İstanbul'da deniz kokulu, sanat dolu bir haziran günü

Aynı gün hem nefis doğayla hem nitelikli sanatla hem de köklü bir tarihle buluşabileceğiniz kaç güzergâh biliyorsunuz? Ben bu molamda İstanbul’dayım, Emirgan’a, oradan da Borusan Contemporary'ye uzanıp keyifli bir gün geçireceğim. Benimle gelir misiniz?

YAYINLAMA
GÜNCELLEME

NERMİN SAYIN

Ben bu satırları yazarken İstanbul’da alıştığımız yaz havası yok belki ama, geçen cumartesi, hani eski romanlarda derler ya “şerbet gibi” bir haziran günü geçirmedik mi İstanbul’da... İşte o özlenen yaz gününde ben, hem sanat hem de deniz kokan bir gün kaydettim anılarıma... Anlatayım mı?

Efendim, Emirgan’da başladım güne, hem de epey erken... Dolayısıyla sis yavaş yavaş kalkmakta, güzelim Marmara’nın suları yeşil mi olsam, mavi mi diye düşünmekteyken ben ilk durağımın kapısından girdim. Emirgan ve sanat deyince, hepinizin aklına gelen kapıdan, evet: Sabancı Üniversitesi Sakıp Sabancı Müzesi’nden (SSM)... Önce “Feyhaman Duran” sergisini gezdim yeniden. Ve poşadların önüne gelince yeniden şaştım, Duran’ın yorulmak; bıkmak nedir bilmez resim aşkına... Ardından basın toplantısında gördüğüm Selim Turan sergisine göz attım yeniden. “Tez-Antitez-Sentez” sergisinden ayrılırken aynı anda hem mütevazı hem de iddialı olmayı düşündüğümü fark ettim... Sergi salonundan çıkıp SSM'nin çok sevdiğim bahçesinden yürüyerek caddeye inerken, “Sanat kadar doğaya da yer açmam gereken bir gün bu” dedim kendi kendime ve hemen caddenin sağına kıvrılıp Emirgan Korusu’nun yolunu tuttum. Köşede beni karşılayan Emirgan Parkı da yemyeşil ve çocuk kahkahalarıyla neşe vadeder bir haldeydi ama, rotamdan sapmadım, koruya vardım...

Yeşil mi, mavi mi?

Malum, Emirgan Korusu çoğumuz için laleyle özdeşleşti... Bu nisanda gelemedim koruya ama, fark etmez, burası her zaman güzel, her zaman huzur ve oksijen dolu... Boğaz hattına baka baka, fotoğraf çeke çeke ilerledim içine doğru. Vakit öğleyi bulmuş, güneş epeyce koyulmuştu ama, ne gam, yemyeşil ağaçların gölgesindeydim artık. İşçiler çiçek tarhlarını yeni güzelliklerle doldurmakla meşguldüler, ben de kuş seslerini dinlemekle... Adını IV. Murad’a Revan'ı savaşmadan teslim eden ve sonrasında burada kendisine tahsis edilen araziye yerleşen Emir Gûne Han’dan alan semti gezmeye gelenlerin önemli duraklarından olan koru, vakit ilerledikçe evlenen veya nişanlanan çiftlerin doğal çekim platosuna dönüştü. E, kim en güzel gününün yeşillikler arasında geçmesini istemez ki... Bu arada ben de turuma devam edip İstanbul Büyükşehir Belediyesi Beltur A.Ş.'ye bağlı bir tesis olarak hizmet veren -iftar menüsü de var- Sarı Köşk’ü, Beyaz Köşk’ü, Pembe Köşk’ü, Büyük Havuz’u, Lale Müzesi’ni ve Gölet’i gördüm... Ah bir de ne gördüm: Sincapları! Yanımda kuruyemiş olmadığına hayıflanarak... Sincaplar ve İstanbul: Hayal gibi değil mi... İkincisini de görmeseydim, hatta yukarıdaki fotoğrafını çekmeseydim, ben de hayal gördüm sanabilirdim doğrusu! “Bu kadar yeşil yeter, biraz da mavi,” dedi içimden bir ses, öğleden sonrayı vurunca zaman, sahilde buldum yeniden kendimi... Şanslıyım, yelkenliler “basmıştı” ben indiğimde sahili, kıyıdaysa balık tutanlar, köpeklerini gezdirenler, koşanlar, kıpkırmızı güllerin önündeki banklara oturup sohbete dalanlar, hatta uçurtma uçurmaya çalışanlardan oluşan keyifli bir kalabalık belirmeye başlamıştı... Emirgan’ın ara sokaklarını da keşfetmek hatta hazır cumartesiyken şunun şurası birkaç durak ötedeki Borusan Contemporary’ye uzanmak niyetiyle, yolun karşısına geçtim yeniden... Hadi daha gün uzun, siz de gelin peşimden...

Biraz da ara sokaklarda mazinin izlerini arayalım!

İstanbul’un kadim bir semtinde olduğumuzu anlamak için dev çınarların boyuna bakmak yeterli... Bir yerlerde okumuştum, Yahya Kemal de çok severmiş Emirgan’ın çınarlarını... Semtin ruhuna nüfuz edebilmek için, işte o ulu çınarların yanından içeri doğru başlayan Doğru Muvakkithâne Caddesi’nden sapıyorum.

Boğaz'a bakan caddenin köşesinde 1700’lü yılların sonunda zarif ayrıntılarla bezeli Emirgan Hamid-i Evvel Camii (altta) yer alıyor... 1782'de I. Abdülhamid'in yaptırdığı bu camiyi, II. Mahmut onartmış. Özellikle bahçesindeki çeşmenin taş işçiliği gönlümü okşadı.

                                               

Çeşme deyince elbette, aynı sokakta caminin karşısında kalan sekizgen yapılı Emirgan Çeşmesi'ne de (yanda) dikkat etmeden geçmemenizi öneririm.

Camiyle aynı dönemde, 1783 yılında yapılmış, o dönemin estetiğini fısıldar bir yapıt bu...

Caddede epeyce bir yürüdüm, kimi yıprak kimi onarım görmüş tarihi evleriyle ara sokaklarına da davet etti beni Emirgan, kıramadım, kedileriyle selamlaşarak epey bir zaman oyalandım oralarda, zaman-mekân birbirine girmiş halde...

İyi geldi bana bu mini zaman yolculuğu. Yolculuk her zaman iyi gelir zaten...

Emirgan'ın sanat vahasında birkaç saat

İlham almaya ihtiyacınız varsa, SSM’de 30 Temmuz’a kadar devam etmekte olan “Feyhaman Duranİki Dünya Arasında” sergisini gezin. Gezdiyseniz, bir daha gezin... Selim Turan’ın “Tez-Antitez-Sentez”ine uğrayın sonra. Feridüddin-i Attar’ın dizelerinin ad olduğu bölümlerle çağdaş sanatımızın ustalarından birini daha yakından keşfedin.. Dilerseniz, geçenlerde bu sayfada beraberce ayrıntılı incelediğimiz (https://www.dunya.com/ekstradunya/yasanmisligin-ilmekilmek- ordugu-bir-koleksiyonhaberi-359480) Atlı Köşk’e de uğrayabilirsiniz. Sonra ne yapın yapın, o nefis bahçeye de mutlaka zaman ayırın. Balkonundan şöyle bir denizi, karşı kıyıyı seyredin; ardından 115 çeşit bitkinin yer aldığı bahçede yürüyün, oturun, bir şeyler okuyun, hayatın ve doğanın tadını çıkarın...

Soluduğunuz havaya çağdaş sanat karışsın!

Turumuzun son durağı Emirgan'ın birkaç durak ötesindeki Rumeli Hisarı’nda yer alan Borusan Contemporary. Biliyorsunuz burası, Borusan Holding’in yönetim binası. Hafta sonları kapılarını sanatseverlere açıyor ve hem Boğaz’ın en ilginç binalarından birini keşfetmelerini hem de ofis içinde müze deneyimini yaşamalarını sağlıyor. Alın size turunuz için birkaç tüyo: İlki “teras”a mutlaka çıkın ve Periliköşk’ün kulesiyle Rumelihisarı’nın burçlarını aynı fotoğrafa sığdırın. İkincisi 3 Eylül’e dek süren “Uvertür”, “Günlerin Tortusu” ve “Ola Kolehmainen: Sinan Projesi” sergilerini görün. Özellikle “Sinan Projesi” bu büyük dehaya ve mimari güzelliklerimize âdeta bir güzelleme. “Uvertür”deyse ben, özellikle U-Ram Choe’nun kinetik heykeli “Una Lumino Portettum”u (sağ üstte) ve Christa Sommerer & Laurent Mignonneu ikilisinin önüne geçenin şeklini alan sinekleriyle selfie çılgınlığından dem vuran “Anında Portre” işini sevdim. En solda “sinekten” ben, “Anında Portre”nin önünde, sizin için fotoğraf çekiyorum!

                                                          

Bu konularda ilginizi çekebilir