8 yılda milli gelirimize 2 Yunanistan eklendi
Dr. Ali TOPCUBAŞI / Topcubaşı Grup Yön. Kur. Bşk.
AB de Fransa dahil içinde bulunduğumuz yıl içinde 2 defa not unun düşürülmesine karşın, Türkiye'nin kredi notunun 18 yıl aradan sonra bir kademe yükseltilerek 1994 yılındaki düzeye BB+ dan BBB- çıkarılması, ayrıca içinde bulunduğumuz batılı ülkelerin notlarının birer ikişer sürekli düşürülmesi ve ABD'nin bile yüksek bütçe açıkları dolayısı ile not indirimi ile karşı karşıya kalması nedeni ile hem ülkemizde, hem de yatırım için fırsat kollayan uluslararası yatırımcılarda ülkemize paranın akışı yönünde baskı oluşturacağı kanısı güçlenmektedir. Nitekim faizler tarihin en düşük seviyesi olan yüzde 6.20'lere inerken, döviz kuru üzerinde aşağı baskı hissedileceği anlaşılmaktadır.
Faizlerin aşağı yönlü olarak 6.20'lere dayanması her ne kadar yatırım ikliminin canlanması açısından olumlu olsa da, yüksek cari açık dolayısı ile dolar kurunun 1.80'lerin aşağısına inmesi, daha önemli olarak kur sepetinin 2.05'lerden 1.90'lara düşmesi dış ticaret dengesini bozacağı şüphesizdir.
Şüphesiz, ülkemizin yatırım yapılabilir düzeye çıkarılmasında, sağlanan ekonomik istikrarın etkisi büyüktür. Bilhassa 2010 ve 2011 yılında AB ortalamasının yaklaşık 3 katı düzeyinde üst üste ortalama yüzde 9'lar düzeyinde gerçekleşen büyüme, Avrupa Birliği ile aramızdaki farkın ilk defa hissedilecek düzeyde azalmasına neden olmuştur. AB ülkelerinde Almanya ve Finlandiya, Norveç ve İsveç gibi birkaç ülkeleri göz ardı ettiğimizde, Batılı ülkelerde belirgin büyümenin bilhassa 2008'den beri olmadığını kolayca anlarız. AB'nin lokomatifi olan Almanya'da bile büyümenin bu yıl yüzde 0.8'e inmesi beklenmektedir.
Diğer yandan 2012 için Yunanistan'da büyümenin eksi yönde 7.3'e yükselirken, İtalya'da yüzde 2.4, İspanya'da ise yüzde 2'ye yakın küçülme beklenmektedir. Batılı ülkelerin ekonomilerinde bozulan dengeler, bizim gibi gelişmekte olan ülkelerin aralarındaki mesafeyi daraltmalarına vesile olmaktadır. Bilhassa BRİC olarak adlandırılan Brezilya, Rusya, Hindistan ve Çin in yanı sıra, aralarında Türkiye'nin de bulunduğu G. Kore, Meksika, Endonezya gibi ülkelerin mesafeyi hızla daralttığı anlaşılmaktadır. 1960'larda sanayileşmede bizden geride olan G. Kore'nin en üst derecede teknolojik ürünler üretmesi, bu ülkenin sanayileşme hamlesini dikkatlice izlememizi gerektirmektedir. Bu ülkenin kredi notunun İspanya ve İtalya'nın bile üzerinde olması, dünyanın en gelişmiş 10 ülkesi arasına bir kaç yıl içinde ulaşacağını kanıtlamaktadır.
Ülkemizin 2004'ten itibaren gelişmesi de yadsınamayacak boyutta olduğunu hatırlatmış olalım. Satın alma gücü paritesine göre Türkiye'nin milli geliri 2014 yılında 698 milyar dolar iken, 2011 sonunda yüzde 85 artış ile 1 trilyon 292 milyar dolara yükselmiştir. Aynı dönemde AB'nin 9 triyon 13 milyar dolar olan geliri, yüzde 30 artış ile 11 trilyon 765 milyar dolara ulaşmıştır. Yani 2004 yılında Türkiye'nin AB içinde payı yüzde 7 iken, 2011 sonunda yüzde 10'a çıkmıştır. Söz konusu 8 yıllık dönemde Yunanistan'ın toplam milli gelirindeki artışı ancak yüzde 15 ile sınırlı kalmıştır.
Bu dönemde Portekiz in büyümesi de 209 milyar dolardan yüzde 29 artış ile 270 milyar dolar, Macaristan'ın 164 milyar dolardan yüzde 29 artış ile 213 milyar dolara çıktığını belirteyim. Yunanistan'ın 2012 yılında yüzde 8'e yakın, Portekiz'inde yüzde 4'e yakın daralma göstereceğinin anlaşılması, söz konusu oranları bu çok daha fazla aşağıya çekeceğini göstermektedir. AB içindeki İspanya, İtalya Portekiz ve Yunanistan gibi ülkelerin payı ise dramatik şekilde azalmıştır.
Söz konusu dönemlerde İtalya'nın ancak yüzde 24, İspanya'nın ise 33 oranında büyüdüğünü ifade edelim. Ayrıca, bu oranları söz konusu ülkelerde 2012 yılındaki daralmanın etkisi ile daha da aşağıya ineceğini göz önüne alırsak, bu ülkeler ile aramızdaki mesafenin de hatırı sayılır derecede aşağıya çekeceği muhakkaktır.
Türkiye son 8 yılda toplamda satın alma gücü paritesine göre 598 milyar dolarlık genişleme göstermiştir.
Oysa komşumuz Yunanistan'ın milli geliri ise ancak 264 milyar dolardan 304 milyar dolara yükselerek 40 milyar dolarlık artış gösterebilmiştir. Yani, son 8 yılda Türkiye 2 Yunanistan kadar büyüme kaydetmiştir. Yine aynı dönemlerde ülkemizin milli gelirine 2.2 kat Portekiz veya 2.8 kat Macaristan eklendiğini hatırlatalım.
AB'nin 3'üncü ve 4'üncü büyük devletleri açısından da bakarsak, 2004'te Türkiye'nin satın alma gücüne göre İtalya'nın yüzde 43'ü, İspanya'nın ise yüzde 62'si kadar iken, 2011 yılında bu oranların İtalya için yüzde 64'e, yükseltilerek 1994'teki düzeye BB+ dan BBB- çıkarılması, ayrıca içinde bulunduğumuz batılı ülkelerin notlarının birer ikişer sürekli düşürülmesi ve ABD'nin bile yüksek bütçe açıkları dolayısı ile not indirimi ile karşı karşıya kalması nedeni ile hem ülkemizde, hem de yatırım için fırsat kollayan uluslararası yatırımcılarda ülkemize paranın akışı yönünde baskı oluşturacağı kanısı güçlenmektedir.
Nitekim faizler tarihin en düşük seviyesi olan yüzde 6.20'lere inerken, döviz kuru üzerinde aşağı baskı hissedileceği anlaşılmaktadır. Faizlerin aşağı yönlü olarak 6.20'lere dayanması her ne kadar yatırım ikliminin canlanması açısından olumlu olsa da, yüksek cari açık dolayısı ile dolar kurunun 1.80'lerin aşağısına inmesi, daha önemli olarak kur sepetinin 2.05'lerden 1.90'lara düşmesi dış ticaret dengesini bozacağı şüphesizdir.
Türkiye son 8 yılda toplamda satın alma gücü paritesine göre 598 milyar dolarlık genişleme göstermiştir. Oysa komşumuz Yunanistan'ın milli geliri ise ancak 264 milyar dolardan 304 milyar dolara yükselerek 40 milyar dolarlık artış gösterebilmiştir. Yani, son 8 yılda Türkiye 2 Yunanistan kadar büyüme kaydetmiştir.
Yine aynı dönemlerde ülkemizin milli gelirine 2.2 kat Portekiz veya 2.8 kat Macaristan eklendiğini hatırlatalım. AB'nin 3'üncü ve 4'üncü büyük devletleri açısından da bakarsak, 2004 yılında Türkiye'nin satın alma gücüne göre İtalya'nın yüzde 43'ünü, İspanya'nın ise yüzde 62'sini oluştururken, 2011 yılında bu oranların İtalya için yüzde 64'e, İspanya için yüzde 87'ye çıktığını görmekteyiz.
Ülkemiz her ne kadar son 10 yılda bilhassa ekonomik çıkmazda olan AB ile arasındaki farkı hissedilir derecede azaltsa da, bizim ekonomideki problemleri çözdüğümüz anlamında anlamamız gerekmektedir. Düşük olan sabit sermaye verimliliğimiz ve tasarruf oranımız ile Çin, Hindistan, G. Kore benzeri gelişemeyeceğimiz açıktır. Yüzde 14'lerde gezinen tasarruf oranımızı yüzde 40'ların üzerinde olan Çin, yüzde 35'lerde olan Hindistan ve G. Kore'ye yaklaştırmamız gerekmektedir. Sabit sermaye verimliliğimizi de en az 10 puan yükseltmenin yollarını bulmamız gerekmektedir. Yoksa 2 yıllık hızlı büyümeden sonra, azalan milli gelir gerçeği ile karşı karşıya kalmaktan başka çaremiz kalmamaktadır.