"Dünyanın tamamı benim evim"

20 kitap kaleme alan, 12 yapıtı da dilimize çeviren akademisyen-yazar Özlem Kumrular'ın Osmanlı tarihinden Avrupa tarihine, haremden sosyal marjinal gruplara kadar her konuda çalışması var.

YAYINLAMA
GÜNCELLEME

EMRE ALKİN

Bu haftaki konuğumuz akademisyen-yazar Özlem Kumrular. Son zamanların en gözde ismi "Kösem Sultan" ile ilgili kitabının yanında 20 kitabı daha var. Ayrıca farklı dillerden 12 kitabı çevirmiş. Hayat dolu bir insan. Konuştukça enerjisi daha da açığa çıktı. Osmanlı tarihinden Avrupa tarihine, haremden sosyal marjinal gruplara kadar her konuda çalışması ve kitabı var. Makaleler ise saymakla bitmez. Fakat yazmaya başlaması oldukça ilginç. Özgürlüğe ve özgür düşünceye olan saygısı, büyütülme şeklinden de geliyor. Özlem Hanım ile sohbet etmek büyük bir keyif oldu. Lafını da esirgemiyor açıkçası. Paylaşmasak olmazdı.

- Akademisyenlik ve yazarlık. Hangisi diğerini tamamlıyor?

Sanırım yazarlık akademisyenliği tamamlıyor. Kalemi kuvvetli olmayan akademisyenlerin yazdıklarını okurken çektiğim acılar da bunu doğruluyor. En eğlenceli konuyu bile cehennem azabına dönüştürmeye muktedir akademisyenler var memlekette. İyi yazmak akademisyenliğin alfa'sıdır kanımca.

"TANIMADIĞIM İNSANLARA MEKTUP YAZARAK BAŞLADIM"

- Nasıl bir ailede büyüdünüz?

Şefk atli, ince ruhlu, ama bana ayıracak vakti pek olmayan bir ailede büyüdüm. Çok yalnız kalırdım. Dolayısıyla kendi kendimi eğlendirmek zorundaydım. Sıkılmamak için sürekli yaratmak durumundaydım. Oyuncaklarımı ve eğlence alanımı da kendim
yaratırdım. Hayatta çok işime yarayacak yöntemler öğretti bana bu zamanlar. Ama tam bir Avrupalı zihniyetinde bir ailedir bizimkisi. Bireye güven sonsuzdur. Bu sayede ilk gençliğimde "Size söylemeyi unuttum, ben bu gece Meksika'ya gidiyorum" dediğimde sadece "iyi yolculuklar" dilenirdi. Hayatımın ve kişiliğimin tüm renklerini bu güvene ve serbestliğe borçluyum.

- Yazmaya ne zaman ve nasıl karar verdiniz?

Tanımadığım insanlara mektup yazarak başladım. Üniversitede serviste kupon toplayan bir çocuğa mektuplar yazdım uzun süre, isimsiz bir şekilde gönderdim onları. Onun hayatının dışarıdan nasıl değiştiğini gözlemek hoşuma gidiyordu. Daha sonra pek de kötü yazmadığımı fark edince, mektup yazmaktan vazgeçip roman yazmaya başladım.

- Başka hangi mesleği tercih ederdiniz?

Müzisyen olmak isterdim. Çok sesli bir koroda korist olabilirdim. Ya da bir rock müzisyeni. Annem 58 yaşında konservatuara başlamıştı. Hayaller zamandan bağımsızlar bence. Hiçbir zaman hiçbir yere gecikmiyorlar.

- Yazarlıkta eğitimin, ilişkilerin ve tecrübenin payı size göre yüzde kaçtır?

Hangi konuda yazdığınıza bağlı. Klasik edebi türlerde yeteneğin sonradan alınacak olan eğitimin fersahlarca önünde olduğunu düşünüyorum. Zekice etkileyici bir kurgu oluşturmak için eğitim çok işinize yarayabilir, ama yeteneğiniz yoksa bu tuzu piştikten sonra katılmış bir yemekten öteye gitmez. Genel olarak ne yazarsanız yazın, ilişki ve tecrübelerinizin yoğunluğu elinize aldığınız hammaddeyi şekillendirir, renklendirir. Farklı disiplinleri aynı bünyede barındıran bir insansanız, kaleminiz de bir kaleydoskopa dönüşür zaten. Sanırım işin sırrı bu.

"NE KADAR ANLAŞILIRSANIZ O KADAR EKMEK VAR BU İŞTE"

- Bu işte ekmek var mı?

Bu doğrudan hitap ettiğiniz kitleyle ilgili. Kim tarafından ne kadar anlaşılabildiğinizle doğru orantılı. Bir de sanırım hangi ülkeden çıktığınızla ve o ülkenin genel kültür seviyesiyle ilgili. Söz gelimi Saramago, Türkiye'den çıkıp dünyaya yayılamazdı. Onu kimse anlamazdı. Küçük penceremden görebildiğim kadarıyla ne kadar anlaşılır bir seviyedeyseniz, o kadar ekmek var.

- Hiç unutamadığınız bir anı var mı?

Sizi çok güldüren ya da şaşırtan, belki de kızdıran? Hayatım garip ve akıl almaz olaylar zinciri olduğu için çoğu zaman roman yazarken kurgulamak zorunda kalmıyorum. İspanya'da girdiğim bir dükkânın tavanı çökmüş ve kalabalık içinde tek ambulansla hastaneye kaldırılan ben olmuştum. Gezi eylemleri sırasında gazdan kaçıp sığındığımız bir evde beni ayılttıklarında ev sahibinin 20 yıldır görmediğim yakın bir arkadaşım olduğunu anlayınca halimi hayal edebilirsiniz. Ya da tam iki defa Milano-Barcelona uçağında cam kenarı olan ye- 20-22 Mayıs 2016 rimin aynı küçük çocuk ve annesi tarafından çalınmasının akıl almaz bir olasılık hesabı sonucu olmasına ne dersiniz...

- Hayal ettiğiniz hedef nedir?

Çok farklı dillerde, farklı insan grupları tarafından okunmak. Slovenya ya da Kolombiya'da yazdıklarımı okuyan insanlarla konuşabilmek!

KÖSEM SULTAN'IN FARKI...

Kösem Sultan'ı farklı kılan ne?

Hem son kitabınızı, hem Kösem Sultan'ın şahsiyetini kastettim aslında. Entrikaların ve aşılamayacak güç dengelerinin olduğu bir sarayda elli yıl boyunca var olmayı ve iktidarını kullanmayı başaran bir kadın Kösem. Veziriazamların bile geceden gündüze değiştiği, kimsenin görevde uzun süre kalamadığı bir yüzyıldan bahsediyoruz. Güç dengelerini çok iyi çözümleyen, dengenin kırılmaması için gerektiği zaman geri çekilmeyi bilen, siyasi ve askeri dünya arasındaki kırılgan yapıyı mükemmel bir şekilde idare eden bir kadın profili. Gerçek bir orkestra şefi gibi! Savaş kararlarından saraya alınacak peynirin kalitesine kadar her şeyle ilgilenen bir yönetici. Fiziksel detaylarını ise bilmiyoruz. Kösem'in bugüne kalan bir tek görsel tasviri yok. Son yüzyılda herkes tarafından Kösem Sultan zannedilerek kullanılan gravür aslında ona ait değil. Gravürün üzerindeki Latince yazıyı Allah'ın bir kulu okumadığı için onu Kösem sanmışlar! Elimizdeki onu tasvir eden diğer bir resim ise onu İsa'yı emziren bir Meryem gibi gösterir. Bu resmin modelinin kendisinin olmuş olması imkânsız. Bir göğsü dışarıda, oğlunu emzirirken tasvir edilen bir valide sultan söz konusu olamaz. Bu bir savaş sebebi bile olabilir. Dolayısıyla biz Kösem'in nasıl bir çehresi olduğunu bilmiyoruz. Bize onu hayal etmemiz için gereken detayları ise yalnızca Venedikli elçiler veriyorlar. Güzel, alımlı, hoş sohbet ve edebiyat ile müzik kullanarak insanları eğlendirmeyi beceren bir kadın çıkıyor karşımıza.

"YAŞADIĞIM ŞEHİRLERİN ŞEKLİNİ ALIYORUM"

- Frederick Forsyth "Yazar her yerde yaşar, ama hiçbir zaman mahalleden gibi hissetmez kendini" diyor. Öyle midir gerçekten?

Bunun benim için geçerli olmadığını söyleyebilirim. Forsyth bunu mecazi şekilde kullanmadıysa tabii. Ben sıvı gibi yaşadığım şehirlerin şeklini alıyorum. Sevdiğim şehirlerin hepsinde kendimi mahallenin bir parçası gibi hissediyorum. Hayatımı dil öğrenmeye adadığım için dilini bilmediğim bir ülkede bulunduğum nadir oluyor. Ancak aynı dili konuştuğunuz zaman insanların ruhlarına sirayet edebiliyorsunuz. Otelleri sevmem. Hayatın doğrudan içine girmek için dünyanın dört bir yanındaki arkadaşlarımın evleri beni ülke hayatının içine sokar. Ben her gittiğim yerde mahalleden komşuyum aslında. Bu yüzden de hayattaki mottom cizvitlerin yarım milenyum önce söyledikleriyle aynı: "Dünya benim evim." Başka bir deyişle mahallenin tam göbeğinden yazarım her zaman.

Bu konularda ilginizi çekebilir