10. yılında İstanbul'da deprem, sorun ve çözümleri

YAYINLAMA
GÜNCELLEME

Kadem EKŞİ / MMG Yerbilimleri Komisyonu Başkanı

Türkiye, depremle birlikte yaşamaya mahkum bir ülkedir. Türkiye'de bugüne kadar yaşanmış olan en büyük deprem 7.9 büyüklüğündeki Erzincan depremidir. Bu yüzden mesleki literatürde Türkiye, ikinci deprem kuşağı içerisinde yer almaktadır. (Birinci deprem kuşağında büyüklüğü 8 ve üzeri depremler meydana gelir.) Fakat diğer ülkelerle kıyasladığımızda deprem ve diğer afetlerden dolayı ölüm sayısı açısından birinci sırada gelen ülkeler arasındayız. Daha gelişmiş ülkelerde gerek yerleşim alanı gerekse yer seçimi ve yapı niteliği bakımından incelemeler çok üst seviyelerde yapılmakta ve yetkili kişiler tarafından sürekli gözetim altında bulunmaktadır. Türkiye'nin hassas davranması geren konulardan birisi budur.           Topraklarının %93'ü aktif deprem kuşağında bulunan Türkiye'de nüfusun %98'inin deprem riski altında olmasına karşın temel sorunlar sürmektedir. 1999 Marmara depremi sonrasında "güvenli yapılaşma" adına getirilen yapı denetimi düzenlemeleri deprem sonrası sorunları çözememiş hatta yeni bir kargaşa yaratmıştır. 17 Ağustos depremi ardından gündeme gelen 595 sayılı KHK'nin Anayasa Mahkemesi'nce iptali üzerine aynı anlayışla oluşturulan 4708 sayılı Yasanın sonuçları 2003 Mayıs'ında yaşanan Bingöl depreminde bir kez daha ortaya çıkmıştır. Son 58 yıl içerisinde depremlerden, 58.202 vatandaşımız hayatını kaybetmiş, 122.096 kişi yaralanmış ve yaklaşık olarak 411.465 bina yıkılmış veya ağır hasar görmüştür. Sonuç olarak depremlerden her yıl ortalama 1.003 vatandaşımız ölmekte ve 7.094 bina yıkılmaktadır.

Marmara depremi, 17 Ağustos 1999 tarihinde saat 3.02'de Kuzey Anadolu Fay Hattı'nın Adapazarı, Kocaeli, Gölcük segmenti üzerinde oluşan, Richter ölçeğine göre Ms=7.4 manyitüdünde ve yaklaşık 45-50 saniye süren bir depremdir. 17 Ağustos 1999 tarihinde 3.02 sularında başlayan tarihi felaket 17.480 kişiyi öldürmüş, 23.781 kişiyi yaralamış ve 147.120 kişiyi evinden yoksun bırakıp prefabriklerde yaşamaya zorlamıştır. 17 Ağustos depreminin üzerinden 10 yıl geçmiş olmasına rağmen, bu acı ve üzücü olaydan ne yazık ki yeterli dersi çıkaramadık. Özellikle biz mühendis ve mimarların sürekli vurguladıkları, ülkemizdeki deprem ve bunun yol açtığı riskler yeteri kadar dikkate alınmıyor.

Türkiye üzerine ölü toprağı örtülmüş, yeni bir depremi beklemektedir. Türkiye bu depremi beklerken biz neler bekliyoruz ne gibi çalışmalar yapıyoruz eksiklerimiz neler, bunları kendimize ne kadar soruyoruz…

Deprem kader değildir!... Türkiye'nin her köşesinde deprem tehlikesinin var olduğu; bu ülkeden başka bir yere topluca taşınamayacağımıza göre, deprem tehlikesinden kaçınmağa olanak bulunmadığı anlatılmalıdır. Depremin gerçekleşme olasılığı çok çok küçük bir afet olarak değil, yapılara etki eden olağan zorlamalardan biri olarak algılanması gerektiği vurgulanmalıdır. Depremden korunmanın yolları vardır. Korunma yollarından en önemlisi deprem öncesi ve sonrası insanların bilinçlendirilmesidir.

Depremde yapıların ağır hasar görmesinin kaçınılmaz olmadığı, bunun genellikle teknik kusurlardan kaynaklandığı anlatılmalıdır. Depreme dayanıklı olacak yapıların taşıması gereken özellikler belirtilmeli; bu koşullara uygun olarak yapılmış yapıların depremleri hasarsız ya da daha hasarla atlatabildikleri ve özellikle can kaybına neden olmadıkları, görsel örneklerle kanıtlanmalıdır. Bu konunun kadere bırakılmaması, yapıların depreme dayanıklı olmasını sağlamak amacıyla, her türlü olanaktan yararlanılması, ilgililerin zorlanması öğütlenmelidir.

Yapılar depreme dayanıklı olabilir!... Depremde yapıların ağır hasar görmesinin kaçınılmaz olmadığı, bunun genellikle teknik kusurlardan kaynaklandığı anlatılmalıdır. Depreme dayanıklı olacak yapıların taşıması gereken özellikler belirtilmeli; bu koşullara uygun olarak yapılmış yapıların depremleri hasarsız ya da daha hasarla atlatabildikleri ve özellikle can kaybına neden olmadıkları, görsel örneklerle kanıtlanmalıdır. Bu konunun kadere bırakılmaması, yapıların depreme dayanıklı olmasını sağlamak amacıyla, her türlü olanaktan yararlanılması, ilgililerin zorlanması öğütlenmelidir.

Deprem dayanımı sağlamanın bedeli çok yüksek değildir!.. Her iyi şey gibi, yapıların depreme dayanıklı olmasını sağlamak için de bir bedel ödenmesi gerektiği belirtilirken, bunun hiç de yüksek bir bedel olmadığı vurgulanmalı, yapım maliyetini çok küçük oranda arttıracağı, örneklerle gösterilmelidir. Bu sorunun bir maliyet artışı konusu olmaktan ötede, bir teknik bilgi, doğru uygulama, sağlıklı tasarım ve yapım sorunu olduğu belirtilmelidir.

Yapı göçmesinin bedeli ise çok yüksektir!.. Toplam maliyetin yalnızca yapım maliyetinden ibaret olmadığı, buna göçme maliyetinin de eklenmesi gerektiği anlatılmalıdır. Göçme maliyetinin ise çok yüksek olduğu, özellikle can kaybı durumunda bunun para ile ölçülemeyecek nitelikte olduğu vurgulanmalıdır. Göçme maliyetini oluşturan, onarım maliyeti, enkaz kaldırma ve yeniden yapım maliyeti, eşya zararı maliyeti, kurtarma-yaralı bakım maliyeti, can kaybı gibi faktörler açıklanmalı; yapım maliyetindeki küçük bir artışla elde edilebilecek deprem dayanımının, gerçekte toplam maliyeti, önemli ölçüde düşürebileceği anlatılmalıdır.

Yapılar ne kadar dayanıklı olsa da bir sorun daha vardır. O da İstanbul'a göçün önlenmesi gerekmektedir. İstanbul özel bir durum arz ediyor. Ülke durumunun neredeyse beşte biri İstanbul'da yaşamaktadır. Üstelik nüfus ortalama yüzde 4 oranında artmaktadır. Bu çok fazladır. Yüzde 4 artan bir nüfusun idaresi, eskiden bu yana gelen sorunların çözümü çok zordur. Nüfus arazi rantı ve sanayi baskısı, deprem dahil bütün çalışmaları, hedefleri yok ediyor; hedeflere varılmasını engellemektedir. Trafik sorunu, hava kirliliği, su havzalarının kirletilmesi örnek olarak verilebilir... Bir deprem kuşağının üzerinde, Marmara gibi 1.derecede deprem bölgesi olan bir ülkede, bu bölgenin kuzeyinde yerleşen bir metropolde depreme karşı alınacak önlemlerin felç olma noktasına gelmesi vahimdir. Deprem risklerinin azaltılması dediğimiz faaliyetleri yapmak için parasal kaynaklar bulmamız lazımdır. Ayrıca uygulayabilecek gücümüzün olması gerekir. O uygulamayı yapacak ekibi oluşturmalıyız. Hem teknik olarak hem de siyaseten bu süreci bir şekilde başlatmalıyız ama bu süreç bir türlü başlatılamıyor.

Yapılmaya çalışılan bir diğer proje ise kentsel dönüşümdür. Kent planlama ise; bir bölgenin iktisadi, toplumsal ve fiziksel yönden geleceğine kurgulanmasına bağlı olarak, o bölgede yer alan yerleşmelerin yeniden biçimlendirilmesine yönelik kestirim, öngörü ve tasarımları içeren çalışmalar bütünüdür. Bu çalışmalardaki yanlışlıklar ya da plansızlık depremi afet haline getiren en önemli etmenlerdir.

Bir kentin gelişmesi; büyüyerek gelişmesi ya da yalnızca büyümesi, bilindiği gibi, çok ayrı olgulardır. Kentin bütününe ve içinde bulunduğu bölgeye yönelik olarak alınan dışsal kararlar bu olguları doğrudan etkileyebilmektedir. Örneğin; 50'li yıllardan beri siyasal iktidarların ülke genelinde uyguladıkları politikalar; iktisadi ve toplumsal olmaktan çok, siyasal popülizmin ürünü olarak verilen ya da verilmeyen kimi kararlar kalabalıklaşmasına, büyümesine yol açmıştır. Başlangıçtaki bu konu ile ilgili çalışmalar deprem odaklı kentsel dönüşüm olarak adlandırılıyordu daha sonra deprem odaklı sıfatı yavaş yavaş kaldırılarak ismi sadece kentsel dönüşüm oldu. Böylece kentsel dönüşüm rant üreten bir dönüşüm gibi algılanmaya, öncelikler karıştırılmaya başlandı. Kentsel dönüşüm adı altında siz villalar, rezidanslar, yüz bin dolarlık akıllı konutlar yapma durumunda değilsiniz. Kentsel dönüşüm alt, orta gelir gruplarının mevcut depreme, dayanıksız, plansız, denetimsiz yerleşimlerini, ada pafta bazında yerinde dönüştürmek demektir. Yerinde dönüşüm tanımı çok önemlidir. Bu durumda mevcut yerleşmeleri yeniden planlayarak bazı insanları kendi arzuları çerçevesinde başka yerlere yerleştirebilirisiniz. Ama dönüşümü bir kent planı içinde, çevre düzeni ve nazım plan çerçevesinde yerinde yapmaya çalışmamız lazımdır. Aksi takdirde bugün olduğu gibi kentsel dönüşüm teknik bir konu olmaktan çıkar; bir sosyoekonomik soruna dönüşür.

Akılcı yaşam biçimi, yaşanan sorunlara kalıcı çözümler üretmek; aynı sorunu defalarca yaşamamak; çıkması olası sorunları önceden görmek ve engellemek demektir. Kentlileşmiş olmak da bir anlamda bu demektir. Planlı kentleşme kentlilerin egemen olduğu ülkelerde başarılır; o ülkelerin kentleri plan bütünlüğü içinde gelişir. Kent nüfusunun büyük çoğunluğu kısa süre öncesine değin, kırsal kesimdeki egemen üretim ilişkileri içinde yaşamış, yetişmiş olan insanlar oluşturuyorsa o kentte üretilecek en iyi planın bile uygulama şansı olmayacak her depremde yine geceler, günler sokakta geçirilecektir.

İstanbul'da bugüne kadar yapılan çalışmalar genelde binaların deprem performanslarının belirlenmesine yönelik olmuştur. Bunun yerine önceliğin daha çok; sosyal, ekonomik, psikolojik, hukuki ve idari yetki ve sınırları göz önüne alarak çözümler oluşturulması, daha sonra bunların mühendislik, kentsel dönüşüm ve planlama ile birlikte değerlendirilmesi gerekir.

İstanbul'u etkileyecek depremin büyüklüğünü, muhtemel zamanı gibi tartışmaları bir yana bırakarak, beklenen deprem karşısında tehlikeleri belirleyip bunlara karşı gerekli stratejileri ve eylem planlarını ortaya koymaya çalışılmalıdır. Kısaca, enkaz altından insan kurtarmayı değil enkaz altında insan kalmamasını sağlamayı, belirlenen tehlikelerin giderilmesi ve maddi kayıpların en aza indirilmesi amaç edinilmelidir.

Bütün ifade edilenlerin özeti olarak zemin-deprem-yapı denetimi konularındaki sorunlar ve çözümler aşağıda madde halinde özetlenmeye çalışılmıştır.

· Ülkemizin afet politikası yeniden gözden geçirilip güncelleştirilmelidir.

· Afetlere öncelik veren bir imar yasası çıkartılmalıdır.

· Yapı projelendirilmesi aşamasından önce, deprem-zemin yer hareketlerini modellemeye yönelik standart bir format oluşturulmalıdır.

· Zemin etütlerinde dinamik etki altındaki zemin davranışları tespit edilmeli,

· Zemin Etüt Raporları'na gerekli önem verilmeli ve ilgili mesleklerin önündeki anlamsız bürokratik engeller kaldırılmalıdır.

· Deprem bölgelerinde yapılacak yapılar hakkındaki yönetmelik revize edilmeli, uygulanmalı ve denetimi sağlanmalıdır.

· Deprem tehlikesi her düzeydeki vatandaşımıza anlatılmalı, yaygın ve etkin bir bilgilendirme programı uygulanmalıdır.

· Deprem güvenli konutların inşa edilmesi sağlanmalıdır.

· Kentsel Dönüşüm Yasası ile "Yık-Yap" ve "Büz-Yükselt" metotları ile yeşil alanları arttırılmalı ve otopark alanları yeraltına alınmalıdır.

· Deprem bilinci geliştirilmeli ve bu konudaki hafıza, diri tutulmalıdır.

· Sözlerle değil Acil Eylem Planı ile ilgili projeler uygulamaya konulmalıdır.

· Deprem Master Planları yanında, Mikrobölgeleme Çalışmaları ile ortaya çıkan sonuçlar hayata geçirilmelidir.

Her problemin bir çözümü vardır; zaten çözümü olmayan şey problem değildir!