Açık denizde saldırı
Dr. Mustafa AŞULA / Em. Büyükelçi
İsrail'in açık denizde Mavi Marmara'ya saldırması uluslararası hukuk açısından açık ve aleni bir suçtur. Bu konunun tartışılmaya dahi tahammülü olamaz.
Saldırı hakkında söylenmesi gerekenlerin tamamı söylenmiştir. İlave edecek bir şey kalmamıştır.
Ancak olayın üstünden geçen bir kaç gün zarfında artık düşünceler, ilk günlerin ağır duygusallığının etkisini üzerinde pek taşımıyor olsa gerek. İsrail'e karşı filhal ve fiili bir veya bir kaç yaptırımdan, daha doğrusu missilllemeden çok, uluslararası hukuk açısından başlıca nelerin takipçisi olabileceğimiz dillendiriliyor. Bunların başında, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi'nin de desteğiyle, olayın soruşturulması, İsrail'in özür dilemesi ve kayıplar için tazminat ödemesi gibi.
Her olay dış politikada bir (case) dir. Ve bu (case)' ler bundan sonrası için de birer emsaldir. Bu yönüyle dosyalarda iyi saklanır ve herbirinden gereken sonuçların çıkarılmasına bakılır.
Medyaya dikkat ediyorum, Mavi Marmara'yı hazırlayan İHH (İnsan Hak ve Hürriyetleri Vakfı) hakkında pek bir izahata ve yoruma rastlayamıyorum. Bu kuruluşun bir sivil toplum örgütü olduğu anlaşılıyor. Kurucuları ve mensupları, şimdiye kadar hangi hallerde doğrudan dış politika uygulaması içine girdiler ve nerelerde hangi sonuçları aldılar? Bu defaki Gazze seferi sırasında da Dışişleri Bakanlığı ve Hükümet'le temas ettiler mi, plan ve programları hakkında bilgi verdiler mi ve onay aldılar mı? Şayet bu lazimeyi yerine getirmiş bulunuyorlarsa, İHH bir tür kamu diplomasisisi uygulaması yapmış oluyor.
Yeni sayılan Dışişleri Bakanı'mızın tatbikatında kamu diplomasisinin önemli bir yer tuttuğunu biliyoruz. Ancak bu diplomasi sonuç itibariyle dış politikayı ve Türkiyeyi içinden çıkılmaz zorluklar içine itecekse, hem maksadını fazlasıyla aşmış olacak ve hem de Sayın Dışişleri Bakanı'nın jargona yeni ilave ettiği 'sıfır sorunlu' dış politika uygulamasına ters düşecektir.
Netice itibariyle denilebilir ki, kamu diplomasisi elbette yararlıdır, ancak belli sınırlar içinde kalınmak , ezcümle, Türkiye gibi etrafı bilinen ülkelerle çevrili bir ortamda, belli başlı dış politika sorunlarının, bunları anlamak istemeyenlere anlatılması ve izah edilmesi gibi bir misyonla iktifa edilmesi kaydiyle kabul görebilir. Yoksa Türkiyeyi çatışmanın eşiğine getirmek gibi, kamu diplomasisine açık bir çek verilemez.
İsrail'e yapılacaklara gelince, burada da dış politikamızın bölgede benimsediği ve gerçekleştirilmesine çaba gösterdiği temel misyon, yani barış karşımıza çıkmaktadır. Orta Doğu gibi karmaşık bir arenada böylesi bir misyonu üstlenip, ne ölçüde tahakkuk ettirdiğimiz tartışılsa bile, bir kere bu meselede biz de varız demişiz ve diyoruz. Dolayısıyla, kurmak istediğimiz barışı kendi elimizle tehlikeye atamayız. Atarsak, etrafın tüm mukavemetine rağmen, ne İran politikası kalır ne Suriye ve ne de uğruna bunca fedakarlığa katlandığımız Filistin. Ama biz Filistinden çok, bu entite içindeki bir fraksiyon için, Hamas için köprüleri atıyoruz. Bu da ayrı bir mesele.
Her halde dış politikanın temel hedefi, olur olmaz büyük misyonlar yüklenmek suretiyle, ülkeyi sıkıntıya sokmak değildir. Türkiyemiz herşeyden evvel kendini dirayetle korumasını bilmelidir. Halk arsında söylendiği gibi, sakalla bıyık arasında asla kalmamalıdır.