Gezen gül olmuş gezmeyen kül olmuş

Edirne denince aklınıza neler geliyor? Bu soruya verilecek yanıt o kadar çok ki, bilmem bu yazıya sığar mı? Gelin biz de bu eski deyimden yola çıkıp keyifli bir “Hafta Sonu Molası” verelim şehirde...

YAYINLAMA
GÜNCELLEME

NERMİN SAYIN

Rengârenk: Kırmızı, hafiften pembeye gönül düşürmüş. Limon çiçeği, kibar; hemen karşısındaki saman sarısına göz kırpıyor. Turuncu canlı, “Beni al, beni al” diyenlerden. Mavi, turkuvaza meyilli... Osmanlı macun şekercisi, kendime bir çocuk gibi keyifl e ısmarladığım çubuğa bu renklerden bir gökkuşağı sararken, “Edirne de bu tezgâh gibi rengarenk işte!” diye düşünüyorum. Şehir buram buram tarih kokuyor bir kere, en önemli renklerinden biri bu... Sonra... Selimiye başta olmak üzere kadim eserlerle manevi iklimin huzurlu tonlarını da kuşanmış vâkurla duruyor karşımda... Sabahtan beri dolaştığım tarihi çarşıları, pazarları cıvıl cıvıl; neşeli... O da bir renk sayılmaz mı -Hem de ne renk!- İş kültüre gelince en parlak renklerden biri de orada; gezdiğim müzelerden dilim döndüğünce bahsedeceğim size. Spor desem, Kırkpınar yeter... Ya mutfak? Ciğerine köfteye dadanıp kilo almadan dönmek kâbil olmayacak senden ey Edirne! Aman ne gam, bu molalık da böyle olsun...

Mimar Sinan ve Selimiye...

Mazisi Traklara kadar uzanan Edirne’deki ilk durağım elbette Selimiye Camii. Osmanlı’ya neredeyse bir asır başkentlik eden kentteki en önemli ziyaret noktası kuşkusuz bu eşi benzeri olmayan yapıt... Öyle ki Mimar Sinan ondan “Ustalık Eserim" diye bahsediyor. Edirne’nin kimliğine damgasını vuran bu mimari şaheseri anlatmak için ne bu nacizâne yazı yeter ne de benim kalemimin mürekkebi. Görmeniz lâzım... 2011’de UNESCO Dünya Mirası Listesi’ne alınan Selimiye, 16. yüzyıldan bu yana tarihin tanığı. Zarif minareleri, görkemi, ters lalesi, avlusundaki anıt ağaçları, gonca gülleri, çevresinde uçup duran cana yakın güvercinleriyle sizi başka bir ruh hâline taşıyacak bu eseri görmek için bile Edirne’ye gidilir... Sinan’ın dehasına bir kez daha hayran olacağınız caminin hemen yanındaki Selimiye Arastası’na da uğrayın gelmişken. Bir zamanlar bu arastada dolaşanları düşünmek bile, bir süreliğine romancıya çeviriyor insanı.

Arastadan çıkınca yine Selimiye civarında dolaşmaya devam ediyor meraklı ayaklarım... Merzifonlu Kara Mustafa Paşa’nın Edirne’ye yaptırdığı 14 çeşmeden günümüze ulaşabilen eseri az evvela gördüm... Selimiye’den Arkeoloji Müzesi’ne doğru uzandığım sokakta ise Fatih Sultan Mehmet’in Saray-ı Atik’e ait olan Taş Odalar’da doğduğunu belirten levhaya denk geliyorum. Civar tarihi eserlerle dolu...

Taş Odalar bugün bir otel, hemen yanındaysa Saray Hamamı var... Selimiye’nin karşısında Eski Cami dikkatimi çekiyor hemen. Düzenlemesi süren meydandaki Mimar Sinan ve Fatih heykellerini geçince ulaşılan Eski Cami, Çelebi Mehmet zamanındanmış. Çok kubbeli bu eserin içindeki nadide hat örneklerini de görmenizi öneririm... Bugün otel olan Kervansaray da çok yakın. Burayı yaptıran, Kanuni Sultan Süleyman'ın veziri ve damadı Rüstem Paşa’ymış. Kervansaray’ı soluma alıp Edirne’nin hareketli sokaklarına doğru ilerliyorum. Ve hemen her türlü dükkânın bulunabileceği Saraçlar Caddesi’ndeyim işte. Vakit, öğleden sonrayı bulmuş, cadde kalabalığını tutmuş... Vitrinlere bakanlar, fotoğraf çeken benim gibi gezginler ve kafelerde oturanların arasından 1565’ten kalma Alipaşa Çarşısı’nın Orta Kapı’sını bulup süzülüyorum içeri. Bu çarşıda vakit geçirmek de çok keyifli ama artık guruldamaya başlayan midem bana yeni bir hedef koyuyor: Ciğerciler... Önce midem bir bayram etsin, ardından Tunca’ya doğru Edirne turuma devam ederim... Anladım ki Edirne öyle 1-2 günde bitecek şehir değil. Bu seferki bir keşif turu olsun, yine yolum düşsün bu renkli kente...

Müzelerde bir kültür turu

Edirne Belediyesi Edirne Kent Müzesi, Selimiye’nin yakınında. Sokaklarda ara ara karşınıza tarihi evler çıkacak, müze de böyle bir evde; Hafızağa Konağı’nda. Zamanınız sınırlıysa bu ödüllü müzeye uğrayıp tarihinden kültürüne, yaşadığı göçlerden Fatih Sultan Mehmet (üstte) gibi ünlü hemşehrilerine, Kırkpınar’ın “kardeş” pehlivanları Adalı Halil ile Kurt dereli Mehmet Pehlivan’dan (solda, üstte) sözlü tarihine hızlandırılmış bir Edirne turu yapabilirsiniz burada. Merak ettiğim Trakya Üniversitesi Sultan II. Bayezid Külliyesi Sağlık Müzesi’ne de uğrayacak zaman bulabildim bu sefer. 1488’de II. Bayezid’in kurduğu külliye, eskiden şifa merkezi ve tıp eğitimi kurumuymuş. Kapısından çıkarken tıp tarihiyle ilgili bilgilerinizin artacağı kesin. Özellikle müzikle tedavi ilginç. Ahmet Kutsi Tecer’in burası için yazdığı şiirse, bahçede “Ağaçla Sarmaşık”ın (sağda, üstte) yanında .

ciğer şehrin mutfağıyla özdeşleşmiş

Edirne’den döndüğümü duyanların istisnasız sorduğu soru: Ciğer yedin mi? Yedim tabii... Kentle bu kadar özdeşleşmiş bir lezzeti kaçırır mıyım... Kent Müzesi’ndeki yemek bölümünden öğrendiğime göre Edirne ciğeri de denen tava ciğeri, doğal ortamda beslenen bir yaşındaki dananın karaciğerinden yapılıyor. Yapımında asıl mühim olansa ustalık. Ciğerin yanında mutlaka kızartılmış kuru biber veriliyor. Dilerseniz bu kuru biberleri dükkânlardan kiloyla satın alıp yaşadığınız kente de bu lezzeti taşıyabiliyorsunuz. Peki ciğerciler nerede? Ali paşa Çarşısı’na çok yakın bir sokaktalar. Sokak, özellikle yemek saatlerinde çok yoğun.

Köfteyi de yabana atmayın!

Malum, Edirne’de epeyce Rumeli kökenli vatandaşımız yaşıyor. Oralardan gelirken getirdikleri lezzetlerin başında da köfte var. Yumuşak, içi sulu sulu olarak pişirilen tombul köftenin yanında acı kırmızı biber sosu şart... Tabii, Edirne denince peynircilere de uğramadan olmaz. Edirne’de iklim ve bitki örtüsünün koyun ve keçi sütüne verdiği lezzet, özellikle beyaz peynirde dikkat çekiyor.

Ebruli bir lezzet şenliği

Sabahtan beri gözüm Osmanlı macun şekercilerinde... Öğle olduğuna ve ben mideme ciğerle küçük bir lezzet yüklemesi yaşattığıma göre, macunla aramda hiçbir engel kalmadı. Aslında sadece limonlu yemek istiyorum ama, macuncunun çubuğa renk renk lezzetleri sarıp ebruli bir şenlik yaratmasını da çekiyor gönlüm. İştahla bakmış olacağım ki tezgâha, macuncu beni “Isırmadan yemek lazım” diye uyarıyor.

Birazda ağzımız tatlansın!

Dilinizden başlıktaki lakırdı düştü mü, işiniz zor. Hayır, zor olan ağzımızı tatlandıracak lezzeti bulmak değil, aralarından seçim yapabilmek. Kavalalı ustaların Edirne’ye taşıdığı hilal biçimli bademli Kavala kurabiyelerinden (üstte) mi istersiniz, Osmanlı mutfağında özel bir yeri olan 41 çeşit baharatla yapılan Deva-i Misk helvasını mı tercih edersiniz? Üstelik bir sürü derde de deva... Belki badem ezmesi olur tercihiniz... Helva ya da lokum meraklılarına da alternatif bol. Afiyet olsun.

Tarihi eserlerden hediyelik eşya alternatifine 5 maddede Edirne

Mazinin yanığı çarşılarda

Edirne’nin tarihi çarşılarında dolaşmak çok keyifli. Selimiye Arastası’nda ya da Alipaşa Çarşısı'nda “Edirne Hatırası” yazan çeşitli objelerden Kavala Kurabiyesi gibi geleneksel Edirne lezzetlerine pek çok hediyelik alternatifi bulabilirsiniz.

Tunca'dan meriç'e

Edirne’nin nehirleri ve köprüleri de meşhur elbet... Saraçlar Caddesi’nden yolu dümdüz tuttum, önce Tunca’ya ve köprüsüne (üstte), ardından Karaağaç’ta bir kahve molası vereceğim Meriç’e ulaştım... Bu keyifli yürüyüşü herkese öneririm.

Kentin en yaşlılarından 

BİRİ Eski Cami, Üç Şerefeli Cami, Sokollu Hamamı derken Makedonya Saat Kulesi çıkıyor karşıma... Makedonya Kulesi'nin şu sıralar restorasyonu gündemde. Roma İmparatoru Hadrianus’un yaptırdığı sur duvarı, Bizans ve Osmanlı zamanının da tanığı.

Mis gibi bir koku geliyor

Nereden mi, nereden olacak, Edirne’de alışveriş yapabileceğiniz hemen her yerde karşınıza çıkacak olan sabunlardan. Biçim biçim, renk renkler... Çiçeği var, meyvesi var. Beyleri peşinen uyarayım; hanımların bunlara kayıtsız kalması olacak şey değil!

Aynalı süpürgesiz dönmeyin!

Hediyelik tezgâhlarının baştaçlarından biri aynalı süpürgeler. Gerçek süpürge boyutunda olan da var, el kadarı da, magneti de. Ayrıca belirteyim, şehrin en hareketli noktalarından birinde bir süpürgeci heykeline de rastlayacaksınız...

Bu konularda ilginizi çekebilir