Avrupa'daki Türkiye ile kısır döngüyü kırabilme projesi

YAYINLAMA
GÜNCELLEME

Menekşe TOKYAY / İst. Kültür Üniv. / Küresel S. Eğilimler Mrk

Türkiye'nin Avrupa Birliği tam üyelik sürecine destek vermek amacıyla kurulan, Finlandiya eski Cumhurbaşkanı ve 2008 Nobel Barış Ödülü sahibi Martti Ahtisaari'nin başkanlık ettiği, "Akil Adamlar Grubu" olarak da bilinen Bağımsız Türkiye Komisyonu , "Avrupa'da Türkiye: Kısır Döngüyü Kırmak" başlıklı ikinci Türkiye raporunu 7 Eylül günü Brüksel'de kamuoyuyla paylaştı. Hatırlanacağı gibi, komisyon, bir önceki raporunu Eylül 2004'te, yine çok çarpıcı bir başlıkla, "Avrupa'da Türkiye: Bir Sözden Fazlası mı?" adı altında yayınlamıştı.

Temelde, oldukça kapsamlı ve her cümlesi dikkatle birkaç kez okunması ve özümsenmesi gereken bu ikinci raporun ana ruhuna, Türkiye-AB müzakerelerinde varılan son noktaya dair bir karamsarlığın yansıdığını söyleyebiliriz. Bununla birlikte, komisyonu oluşturan AB ülkeleri cumhurbaşkanları, başbakanları, dışişleri bakanları ve komiserlerinin yönlendirici ve yapıcı eleştirilerini de, raporun sayfalarını karıştırırken duyumsamamak olanaksız...

2005 yılında başlayan üyelik müzakerelerinden bu yana geçen beş yıllık sürenin sonunda, müzakerelerin geçtiği kritik aşamaların nedenleri, bir ölçüde, üye devletlerin monolitik bir duruş sergilememesine ve tutumlarını konjonktürel olarak değiştirmelerine bağlamış. İslam, göç, istihdam sorunları ve ekonomik kriz de, kamuoyu düzeyinde genişleme sürecinin algılanışını birincil dereceden etkileyen bir etmen olarak beliriyor. Elbette Türkiye'nin de buradaki sorumluluğu, "altın çağ" olarak nitelendirilen 2005 yılından beri siyasi reformlara verdiği desteğin azalmasında ve ülke içinde Avrupa karşıtlığının yükselip, iç siyasi gündemin üyelik ajandasını geri plana itmesinde yatıyor. Dolayısıyla, her iki tarafın da üyelik sürecini yeniden canlandırmak adına atması gereken önemli adımlar var ufukta...

Raporun başlığına da yansıyan, ilişkilerdeki kısır döngü, temel olarak, Türkiye'de reformların belirli zorluklar ve önceliklendirmelerle yavaşlaması sonucu Avrupa'da Türkiye'nin üyeliğine olan siyasi ve toplumsal muhalefetin artması, buna paralel olarak Türkiye'de de dışlanma hissiyle reform yanlılarının hevesinin kırılması durumuna işaret ediyor. AB üyeliğini olumlu gören Türkler'in oranının 2004 yılından günümüze %50 oranında azalmasının nedenlerini çok uzakta aramamak gerek. Liderlerinin Türkiye'nin üyelik sürecinin yararlarını vurguladığı ve söylemlerine bu yönde bir tonu yansıttığı ülkelerin kamuoyunda, Türkiye'nin üyeliğine verilen desteğin boyutları ve bu ülkelerin dönem başkanlıklarında Türk kamuoyunun AB projesine daha hevesli sarılması, buna bir örnek olarak verilebilir. Unutmayalım: Bugün Avrupa bütünleşmesinin motoru kabul edilen Fransa ve Almanya, 1954 yılında yapılan bir kamuoyu araştırmasında çok farklı bir görünüm sergileniyordu: Fransız halkının sadece %29'u bir Fransız-Alman ittifakının işlerliğine inanıyordu!

Söz konusu kısır döngünün nasıl kırılacağının yanıtı ise, yine metne ustaca yerleştirilmiş bir yönlendirme çizelgesi içinde bulunabilir. Öncelikle, Türkiye'nin, ufukta seçim olasılığının da görünmediği önümüzdeki yakın dönemde mutlak öncelik olarak AB müktesebatına uyum konusundaki çabalarını artırması gerekiyor. Şu anda içinde bulunulan "Demokratik Açılım" ve Ermenistan başta olmak üzere "komşu ülkelerle ilişkilerin normalizasyon süreci" (popüler deyişle, "donmuş krizlerin çözüm yoluna girmesi"), AB yönelimindeki kararlılığı destekleyici birer anahtar olarak beliriyor. Bu sürecin, bir diğer donmuş kriz olan Kıbrıs sorununda tarafların çözüme yönelik çalışmalarını hızlandırması ve karşılıklı olarak kabul edilebilir bir federal çözüm bulunmasıyla güçleneceği ise, özellikle belirtiliyor. Bu bağlamda, 2009 yılında, Türkiye'nin AB katılım sürecinde önünde duran bu tehlikeli engeli ortadan kaldıracak adımlara öncelik vermesi gerekiyor.

Son günlerin gözde gündem konusu "Demokratik Açılım" da, raporda takdirle karşılanmakta; toplumsal barışın kalıcılığı ve kültürel özgürlükler paralelinde insan haklarının korunmasında iyileştirme sağlanması için benzeri adımların atılması teşvik edilmektedir.

Raporda, "ahde vefa" (Pacta Sund Servanda) ilkesine ve Türkiye'ye adil davranılması gereğine de oldukça sık başvuruluyor. Böylelikle, tam üyelik yönünde AB devlet ve hükümet başkanları nezdinde oybirliğiyle alınmış bazı kararların ("müzakerelerin ortak hedefi üyeliktir" gibi), Avrupalı liderlerin konjonktürel girişimleri ve olumsuz açıklamalarıyla ("müzakerelerin ucu açıktır", imtiyazlı ortaklık, özel statü önerileri, Akdeniz Birliği gibi) sekteye uğramaması gerektiğine işaret ediliyor. Keza, ahde vefa ilkesine uyulması, doğrudan hükümetin AB kararlılığını ve reformlara verdiği desteği belirleyen bir turnusol kağıdı adeta... Kısır döngünün önemli bir bileşeni de, bağlayıcılığı iyi niyete dayanan bu ilkenin gereklerinin AB düzeyinde içselleştirilmesinde yatıyor.

Raporun sonuç kısmında vurgulandığı gibi, AB müzakerelerinin temel hedefi tam üyeliktir; imtiyazlı ortaklık gibi bir alternatif söz konusu olamaz. Bu hedefe ulaşılması ise, müzakerelerin sonuçlarına, Türkiye'nin geçirdiği dönüşüme ve üye devletlerin kararlarına bağlı olacaktır. Rapora göre, enerji kaynakları arasında merkezi bir konumdaki Türkiye'nin üyeliği, jeostratejik açıdan da çok yerinde bir karar olacaktır. Bir diğer deyişle, üyelikte kısır döngü yaratan hususları faydalı ve yapıcı birer döngüye dönüştürecek etkileşim ve işbirliği alanlarının yaratılması, her iki tarafın da yararına olacaktır.

Fransa eski Başbakanı Dominique de Villepin, Türkiye-AB ilişkilerine dair şu yorumda bulunmuştu: "Kız her gün gidip "Benimle evlenecek misin?" diye sorarsa adam bıkar". Komisyon üyelerinin, söz konusu raporu, önümüzdeki dönemde Avrupa'nın başlıca başkentlerine giderek, adeta bir iğne oyası işler gibi bir titizlikle kamuoyuna ve karar vericilere sunacak oluşunu, artık nişan döneminden evliliğe adım atmak isteyen utangaç genç kızı elinden tutup, -biraz da nazlı bir edayla- damadın önüne çıkarma ve "Türkiye'nin şevkini kırmayın" deme girişimi olarak yorumlayabiliriz, ne dersiniz?