüne görülen en düşük seviyesine gerilemiştir. 27 çeyrektir kesintisiz büyüyen Türkiye ekonomisinin 2008 yılının son çeyreğinde yüksek oranda daralması beklenmektedir.

@page@

Küresel ekonomik faaliyetin yavaşlaması Türkiye'nin ihracat pazarlarını da olumsuz etkilemektedir. 2008 yılının son çeyreğinde Türkiye'nin ihracat artışı hem fiyat hem de miktar bazında ciddi bir yavaşlama göstermiştir. Açıklanan tüketime ilişkin göstergeler, son dönemde tüketim eğilimindeki bozulmanın durduğuna, ancak yurt içi talebin halen oldukça zayıf seyrettiğine işaret etmektedir.

Firmaların kapasite kullanım oranındaki düşüş nedeniyle yatırım eğilimindeki toparlanmanın zaman alacağı düşünülmektedir. Sonuç olarak ekonomideki toparlanmanın oldukça yavaş ve kademeli olacağı tahmin edilmektedir.

Mevcut konjonktürde iç ve dış talepteki keskin daralma şirketlerin bilançolarını çeşitli kanallardan etkilemektedir. Küçük ve orta ölçekli şirketlerin ağırlıklı olarak TL cinsi olan borçlarının maliyeti yüksek seyretmekle beraber söz konusu kesimin yüklendiği kur riskinin sınırlı olduğu tahmin edilmektedir.

TCMB'nin yayınladığı şirket bilançoları verilerine göre, Türkiye'de küçük ve orta ölçekli şirketlerin yüzde 75'inin yabancı para borcu bulunmamaktadır. Yabancı para cinsi borçların daha çok büyük ölçekli ve ihracat amaçlı üretim yapan şirketler üzerinde yoğunlaştığı ve bu borçların vade yapısının geçmiş dönemlere kıyasla oldukça uzun olduğu görülmektedir. Bunun yanı sıra 2008 yılının ikinci çeyreğinde 85 milyar dolar olan şirketlerin açık döviz pozisyonu, 2008 yılının son çeyreğinde azalış göstererek 80,5 milyar dolarına gerilemiştir."

"Bankacılık sistemine yönelik nakit önlem paketine ihtiyaç yok"

Durmuş Yılmaz, dünyadaki örneklerinin aksine, bugüne kadar Türkiye'de bankacılık sistemine yönelik bir nakit önlem paketine ihtiyaç duyulmadığını, bunun en önemli nedenlerinden birinin; bugün birçok ülkenin finans piyasalarına yönelik hayata geçirdiği kurtarma paketlerinin ve düzenlemelerinin birçoğunu Türkiye'nin, 2001 yılında yaşanan krizin ardından ve kamu bütçesine ağır bir yük getirme pahasına uygulaması olduğunu söyledi.

Yılmaz, "Takip eden dönemde bankacılık sistemine ilişkin düzenleme ve denetlemenin tavizsiz bir şekilde uygulanması ve bankaların sermaye yeterliliği ve özellikle yabancı para cinsi likidite rasyolarına getirilen düzenlemeler, diğer birçok gelişmekte olan ülkenin bankacılık sistemine kıyasla Türk bankacılık sektörünün şoklara karşı dayanıklılığını artırmıştır. Bankaların sermaye yeterlilik rasyolarının güçlü olması, mevduatın krediye dönüşme oranının ve kaldıraç oranlarının gelişmiş ülke örneklerine göre daha makul düzeylerde bulunması, bilançolarında toksik varlık bulunmaması ve yabancı para pozisyonlarının çok düşük düzeyde olması, bankalarımızın dayanaklılığını artıran unsurlardır" şeklinde konuştu.

Merkez Bankası tarafından yapılan senaryo analizlerinin; tahsili gecikmiş alacak dönüşünün oranına uygulanan 15 puanlık çok yüksek bir artış şoku karşısında dahi sektörün sermaye yeterlilik oranının yasal sınır olan yüzde 8'in üzerinde kalacağını gösterdiğini kaydeden Yılmaz, konuşmasını şöyle sürdürdü:

"Hane halkı tarafına bakıldığında, diğer gelişmekte olan ülkelere kıyasla Türkiye'de borçluluk oranının oldukça düşük bir seviyede olduğu görülmektedir. Hane halkının mevcut borç stokunun küçük bir kısmının yabancı para cinsinden olması da ülkemizi başta Orta ve Doğu Avrupa ülkeleri olmak üzere diğer birçok gelişmekte olan ülkeye kıyasla daha avantajlı bir konuma getirmektedir. 2008 sonu itibariyle hane halkının yabancı para cinsi varlıkları 61,3 milyar dolar iken, yabancı para yükümlülükleri 2,7 milyar dolardır. Dolayısıyla hane halkı kesiminin 58,6 milyar doları seviyesinde bir yabancı para pozisyon fazlası bulunmaktadır. Son olarak, kamu kesiminin mevcut döviz cinsi borç stokunun nispeten uzun vadeli olması ve Hazinenin önemli miktarda döviz mevduatına sahip olması, kur kaynaklı riskleri sınırlamaktadır."

Yılmaz, 2008 sonu itibariyle kamu net dış borç stokunun GSYH'a oranının yaklaşık 1,5 düzeyinde gerçekleşeceğinin tahmin edildiğini bildirdi.

Olağandışı dönem

Küresel piyasalardaki çalkantının başladığı günden bugüne TCMB olarak ortaya koydukları para politikası duruşu ve aldıkları tedbirler konusunda da bilgi veren Yılmaz, devam eden krizin geçmiş dönemde yaşanan krizler gibi bölgesel ve yerel değil, küresel çapta olması deflasyon ve hatta resesyon riski taşımasının, içinden geçtiğimiz dönemi olağan dışı kıldığını, bu çerçevede Merkez Bankasının izlemekte olduğu para politikasının anlaşılabilmesi için bu politikaların son yıllarda alışıla gelen davranış kalıplarının dışında değerlendirilmesinin gerekli olduğunu düşündüğünü kaydetti.

Durmuş Yılmaz, Merkez Bankası kanununun 4. maddesinde "banka fiyat istikrarını sağlama amacıyla çelişmemek kaydıyla hükümetin büyüme ve istihdam politikalarını destekler" şeklinde açık bir hüküm bulunduğunu anımsatarak, "Bu hüküm, içinden geçtiğimiz bu gibi dönemlerde kullanılmak üzere oluşturulmuştur. Nitekim Merkez Bankası 2008 yılının son çeyreğinde enflasyonu olumsuz etkileyen gelişmelerin tersine dönmesiyle birlikte süratli bir şekilde faiz indirimlerine gitmiş, bu konuda yükselen piyasalar arasında öncü bir rol oynamıştır" diye konuştu.

@page@

Yine kanunun aynı maddesinde finansal sistemde istikrarı sağlayıcı tedbirler almanın, Merkez Bankasının temel görevlerinden sayıldığını hatırlatan Yılmaz, kamuoyunca iyi anlaşılması gereken bir konuyu da özellikle vurgulamak istediğini, 2008 yılının Mayıs ayında enflasyon hedefinin değiştirilmesine karar verdiklerinde, gıda ve enerji fiyatlarının beklenenden daha hızlı düşmesi durumunda enflasyonun hedefin altında kalmasına izin vereceklerini ifade ettiklerini ve bu politikalarının değişmediğini söyledi.

Kontrollü ancak oldukça hızlı bir faiz indirim süreci

Yılmaz, döviz kurlarında 2006 Mayıs çalkantısında ve son dönemde sert yükselişler yaşanmasına karşın Merkez Bankasının farklı para politikaları uyguladığını hatırlattı.

Yılmaz, 2006'da güçlü iç ve dış talep koşulları altında dövizdeki yükselişin enflasyonun orta vadedeki görünümünü olumsuz etkileme potansiyeli taşıdığını, mevcut ortamda ise zayıf iç ve dış talep koşulları altında döviz kuru geçişkenliğinin düşük seviyede seyretmesi, reel kesim için finansman koşullarının sıkılaşması, enflasyon bekleyişlerinin iyileşmenin kontrollü ancak oldukça hızlı bir faiz indirim sürecini mümkün ve gerekli kıldığını anlattı.

Durmuş Yılmaz, bu durumun, yüksek faiz - düşük kur olarak özetlenen döviz kurunu düşürmek için faiz oranlarının yüksek tutulması gibi bir uygulama olmadığı açık bir şekilde gösterdiğini kaydetti.

Merkez Bankasının 2008 Kasım ayında politika faiz indirim sürecini başlattığını, son süreçte faiz indirimlerine azalan hızla devam edildiğini ifade eden Yılmaz, "Kasım 2008'den bu yana yaşanan gelişmeler ve özellikle enflasyona ilişkin açıklanan veriler, Merkez Bankasının öngörülerinin ve bu doğrultuda gerçekleştirdiği faiz indirim kararlarının doğruluğunu teyit etmiş ve para politikasına duyulan güveni artırmıştır" diye konuştu.

Düşük faiz

Reel faizin durgunluk dönemlerinde daha düşük gerçekleşmesinin normal işleyen ekonomilerde olması gereken ancak Türkiye ekonomisinde hiç yaşanmamış bir durum olduğuna işaret eden Yılmaz, "Türkiye'de 1994 ve 2001 krizlerine kıyasla reel faizlerin bugün bulunduğu düzey, Türkiye ekonomisinin normalleştiğinin bir göstergesi olarak algılanmalıdır" dedi.

Para politikasının, ekonominin uzun dönem büyüme performansı üzerinde fiyat istikrarının sağlanması ve sürdürülmesinin getirdiği fayda dışında kalıcı bir etkisi olmadığını söyleyen Yılmaz, para otoritelerinin ancak kısa vadede ekonominin potansiyel büyüme trendi etrafında aşağı ya da yukarı yönlü salınımının dengelenmesine katkıda bulunabileceğini belirtti.

Merkez Bankası Başkanı Yılmaz, "Eğer likidite koşullarının olumlu olduğu 2006-2007 arasındaki dönemde Merkez Bankası risk priminin azalmasına paralel olarak politika faizlerinde kuvvetli bir gevşemeye gitmiş olsaydı, Türkiye ekonomisi hem varlık fiyatlarındaki ilave artış hem de hızlı iç tüketimin yol açacağı daha yüksek borçlanma nedeniyle bugün yaşanan krize daha olumsuz başlangıç koşullarında girmiş olacaktı" görüşünü dile getirdi.

Fiyat istikrarının sağlanmasının sadece enflasyonla mücadeleyi gerektirmediğine işaret eden Yılmaz, mevcut enflasyon hedeflerinin deflasyon riskinin önüne geçilmesi açısından yeterince yüksek olduğunu söyledi.

Yılmaz, oluşturdukları senaryolara ilişkin de bilgi verdiği konuşmasında, şunları kaydetti:

"Son veriler ışığında orta vadeli öngörülerimiz, baz senaryoya yakın ancak geç toparlanmayı da gündeme alan bir çerçevede şekillenmektedir. Bu nedenle, mevcut veriler ışığında enflasyonun belirgin bir şekilde hedefin altında kalma ihtimalinin devam ettiğini, şartlara bağlı olarak para politikasının aşağı yönlü esnekliğini uzunca bir süre sürdürmesinin gerekli olabileceğini düşünmekteyiz. bundan sonraki olası faiz indiriminin miktar ve zamanlaması enflasyon görünümünü etkileyen unsurlardaki gelişmelere bağlı olacaktır."

Yılmaz, şiddetli talep daralmasının en kısa sürede telafi edilmesi için gerekli hareket alanına sahip ülkelerin merkez bankalarının, faiz indirimleri yoluyla özel tüketimi canlandırıcı ve güven artırıcı tedbirler almaları ve kamu harcamalarının artırılmasının politika yapıcılarının gündeminde yer aldığını anlattı.

Türkiye'de 2001 yılından bu yana uygulanan politikaların ve makro istikrarın kamu borç portföyünde likidite, faiz oranı ve döviz kuru risklerine karşı duyarlılığı önemli ölçüde azalttığına dikkati çeken Yılmaz, "Bununla birlikte Türkiye'nin maliye politikalarında hareket alanının gelişmiş ülkelere göre kısıtlı olduğu unutulmamalıdır" dedi.

Durmuş Yılmaz, Merkez Bankasının TL ve döviz likiditesinin bir arada önem kazandığı bir dönemde gerekli tedbirleri uygulamaya koyduğunu belirtti.

@page@

Alınan önlemlerin döviz likiditesine ilişkin endişeleri önemli ölçüde giderdiğini ifade eden Yılmaz, Merkez Bankasının döviz depo piyasasında aracılık faaliyetlerine başladığı 9 Ekim 2008 tarihinde ortalama yüzde 5,18 olan haftalık dolar cinsi faizlerin 3 Mart 2009 itibariyle yüzde 0,63 olarak gerçekleştiğini kaydetti.

Yılmaz, bundan sonra da döviz piyasasına yönelik ilave önlemleri gerektiği takdirde, imkanları ölçüsünde ve basiretli şekilde almaya devam edeceklerini bildirdi.

"Olan biten gerçek, rakamlar gerçek"

Yılmaz, konuşmasının ardından öğrencilerin sorularını yanıtladı. Durmuş Yılmaz, küresel krizin finansal güçler ve medya tarafından kasıtlı olarak daha büyük gösterildiğine inanıp inanmadığını sorması üzerine, şirket bilançolarının yayınlandığını ve bu bilançolarda zararın ne olduğunun belli olduğunu kaydetti.

Yılmaz, ''Kim kendi bilançosunda olmayan zararı ortaya koyar da ortalığı karıştırmaya çalışır? Olan biten gerçek, rakamlar gerçek... Ancak bunun basında işleniş tarzı, sunuş tarzı farklı olabilir. Fakat şu anda ciddi bir ekonomik daralmayla bütün dünya karşı karşıya...'' dedi.

Merkez Bankasının İstanbul'a ne zaman taşınacağı ve ilk olarak hangi departmanların geleceğinin sorulması üzerine Yılmaz, şunları kaydetti:

''Merkez Bankası Kanununda bir madde var, der ki; Bankanın merkezi Ankara'dır. Bu değişmediği sürece Merkez Bankası İstanbul'a gelemez. Siyasi otorite, bununla ilgili olarak TBMM'ye bir kanun tasarısı gönderdi fakat bu, henüz görüşülmedi. Bu kanun tasarısının sonucu ne olur hep birlikte göreceğiz. Bu kanun değiştikten sonra ancak Merkez Bankasının yerinin değiştirilmesi gündeme gelebilir.''

FED'in ekonomideki olumsuzluklara tepki vermesi konusunda geç kalıp kalmadığına ilişkin soru üzerine, Yılmaz, yaşanan krizin klasik krizlerden farklı olduğunu, bu nedenle para politikası ile ilgili ezberlerin önemli kısmının bozulduğunu belirterek, FED'in ortaya çıkan duruma yanıt vermekte gecikmediğini, ancak alınan önlemlerin bilinen para politikası uygulamalarından farklı olduğunu vurguladı.

Piyasadaki likidite durumunun merkez bankalarının bilançolarına bakılarak anlaşılabileceğini ifade eden Yılmaz, 2007 Ağustos ayında 850 milyar dolar bilanço büyüklüğüne sahip olan FED'in, şu anda 2 trilyon dolara ulaştığını bildirdi.

Likiditenin fazla olmasına karşın güven ortamı bulunmaması nedeniyle sıkıntı yaşandığını dile getiren Yılmaz, ''Bugün Amerikan mali sisteminin elindeki likidite bir trilyon dolardır. Herkes bunun üzerinde oturuyor'' dedi.

"Faiz indirimleriyle ilgili alanımız olduğunu düşünüyoruz"

Durmuş Yılmaz, ''Faiz indirimlerinin sonuna gelindi mi?'' sorusu üzerine, ''Bir miktar daha faiz indirimleriyle ilgili alanımız olduğunu düşünüyoruz. Portföy yatırımlarının ülkeye gelmesi için en önemli nokta siyasi ve makro ekonomik istikrar. Eğer bu yoksa sermaye ülkeye gelmiyor. Sermaye ilk önce istikrara, sonra getirisine bakıyor. Belirleyici olan istikrar ve yeterli fonun bulunup bulunmadığıdır'' şeklinde konuştu.

Açıklanan paketleri yeterli bulup bulmadığına ilişkin bir soruya da Yılmaz, ''Siyasi iktidardan beklenen; para politikasının etkin olabilmesi için var olan makro istikrarın sürdürülmesi ve orta vadede sürdürülebilir mali bütçenin ortaya konulmasıdır. Para politikasının etkinliğinin artırılması için mali disiplin şart'' karşılığını verdi.

Yılmaz, ABD ve AB'nin bazı ülkelerinde mevduat güvencesi uygulamasının Türkiye'de de yapılması halinde, yatırımcılar açısından bunun nasıl karşılanacağına ilişkin bir soru üzerine de yerli ve yabancı yatırımcının, güvenilirlikle ilgili bir problemi olması halinde böyle bir uygulama yapılabileceğini, ancak Türkiye'nin böyle bir uygulamaya ihtiyacı bulunmadığını söyledi.

Enflasyonun önemli olduğu gibi onun zıttı olan deflasyonun da çok önemli olduğunu vurgulayan Yılmaz, ''Enflasyon hedeflemesi yapıldığı gibi belki enflasyonu aşağıya doğru çekmek değil de şu andaki deflasyon üzerinden enflasyonu bir yere getirmek için bir hedef yapılabilir diye düşünüyorum'' değerlendirmesinde bulundu.

"Önümüzdeki dönemde faiz indirimlerinin yansımalarını göreceğiz"

Merkez Bankası Başkanı Yılmaz, aldıkları kararların tüketici kredileri üzerinde biraz olsun etki yarattığını ifade ederek, ''Tüketici kredileri aşağıya geldi. Bu henüz şirketler kesiminin, ticari kesimin kullandığı kredilere çok fazla yansımadı. Önümüzdeki dönemde faiz indirimlerinin yansımalarını göreceğiz diye düşünüyoruz'' dedi.

@page@

Krizin reel sektöre etkisinin hangi dönemde değişeceğine ilişkin olarak da, Yılmaz, şunları kaydetti:

''Kriz ortaya çıktığında şöyle tartışmalar oldu; 'Önümüzdeki dönemde bir ayrışma yaşayacağız. Bir tarafta gelişmiş ülkeler bir tarafta gelişmekte olan ekonomiler' ama ben şahsen buna hiç inanmadım. Bugüne de öyle bir ayrışma söz konusu değil.

Her ülke, uluslararası ekonomiye entegre oluş derecesine göre bu gelişmelerden etkilenecek dedim. Gerçekten de şu anda olan bu etkileşim de üç kanalda oluşacak; kredi kanalı, portföy kanalı ve ticaret kanalı. En etkin çalışan kanal ise ticaret kanalı. Reel sektörün ticaret, en çok da ihracat kanalından etkilendiği gözüküyor. ''

Yılmaz, ''Ülkeler avrodan çıkıp kendi para politikalarını belirleyebilirler mi?'' sorusuna ise, parasal birliğin bozulacağına ihtimal vermediğini, bunun maliyetinin şu andakinden daha fazla olacağını söyledi.

Kredi faizlerinin ne zaman düşeceği ve kredi faizlerindeki katılığın nedenine ilişkin sorular üzerine de Yılmaz, şu görüşleri dile getirdi:

''Kredi piyasasındaki sıkıntı hem arz hem de talep tarafında... Arz tarafında; bankalar haklı olarak riskler yüzünden likit kalmayı tercih ediyorlar. Talep tarafında ise; kredi talep edenler, özellikle döviz kredisi alanlar onları kapatmaya çalışıyor. Toplam borçluluk çok yüksek hala. 85'lerden 80'lere düştü.

Fakat kısa dönemde, son 3 ayda 5-6 milyar dolarlık bir kapanış, azalış söz konusu. Dolayısıyla hem arz tarafında hem talep tarafında kredi piyasasında sorunla karşı karşıyayız. Burada yapılabilecek şey, güveni tesis etmek, bunun iç ve dış şartları var. İçeride bizim yapabileceğimiz; sistemi sürekli fonlamak, likiditeyi sağlamak, orta ve uzun vadede mali disiplinin bozulmayacağı konusunda hükümetin topluma vereceği sözler ve teminatlar olabilir.''

Yılmaz, bir soru üzerine, yurt dışından gelecek paranın kayıt dışından kayıt içine alınacağını, bunun da ekonomi için büyük bir kazanım olduğunu vurguladı.