'IMF ve OECD alarm veriyor, G-20 içi boş laf üretiyor'

YAYINLAMA
GÜNCELLEME

OSMAN ULAGAY

Dünyanın önde gelen 20 ekonomisinin temsil edildiği G-20 grubunun 2008 krizi sırasında gerçekleştirdiği Washington ve Londra zirveleri krizin aşılmasında önemli rol oynamıştı. Ancak krizin kritik aşaması geride kaldıktan sonra G-20'nin rolü de ikinci plana düştü, G-20 üyesi ülkelerin ortak bir hedefe yönelme eğilimleri azaldı. Her ülke kendi önceliklerini gözeten politikalara önem vermeye başladı. Bu nedenle G–20 toplantılarına gösterilen ilginin de giderek azaldığı görüldü.

Şimdi gelinen noktada finans piyasalarında ve dünya ekonomisinde 2008'dekine benzer bir ölümcül kriz hali yok, finans sistemini ayakta tutmak için acil kararlar almak şimdilik gerekmiyor ama dünya ekonomisinin, dünya ticaretinin ve finans piyasalarının ciddi sorunlarla karşı karşıya bulunduğu ortada. Dünya ekonomisindeki büyüme 2010'dan bu yana her yıl hedeflenenin gerisinde kaldı, 2003-2010 döneminin yıldızı olan ‘Yükselen Pazar' ülkelerinin 2015'deki ortalama büyüme hızı 2008'dekinin yarısına bile erişemedi.

Dünya ekonomisi alarm veriyor

2016'da gelinen noktada, başta ABD Merkez Bankası (FED) olmak üzere merkez bankalarının likidite bolluğunu sürdürerek ve faizleri sıfıra yakın düzeyde, hatta kimi ülkelerde sıfırın altında tutarak ekonomiye destek olma çabalarının büyümeyi istenen düzeye yükseltmek için yeterli olmadığı anlaşıldı. Eksi faize kadar varan düşük faiz uygulamasının finans sisteminde ve dünya ekonomisinde yeni riskler yaratabileceğini ileri sürenler de var.

Dünya ekonomisini yakından izleyen IMF, Dünya Bankası ve OECD gibi uluslararası kuruluşlar da birbiri ardından uyarı mesajları vererek salt genişlemeci para politikalarıyla büyüme yetersizliği sorununu aşmanın mümkün olmadığını vurgulamaya başladılar.

IMF ve OECD, dünya ekonomisinin gidişatını değerlendiren son raporlarında büyüme tahminlerini bir kez daha aşağı çekmek zorunda kaldılar ve bu kısır döngüyü kırmak için genişlemeci maliye politikalarını devreye sokmanın gerekli olduğunu vurgulamaya başladılar.

IMF ve OECD'nin önerilerinde özellikle mali bünyesi genişlemeye olanak veren ülkelerin bu yola girmesi önerilirken, kamunun altyapı yatırımlarını da devreye sokabilecek olan bir harcama programıyla ekonomik büyümeye yeni bir ivme kazandırılabileceği belirtiliyor. Ayrıca ekonomik büyümeye ivme kazandıracak bir fiskal genişlemenin vergi gelirlerini artırabileceği, dolayısıyla kamu açıklarını büyütmeyeceği, tersine azaltabileceği de hatırlatılıyor.

Bu arada ABD Dış İlişkiler Konseyi'nin yayın organı olan Foreign Affairs dergisi Mart – Nisan 2016 sayısında küresel büyümedeki yavaşlamayı kapak konusu yaptı ve soruna çözüm arayışıyla ilgili değerlendirmelere yer verdi.

Tüm bu gelişmelerden çıkan ana mesaj açıktı: Dünya ekonomisinde temelde talep yetersizliğinden kaynaklanan bir büyüme sorunu vardı ve şu ana kadar alınan önlemler bu sorunu çözmeye yetmemişti. O halde dünyanın önde gelen ekonomilerine yön verenlerin, maliye politikalarını da içeren bir ortak eylem programı hazırlayıp uygulamaya koyması önerilebilirdi.

G-20'den ne beklenir?

Bu noktada G–20'nin 2008 krizinden çıkışta oynadığı rol akla geldi ve gözler geçen hafta Şanghay'da yapılan G–20 maliye bakanları ve merkez bankaları başkanları toplantısına çevrildi.

Ancak toplantı başlar başlamaz söz alan Almanya Maliye Bakanı Wolfgang Schauble'nin, her zamanki sert üslubuyla, maliye politikalarının devreye sokulmasına ve kamu harcamalarının artırılmasına karşı çıktığı ve yapılması gereken şeyin yapısal reformlar olduğunu vurguladığı görüldü.

ABD Hazine Bakanı Jacob Lew da dünya ekonomisindeki yavaşlamanın bir krize yol açacak boyutta olmadığını, bu nedenle telaşa kapılıp acil önlemlere yönelmenin gereksiz olduğunu savundu.

Toplantı sonucunda yayınlanan G–20 bildirisi beklentileri karşılamaktan çok uzaktı. G-20 üyeleri daha önce yaptıkları vaatleri tekrarlamış, yıllardır yapılamayan yapısal reformların önemini tekrar vurgulamış, Çin ve diğer bazı ülkeler kur savaşlarını başlatmama konusundaki iyi niyetlerini ortaya koymuştu.

Uzun lafın kısası şu: G -20 sorunlara çözüm üretmek yerine içi boş laf üretmeyi tercih ediyor. Anlaşılan, G–20'nin anlamlı bir adım atması için sorunların krize dönüşmesi gerekiyor.