"Sanıyorum her şeyden biraz biliyorum…"

Halen bir üst düzey yönetim ekibinin danışmanlığını yürüten Müge Güzelbey "Kendimi sürekli geliştirmek zorundayım, sürekli yeni bir şeyler öğrenmem gerekiyor. Ben ne kadar kendimi geliştirirsem yaptığım iş de o kadar değişmeye, gelişmeye açık" diyor.

YAYINLAMA
GÜNCELLEME

EMRE ALKİN

Bu hafta konuğum, sporculuktan sunuculuğa, reklamcılıktan mankenliğe, yöneticilikten hümanistliğe kadar her alanda hünerli Müge Güzelbey. Söyleşinin tam hali sanıyorum küçük bir kitap olur. Müge Hanım bir şair aynı zamanda. Yer yetmediği için şiirleri paylaşamadım. Ailesinin üstün seviyedeki ahlâk ile donattığı eğitiminin üzerine, Fransız Lisesi’ndeki öğretimi ekleyince bir Cumhuriyet hanımefendisi olarak karşımıza oturdu. Hikâyesini anlattı. Elimden geldiği kadar size aktarmaya çalıştığım renkli ve enerji dolu duruşunu... Paylaşmasak olmazdı...

- Yaptığınız işi seçmenizde yaşadıklarınız mı etkili oldu, yoksa çocukluktan gelen bir motivasyon mu?

İnsan zamanla, kendini tanıdıkça, hayallerini kendine ve başkalarına itiraf etmekten çekinmedikçe gerçekten yapmak istediği işi buluyor. Öncesinde biraz ailenin, biraz toplumun ve sosyal çevrenizin sizden beklediklerinin iş seçiminizde etkisi olabiliyor. -En azından bende öyle oldu!- Rahmetli babacığım hep "Kızım bak, tenis bursuyla Amerika’ya okumaya gideceksin ya, istersen orada yap mankenliği, ama burada ortam çok kötü" derdi. Arabada ne zaman bu konuyu açsak kesin yolumuzu şaşırır, dönmemiz gereken sapağı kaçırırdık, çünkü babam müthiş sinirlenirdi. Oysa, şimdiki aklım olsa ben kesin konservatuara giderdim, hayalim balerin olmaktı. Sanata mutlaka bir yerinden bulaşırdım. Sesim güzel olmadığına göre bu dans olurdu muhtemelen. Ya da tiyatro. Ama kamera önünde, sahnede kendimi çok rahat ve keyifli hissediyorum. Bununla ilgili bir iş yapmayı çok isterdim.

- Anne ve babanızın, ailenizin hayattaki seçimlerinize etkisi oldu mu? Nasıl bir ailede büyüdünüz?

Rahmetli babam Fenerbahçe’de voleybol oynamış. Annem deseniz okulunun en güzel dans eden kızlarından biriymiş. İkisi de tenisçi. Gül ablam Türkiye’nin en önemli kadın tenisçilerinden biri, 100 küsur kez milli oldu, ülkemizi defalarca yurt dışında başarıyla temsil etti.Ve burs alıp Amerika’da üniversite okudu. Ailem son derece liberal, baskıdan uzak bir aile. Annem ve babam eczacı, ama okulda her zaman sevdiğim bölümü okumakta beni serbest bıraktılar. Reklamcılığı da ben kendim seçtim ve bu alanda ilerledim. Ailenin en küçük ferdi olunca yaşınız kaç olursa olsun asla büyümüyorsunuz. Ablalarım bana hâlâ "çilli bebek" derler! İşte ailenin en küçüğü olduğum için de hep beni korumaya çalıştılar, benim için hep en iyisini istediler ve bunu bana açıkça söylediler. Ama hiçbir zaman beni kısıtlamaya, belli bir yönde etkilemeye çalışmadılar.

"BEN KAMERA ÖNÜNDE VE SAHNEDE OLMAK İSTERİM HEP"

- Bu işi yapmaya ne zaman karar verdiniz? Bugün istediğiniz yere geldiğinizi düşünüyor musunuz?

Şu anda kendime tek bir "unvan" biçemiyorum. Sanırım her şeyden biraz biliyorum. En çok reklam, pazarlama, asistanlık, sonra insan kaynakları, sunuculuk... İstediğim yer bu muydu? Aslında hayır, en sonuncusunu en çok sevdiğimi kırkımdan sonra keşfettim! Yıllar önce kendime bu alanda yatırım yapsaydım, eminim çok daha farklı yerlerde olurdum. Ama kısmet... Kadere, her şerde bir hayır olduğuna gönülden inanan biriyim. İnsan bazen "Yahu hayır bunun neresinde" diyor ya... Dememek lâzım. O an göremiyoruz belki. Ama gün geliyor Allah bize öyle şeyler gösteriyor ki işte o gün, o çok istediğimiz şeyi yaşamadığımız için Allah’a şükrediyoruz, iyi ki de olmamış diyoruz! O zaman şimdi bu açıdan bakıp soruyu bana bir daha soralım: İnsan hiçbir zaman "istediği yere gelmemeli..." Ki hedefini hep yükseltsin, hep kendini aşsın, hep daha iyisini yapsın. Etrafta bu kadar yoksulluk, bu kadar açlık ve özellikle bu kadar eğitimsizlik varken kimsenin ne istediği yere gelecek, ne boş duracak vakti olmamalı bence. Yolunuz üzerindeki bir "kimsesizler yurduna" gidin ve oradaki çocuklara sarılın. Kapıları hep açık. Sanki dünyadaki tüm muhtaç çocuklara sarılabilsem ancak o zaman olmak istediğim yere bir nebze yaklaşabileceğim gibi hissediyorum bazen...

- Sosyal medya yaptığınız işte ne kadar etkili?

Sosyal medyanın etkisi artık her alanda yadsınamaz boyutta. Profesyonel iş hayatımda olsun, sporculuk, sunuculuk kariyerimde olsun, sosyal sorumluluk faaliyetlerimde olsun... Her yerde sosyal medya paylaşımları son derece etkili oluyor. Destek aradığınız bir faaliyete bir anda yüzlerce destek bulabiliyorsunuz. Ya da bir başarınız takdir görüp alkış aldığında bir anda sosyal medya sizi dünyanın en mutlu insanı yapabiliyor! Benim arzum, sosyal medyanın faydalı, belli bir mesajı olan, insanların yüreğine, hayatlarına dokunan paylaşımlarla dolu olması. Böyle olunca kalite de yükselecektir. Aksi takdirde sosyal medya bir tuzak oluyor, gereksiz vakit kaybı ve beyinleri uyuşturan bir etkiye sahip oluyor.

- Yaptığınız iş dünden bugüne ne kadar değişti?

Üst Düzey Yönetim Ekibinin Danışmanlığı... Bence bu kavram bir hayli değişti. Eskiden "sekreter" olarak görülen bu kişilere fazla sorumluluk verilmez, onlardan sadece belli işler beklenirdi. Oysa şimdi çok farklı. Üst düzey bir yöneticiyi ya da yönetim ekibini asiste ediyorsanız, çalıştığınız firma hangi sektördeyse, o sektörü, dinamiklerini yöneticileriniz kadar bilmeniz gerekiyor. Çalıştığım firmada perakende sektörünü öğrenmeye başladım. Bu apayrı, çok dinamik, çok keyifli bir sektör. Diğer taraftan örneğin, firmada bir pazarlama sorumlusu sadece –en azından ağırlıklı olarak- kendi alanında uzman olmak zorundayken, siz her şeyden anlamak zorundasınız. Hem pazarlamadan, hem satıştan, hem IT’den...Tam donanımlı olmanız gerekiyor. Hele bunu böyle gören bir yöneticiniz varsa, iş o zaman hem çok zor bir o kadar da keyifli oluyor. İşte benim yöneticim de tam da böyle biri! Kendimi sürekli geliştirmek zorundayım, sürekli yeni bir şeyler öğrenmem gerekiyor. Ben ne kadar kendimi geliştirirsem yaptığım iş de o kadar değişmeye, gelişmeye açık. Bu anlamda bu firmada çalıştığım için kendimi çok şanslı hissediyorum.

"SİYASETLE PEK ARAM YOK…"

- Başka hangi mesleği tercih ederdiniz ya da ne yapmak istediniz?

Dedim ya... Ben kamera önüde ya da sahnede olmak isterdim. Başarılı bir sunucu olmak isterdim meselâ. Siyasetle pek aram yok, o yüzden daha çok sanat, kültür, aktüalite, insan psikolojisi, spor gibi konularda programlar sunabilirdim. Veya iyi konuştuğum İngilizcem, Fransızcam ve biraz da İtalyancamla yabancı organizasyonlarda canlı sunuculuk yapabilirdim.

"ASLOLAN ÂŞIK DEĞİL AŞK OLMAK"

- Hiç unutamadığınız bir anı var mı?

Sizi çok güldüren ya da şaşırtan, belki de kızdıran? Tenisle ilgili ve aslında biraz da beni anlatan komik bir anım var: Bir gün antrenamana gidiyorum. Kulübe vardım, soyunma odasında hazırlanacağım. Çantamdan yedek tenis eteği, yedek t-shirt, yedek çorap çıkıyor. Buraya kadar her şey normal....Yedek toka, yedek rimel, yedek allık, yedek küpe... Bakıyorum her şey var! Ama bir de baktım. Raketlerimi evde unutmuşum. Rimelden allığa her şey tamam, ama raket yok!

- Yaptığınız işte örnek aldığınız kim ya da kimlerdir ?

Çalıştığım firmada kendime patronumu örnek alıyorum. Sunuculuk anlamında Türkiye’de, Burçin Şimşek Atılgan’ı örnek alırım. Hem teknik anlamda hem de duruşuyla, zerafetiyle, yaşantısıyla örnek alınacak biri bence. Genel anlamda hayatta kimi örnek alıyorsun dersen... Rahmetli babamı. Bir şiirimde de bahsetmiştim bundan, ben hayatı çözmeye çalışırken o aslında çoktan çözmüş. "Aslolan âşık olmak değil ‘aşk’ olmak ve tüm gönüllere girmek"miş ve babam hayatıyla tam da bunu yapmış. O tatlı güler yüzüyle, yolda gördüğü, yaşlısı genci herkese selam verip hatır sormasıyla, nezaketiyle, o kadar çok insanın yüreğine dokunmuş, o kadar çok insana yardım etmiş ki... Cenazem babamınki kadar kalabalık olsun yeter...

- Çocuklarınız sizin yaptığınız işi yapsın ister miydiniz ?

Çocuklarım olsaydı sevdikleri, yaparken zamanı unutacakları ve bu sayede birçok insana yardım edecekleri, onlara ilham olacakları bir iş yapsın isterdim! Evet Türkiye’de bunların hepsini bir arada yapabilmek zor biliyorum. Hatta bir de bu işten para kazanmak gerektiği durumu var ki işi iyice açmaza sokuyor! Olsun çocuğum yok, olursa da belki o zamana kadar Türkiye’de her şey olumlu yönde değişmiş olur, ne dersin? Ümit fakirin ekmeğidir!

EMPATİ ÇOK ÖNEMLİ

- Bu işte eğitimin, ilişkilerin ve tecrübenin payı size göre yüzde kaçtır? Özellikle sizin mesleğinizde...

Eğitimin payı kesinlikle en fazla yüzde 60 diyebilirim. En az bir tane yabancı dil bilmeniz gerekiyor. Hatta artık birden fazla. Sonra bence yüzde 30’la tecrübe geliyor. Daha önce bu işi yapmış olmanız, üst düzey yönetcilerle çalışmış olmanız önemli. Çünkü onlarla çalışmak apayrı bir şey. Daha farklı bir empati gerekiyor. Sonuçta hepsi çok fazla sorumluluk taşıyan, bu oranda hayatları daha stresli ve daha yoğun geçen kimseler. Onları iyi anlamak, her anlarında desteklemek, onlardan bir adım önde olup ihtiyaçlarını önceden tahmin edebilmek gerekiyor. Bu da tecrübeyle kazanılacak bir şey. Ve elbette ilişkiler... Yüzde 10 diyebilirim. Hayatta tanıştığınız ve güzel ilişkiler kurduğunuz her kişi, ektiğiniz bir tohum gibi bence. Gün gelir hayatınızın hiç beklemediğiniz bir yerinde, hiç tahmin etmediğiniz bir şekilde yeşeriverir...

- Bu işte ekmek var mı? Varsa nereden başlamalı?

Ekmek var, var olmasına da... ekmek olan her işe başlamamalı bence...Yani evet, bu iş keyifli.Özellikle dinamizmi, kendini sürekli geliştirmeyi, bir işin tüm boyutlarını öğrenmeyi seven insanlar için bire bir. Üst düzey yöneticilerle bire bir çalışıp onların vizyonlarından yakınen faydalanmak da işin cabası... Ama tabii işin ideali "âşık olduğun işten ekmek çıkarmak." Bunu yapabilene ne mutlu, ya da şöyle söyleyeyim: Bunu yapabilen varsa, bence işte esas o en mutlu!