Para politikalarında normalleşme hızlandı
Fed'in 2008'de uygulamaya koyduğu ve Büyük Buhran'dan sonra başvurduğu en agresif yöntem olarak tarihe geçen parasal genişleme ile hayatımıza giren geleneksel olmayan politikaların, normalleşmeye geçişi bu yıl hız kazandı.
ABD Merkez Bankası'nın (Fed) 2008'de uygulamaya koyduğu ve Büyük Buhran'dan sonra başvurduğu en agresif yöntem olarak tarihe geçen parasal genişleme ile "geleneksel olmayan politikalar" kavramı hayatımıza girerken, 9 yılın ardından 2017'de para politikalarının normalleşmesi yolundaki adımlar hızlandı.
Finansal sistemde istikrarı sağlayıcı, para ve döviz piyasalarına ilişkin düzenleyici tedbirleri alma rolüne sahip olan merkez bankaları, ülke ekonomilerinde kilit görev üstleniyor.
Son yıllarda küresel çapta ekonomilerde görülen sorunlarla baş etmek için düzenleyici politikalarla devreye giren merkez bankalarının, finansal istikrarı sağlama konusundaki çabaları, temel görevi olan enflasyon yönetiminin önüne geçmiş durumda bulunuyor.
Tüm bunlar merkez bankalarını ekonomik anlamda stratejik bir noktaya taşımakla birlikte, küresel ekonomide sınırların her geçen gün kalkması ve izlenen politikaların domino etkisi yaratması, majör para birimlerini yöneten merkez bankaları hamlelerinin önemini artırıyor.
Bu kapsamda, yaygın para birimlerini yönetmesi açısından tüm dünya piyasalarında etkin bir rol oynayan ABD Merkez Bankası (Fed) ve Avrupa Merkez Bankası (ECB) politikaları yakından takip edilirken, Asya'nın en büyük ekonomilerinde söz sahibi Çin Merkez Bankası (PBoC) ile Japonya Merkez Bankası (BoJ) adımları da piyasalara yön verenler arasında yer alıyor.
Fed'in normalleşme hikayesi
ABD'de 2007 sonlarında başlayan ve "mortgage krizi" adıyla tüm dünya piyasalarına yayılan likidite krizi sonrasında, Fed'in daha önce enstrümanları arasında yer almayan genişlemeci politikalara başlaması ve ECB ile BoJ'un da bunu takip etmesiyle "alışılmadık politikalar" merkez bankaları gündemine oturdu.
Dönemin Fed Başkanı Ben Bernanke tarafından uygulamaya konulan parasal genişleme, 1929'daki "Büyük Buhran"dan bu yana Fed'in başvurduğu en agresif politikalar olarak da tarihe geçti.
Fed'in, ilk olarak 2008'de başladığı ve üç aşamaya yaydığı parasal genişleme serüveni, bilançosunun 700-800 milyar dolar civarından 4,5 trilyon dolara yükselmesi ile Ekim 2014'te sonlandı.
Bankanın parasal genişlemeyi sonlandırma hamlesi, geleneksel olmayan politikalardan normalleşmeye dönüşün ilk adımı olarak nitelendirilirken, parasal genişleme sürecinde sıfıra yakın düzeyde tutulan faiz oranlarının 2016'nın son ayında 25 baz puan artırılması, söz konusu adımların devamı oldu.
Fed'in faiz oranları, 2017'nin mart, haziran ve aralık ayı toplantılarında yapılan 25 baz puanlık artırımlarla da yüzde 1,25-1,50 aralığına yükselerek, küresel kriz sonrası bulunduğu tarihi düşük seviyelerden uzaklaştı. Öte yandan banka 2017 içinde bilanço küçültmeye başlayarak para politikalarında normalleşme yolundaki adımlarını hızlandırdı.
Bankanın "3 çıpa" olarak nitelendirdiği büyüme, istihdam ve enflasyon göstergelerindeki iyileşmeler normalleşme kapsamında atılan adımları desteklerken, jeopolitik gelişmeler, doların uluslararası piyasalarda güç kazanması, ABD'de Donald Trump'ın başkanlık koltuğuna oturması ve bu paralelde gerçekleştirilen politika değişiklikleri ekonomiyi baskılayan engellerin başında geldi.
Trump 2017'de Fed'i gölgeledi
ABD'de, Donald Trump'ın Kasım 2016'da yapılan başkanlık seçimlerini kazanmasının ardından, bu yılın ocak ayında görevi devralması ile ekonomide gündem belirgin bir şekilde değişti.
Trump'ın bu yılın başında ABD'nin başkanlık koltuğuna geçmesi sonrasında, özellikle vergi reformunu hayata geçirmeye yönelik sergilediği genişlemeci mali politikaları destekleyen tutumu ekonomi ve finans piyasalarına yön verirken, Fed ise adımlarını bu politikalara göre atmak durumunda kaldı.
Bu kapsamda seçimlerin ardından gerçekleştirilen Aralık 2016 toplantısında ilk adımı atan Fed yetkilileri, 2017'de kaç kez faiz artırımına gidileceğine yönelik beklentilerini ikiden üçe çıkararak Trump'ın genişlemeci politikalarını dengelemeye çalıştı.
Buna karşın 2015 ve 2016'da dört faiz artırımı beklentisini karşılamayan Fed'e olan güven özellikle 2017'nin ilk yarısında sorgulanmaya devam ederken, banka yıl içinde attığı adımlarla sürpriz olarak nitelendirilebilecek kararları almamayı seçti.
Bu doğrultuda, yıl boyunca Fed'in "sözle yönlendirme" politikalarının başarılı olduğu gözlenirken, piyasalarda Fed kaynaklı şoklar sınırlı kaldı. Trump'ın liderliğinde politik ve ekonomik gelişmeler ise gündemi meşgul etti.
Fed'in normalleşme adımları gelecek yıl da sürecek
İlk kez Fed'in Mart 2017'deki toplantısında gündeme gelen bilanço küçültülmesine ilişkin sürecin 2018'de de devam edecek olması, finansal piyasalarda takip edilecek önemli bir gelişme olarak öne çıkıyor.
Öte yandan Janet Yellen'in 4 yıllık görev süresinin Şubat 2018'de dolmasıyla, boşalacak Fed Başkanlığı koltuğuna geçmesi beklenen Jerome Powell'ın izleyeceği politikalar da gelecek yıl piyasalara yön veren gelişmeler arasında gösteriliyor.
Piyasa beklentilerine bakıldığında, Fed'in, 2018'de gerçekleştireceği mart, haziran ve aralık toplantıları olmak üzere 3 kez daha faiz artıracağı tahminlerinin ağırlık kazandığı görülüyor. Bilanço küçültme sürecinin de devam edecek olması, normalleşme yolundaki adımların gelecek yıl da süreceğini teyit ediyor.
Bununla birlikte, piyasa aktörleri gelecek yıl içinde Fed'in atacağı adımlar konusunda son yıllarda izlediği stratejinin Powell'ın başkanlığında değişmeyeceğini tahmin ederken, Trump'ın liderliğinde ABD'de izlenecek ekonomik ve siyasi gelişmelerin piyasaların yönü açısından temel belirleyici rol oynamayı sürdüreceğini belirtiliyor.
ECB'nin normalleşme adımları 2018'de sürecek
Avrupa ülkeleri, küresel ekonomik krizden en çok etkilenenler arasında öne çıkarken, Avro Birliği'ne üye 17 ülkenin parasını yöneten ECB'nin hamleleri bu kapsamda yakından takip ediliyor.
Küresel ekonomik krizin etkilerini tam olarak atlatamadan bankacılık sisteminde problemlerle karşı karşıya kalan, ayrıca Avro Bölgesi'ne bağlı ülkelerin bazılarında borç sorunlarının baş göstermesi ile zor dönemden geçen Avrupa'da, Brexit sürecinin de eklenmesi bölge ekonomisinin ciddi zarara uğramasına yol açtı.
Bu süreçte ECB, varlık alımları yoluyla ülke ekonomilerinde finansal istikrarı destekleme yoluna gitti.
Geçen yılın son toplantısında varlık alım programında düzenlemeye giden ECB, program süresini 2017 sonuna kadar uzatmasına karşın, aylık varlık alımı miktarını 20 milyar avro azaltarak 60 milyar avroya düşürdü ve normalleşme yolunda ilk sinyali verdi.
Yıl boyunca ekonomide iyileşme sinyalleri veren ekonomik veriler ile gelecek yıl para politikalarında nasıl bir yol izleyeceği merak konusu olan ECB'de, varlık alım programından çıkış stratejisine ilişkin alınacak kararlar 2018'in en önemli gündem maddesi olarak öne çıkıyor.
10 yılın ardından normalleşen BoE'de Brexit başrolde
Birleşik Krallık'ın Avrupa Birliği'nden (AB) ayrılma kararı alması sonrasında, ekonomik açıdan dengelerin değiştiği İngiltere, bu gelişmeye karşın para politikasında normalleşmeye giden ülkeler arasında yer aldı.
Bu yıl yaklaşık 10 yıl aradan sonra ilk kez politika faizini artırma kararı alan İngiltere Merkez Bankası (BoE), 2 Kasım'da politika faizini tüm zamanların en düşük seviyesi olan yüzde 0,25'ten yüzde 0,50'ye yükseltti.
Bankanın varlık alım hedefini değiştirmeyerek 435 milyar sterlin seviyesinde bırakmasına karşın faizlerde artırıma gitmesi, normalleşme yolunda atılan en büyük adım olarak gösterildi. Gelecek yıl ise BoE'nin izleyeceği politikalarda Brexit sürecinin etkisini sürdürmesi bekleniyor.
BoJ ise, yıl boyunca yüzde 2 enflasyon hedefine ulaşana kadar gevşek para politikasını sürdüreceği vurgusunu yineleyerek duruşunu değiştirmedi. Bununla birlikte, yılın son toplantısında BoJ Başkanı Haruhiko Kuroda'nın "Japonya artık bir deflasyonda değil" açıklamasında bulunması, gelecek yıla ilişkin izlenecek politikalarda soru işaretleri yarattı.