12 Eylül’le hesaplaşma mı, başkanlık sistemine geçmek mi?

YAYINLAMA
GÜNCELLEME

 

 

Serdar DİRİHAN / Kamu Yönetimi Uzmanı

Bu yazıda Anayasa değişikliğine ilişkin Referandumdan çıkan 'Evet' kararının ardından bugünlerde tartışılan iki konunun çelişkisini vurgulamak istedim. Birincisi Başkanlık sistemi. İkincisi 12 Eylül müdahalesi ile hesaplaşma. Birbirinden ilk bakışta uzak duran bu iki konunun biraz ayrıntıya girildiğinde ne denli büyük bir çelişki oluşturduğunu göstermek için 12 Eylül rejiminin çıkardığı bölge valiliklerinin ihdasına ilişkin 71 sayılı Kanun Hükmünde Kararnameyi gündeme getirmek anlamlı olacak. Bu düzenleme ile Türkiye'de merkezleri Erzurum, Diyarbakır, Adana, Kayseri, Ankara, Konya, İstanbul ve İzmir olmak üzere 8 bölge yönetimi kurulması öngörülüyordu. Ancak yürürlük tarihi bir yıl sonraya bırakılmıştı. O bir yıllık sürede Ulusu hükümeti yönetimi seçimle iş başına gelen 1. Özal hükümetine devretmiş, ANAP çoğunluğunda şekillenen parlamento bu yasanın yürürlük kazanmasını engelleyerek Türkiye'nin bölgeselleşme serüvenini tarihe gömecek bir kararı kanunlaştırmıştı. Eğer o günlerde bölgeselleşme düzenlemesi yürürlük kazansaydı şimdi Türkiye'de aradan geçen uzun zamanı da dikkate aldığımızda bölge valiliği sistemi büyük ölçüde oturmuş olacaktı. Yönetim yapımızda köklü bir dönüşümü sağlayabilecek bu düzenleme merkezin yetkilerinin iller üstü bölge düzeyinde dağılımını da getireceğinden tam olmasa bile bir tür eyalet sistemini ya da ona yakın bir yönetim yapısını getirmiş olacaktı. "Nitekim" birkaç yıl önce (Mart-2007'de) Evren Paşa gazetelerde epey yer eden eyalet sistemi önerisini yinelediğinde üzerinde biraz duruldu ama konunun ayrıntısı bugünlerde daha fazla analiz edilmeyi hak ediyor doğrusu (bkz. 1 Mart 2007 tarihli Hürriyet, 'Evren'in 8 Eyaleti' başlıklı haber). Evren Paşa gazetelerde boy boy yer verilen röportajında ve açıklamalarında özetle o günlerdeki bölge valiliklerinin kurulmasına yönelik düzenlemenin aslında bir tür eyalet sistemi getirme amaçlı olduğunu söylemişti: 'Aslında bu düşüncem yeni değil. Daha 1980'li yılların başında bunları düşündüm. Çünkü Ankara'dan illere hakim olmak zor. Uykularım kaçıyordu. Ben cumhurbaşkanıyken İçişleri Bakanı bunu dile getirdi. 1983 yılında Danışma Meclisi tatile girdiğinde bizim kanun hükmünde kararname yetkimizi devrettik. Bölge İdare Mahkemeleri'ni kurarken de bu zihniyetle hareket ettik. Türkiye'yi birtakım bölgelere böldük. Yetkileri oraya devrettik'. Hatta aynı satırlarda ABD'de Pakistan'da Almanya'da ve daha birçok ülkede uygulanan federatif yönetimlerde gözlemlediği çok bayraklılık da Evren Paşa için bu bölgeselleştirme yaklaşımında etken olmuştu. Kendi açıklamalarında var bu ifadeler: 'Cumhurbaşkanıyken Bavyera'yı ziyarete gitmiştim. Baktım üç bayrak çekmişler. Biri Türk öteki Alman bayrağı idi. Bu üçüncüsü ne bayrağı diye sordum. Burası Bavyera eyaleti onun bayrağı dediler. Amerika da böyle yönetiliyor, Pakistan da. Yönetim zorlaşınca ülkeler eyaletlere bölünüyor' (Hürriyet 1 Mart 2007).

Gelelim başkanlık sistemine, daha çok federatif ya da bölgeli yapılı devletlerde başarılı uygulama örneklerini gördüğümüz bu sistem için, seçilmiş başkanın güçlü otoritesine karşılık yerel / bölgesel yönetimlerin ulus devlet içerisinde oluşturulmasının önemli bir denge unsuru sağladığı açık. Başkanlık sistemi taşranın merkezdeki temsilcileri olan parlamento üyelerinin yetki ve etkisini bir ölçüde seçilmiş başkan üzerine topladığından, sistem, merkez/taşra güç dengesini bölgesel düzeyde yönetsel yapı şekillendirerek aşmak üzerine kurulu. Elbette ülkeden ülkeye değişen örnekler var. Ancak prensip olarak böyle bir dengeleme mekanizmasını kurgulamak önemli. Kimi ülkelerde eyaletler çok güçlü, hatta eyalet sınırları içerisinde ülke genelinden farklılaşan hukuk kuralları var ABD gibi, kimi ülkelerde de belli sosyolojik, coğrafi, ekonomik vs. ayrımlarla şekillenen bölgesel yönetimler var. Merkezi yönetsel yapının uzun yıllar hakim olduğu Türkiye eğer 12 Eylül rejiminin öngördüğü gibi 80'li yıllarda bölge düzeyinde yönetsel yapılanmaya gitseydi büyük olasılıkla pratik ihtiyaçlarla sınırlı bir bölgeselleşme deneyimini yaşayacaktı. Bugünkü başkanlık sistemi tartışmalarında gündeme gelen kimilerine göre bu sistemin sağlıklı işlemesi için bir gereklilik, kimilerine göre ise sırf böyle bir koşulu olduğu için bile başkanlık sistemine geçilmemesi gerektiği biçiminde ülke bütünlüğü açısından tehdit olarak görülen bölgeselleşme, 80'li yıllarda yürürlük kazanmış olabilirdi. Ve aradan geçen zamana rağmen hala başkanlık sistemine geçilmemiş olsaydı ve şimdilerde gündeme gelseydi, Başkanlık Sistemi'nin temel koşullarından biri  zaten var olacaktı ya da istemezükçülerin temel reddediş nedeni ortadan kalkmış olacaktı.

12 Eylül'le hesaplaşmanın aynı zamanda Başkanlık Sistemi'ne geçişi kolaylaştırabilecek bir düzenleme ile de hesaplaşma anlamı taşıması, aşılması zor bir ironi.  Bu ironi yerel/bölgesel yönetim mekanizmalarının merkez karşısında güçlendirilmesi talebini gündemde tutan demokratların da 12 Eylül 1980 rejimi ile hesaplaşma girişimlerine başvururken üzerinde bir kere daha düşünmeleri gereken bir ayrıntı olarak kafaları karıştırmalı.