Aile içi eğitim zorunluluğu, yarınlarımızın aydınlığına yol açacaktır
Erol AYGEN / Hatay Fikir kulübü başkanı
İnsan beyninin organik yapısı bilgilerin algılanması, mahal ve zaman faktörlerine göre toplanan bilgilerin kullanılması, elde edilen bir bilginin toplanan diğer bilgiler arasında ilintilendirilmesi ile sınırlı kalmamaktadır. Organik beynimiz her türlü bilgilerin depolanması ve beş duyu ile birlikte diğer tüm organlara gerekli komutlar verdirmesi görevlerini de üstlenir. Ayrıca kendi komutasına bağlı duyu ve organların birbirleriyle dayanışmasını gerektirecek program tasarım görevini de üstlenen önemli bir organdır.
İnsan beyninin bilinen kapasite kullanım azlığı, bizlere insan beyninin tembelliğini hatırlatmaktadır. Belki de bu nedenledir ki, insan beyinleri, kendine özgü bilgilerinin doğruluğunu kontrol etme özelliğini de yitirmiş olabileceği düşüncesine ulaşabiliriz. Tıpkı günümüzde tekniği, mühendisliği, matematiği kendine görev seçmiş kişilerin çarpım cetveli, kare kök alma, diferansiyel,logaritma, entegral işlemlerini unuttukları gibi. Sadece matematikte mi elbette ki değil, organik beyinde arşivlenen tüm bilgiler kullanılmadıkları değişken süreçler içerisinde silinebilmektedirler (Unutma olayı).
Düşünce tanımında; İnsanın, maddesel ve toplumsal gerçeklik karşısında kavramlar ortaya koymasını, onları birbirine bağlamasını ve yeni bilgiler edinmesini sağlayan süreçlerin tümünden ibaret olduğuna burada değinmekte yarar görmekteyim. Bu tanım yaklaşımından sonra düşüncenin ortaya çıkarılmasında elektronik beyinlerin yetersizliği ile karşılaşmaktayız. Düşünmenin yaratılma olgusu ise, insanlık aleminin var olan bir artısı olarak konumunu korumaktadır.
İnsanın organik beyni var oluşundan itibaren, aynı anda beş duyarganın da aktif olmasıyla, veri toplama işlemlerini kolayca yapmaya başlar. Organik beyin, duyargalar arasındaki ilintileri kullanması sonucunda çok hızlı bir zaman kesitinde, beyinde düşünceyi oluşturur. Bir organik beyinin mükemmelliliği veya mükemmelsizliliği, doğuşundan kısa bir süreç sonunda kendisine yakın ebeveynlerin olgunlaşmış beyinlerine göre şekillenebilme özelliğini taşımış olmasıdır. Buradan şu sonuca gitmemiz mümkündür. Aile ve çevre bireylerinin, beyin verilerinin zengin ve fakirliği, kendine bağımlı yeni yetişen bireyin beyin gelişiminde de en büyük faktörü oluşturmasıdır.
Dünya dehası, ünlü kimyacı Lavoisier (Antoine Laurent), 1743 ila 1794 yılları arasında Fransa da yaşamıştır. Onu dünya dehası yapan elbette ki ailesi ve yakın çevresiydi. Esas eğitimi hukuk üzerineydi bu nedenle Paris barosuna kayıtlı olarak avukatlık mesleğini de yürütüyordu. Kimya ve Hukuk üzerine geliştirdiği çok önemli teoriler sayesinde, Fransa ihtilali döneminde dünya genelinde haklı olarak büyük bir ün elde etmişti. XVI Louis zamanında Liberal aristoklar daha kendilerini gösterememişlerdi, dağınık bir haldeydiler. Halkın büyük çoğunluğu bilinçsiz dincilerden oluşuyor ve arzu ettikleri cumhuriyetin kurulmasına bu dinciler büyük bir direnç gösteriyorlardı. Dincilerin baskıcı hareketleri karşısında Lavoisier, aynı zamanda kimya bilimini reddeden yobazlar için "Bu kelleler hiçbir şeye yaramaz" dediği için tutuklandı. Aynı gün yargılanarak, giyotinle ölüme mahkum edilmişti.
Giyotin başında Lavoisier'e son isteği soruldu, kendisi gibi ünlü Fransız matematikçi Lagrange'i (1736-1813) çağrılmasını talep etti. Lagrange'e, Lavoisier'in hücresine getirildiğinde Lavoisier, arkadaşına "Bak Lagrange biraz sonra idam edileceğim, başımda bulunmanı istiyorum. Kafam sepete düştüğünde gözlerime hemen bakmalısın. Eğer sana iki kere göz kırparsam; insanın kafası kesildikten sonra bir süre daha, beyin düşünmeye devam etmekte olduğunu ispatlamış olacağım. Bu düşünceme tanıklık etmeni senden bekliyorum der." Lavoisier'in kafası kesildi, sepete düştü ve gülerek iki kere göz kırptı. Matematikçi Lagrange diyor ki ; "Lavoisier'in son saniyedeki ispat arayışı, bilimselliğin yüzyıllar sürecek meşalesidir. Ama o yobaz kafalar asırlarca karanlıkta sürünecekler"ifadesini kullanmıştır.
Ülkemizde sıkça rastlanan erken evlilik, çok eşli evlilik ve bu gruplara ait çok kalifiyesiz yüksek nüfus artışları ve ayrıca aile eğitimlerinin milli eğitim programlarımızın dışında bırakılmaları bilinen sorunlarımızı her geçen gün daha da kronikleştirmektedir. Buna karşılık ise sosyal ekonomik yapısı ile birlikte kültürel yapısı iyi olan gruplardaki nüfuslarda görülen azalış ülkemizin çözüm bekleyen en önemli sorunu haline gelmiştir.
Çözüm için, aile içi eğitimlerin zorunlu hale getirilmesi ve bu görevin Milli eğitim Bakanlık müfredat programlarına aldırılmasını gerektirecek yasal boşlukların giderilmesi ile mümkün olabilecektir.
Bu yapılması durumunda, Türkiye'mizin yarınlarında bir çok Lavoisier'ler, Lagrange'ler gibi düşünür beyinlerin çoğalmasını gerektirecek ortamlara bugünden zemin hazırlamış olabileceğiz.