Basel III üzerine düşünceler

YAYINLAMA
GÜNCELLEME

Orhan AKIŞIK

Eylül ayının önemli ekonomik gelişmelerinden birisi, finans kuruluşlarının sermaye yeterlilikleri konusunda Basel Komitesi tarafından alınan karar. Gelişmiş ülkelerin merkez bankaları tarafından 1974 yılında oluşturulan Komite'nin, Basel I adıyla yaptığı ilk düzenlemenin tarihi 1988. 1992 yılında 10 ülke tarafından uygulamaya konulan; bankaların asgari sermaye yükümlülüklerine ilişkin kurallar getiren Basel I'in yetersiz görülmesi üzerine, 2004 yılında Basel II adıyla yeni bir düzenlemeye gidilmişti. Finans kuruluşlarının sermaye yeterlilikleri hakkında öncekinden farklı olarak uluslararası standartlar getirmeyi amaçlayan Basel II henüz tam anlamıyla yerleşmemişken, bu defa Basel III adıyla bir yenisi üzerinde anlaşma sağlandığı görülüyor.

27 ülkenin merkez bankası başkanları ve devlet temsilcilerinin katılımıyla İsviçre'nin Basel kentinde yapılan son toplantıda, bankaların mali yapılarının sağlamlığının önemli kriterleri arasında yer alan çekirdek sermaye rasyosunun, yani kayıtlı sermaye ve dağıtılmamış karlar toplamının risklerine göre ağırlıklandırılmış varlıklara oranının 2015 yılına kadar %4.5'a, 2019'a kadar ise ilave %2.5'luk bir artışla toplamda %7'ye çıkarılması yönünde karar alındı.

Bugünkü oranın %2 olduğu hatırlanırsa, %5'lik bir artış önemli. Fakat, yeterli olup olmadığı tartışmaya açık. Bankaların bilançolarını güçlendirerek muhtemel krizlere karşı daha dayanıklı durmalarını amaçlayan Basel III, geçen yıl G-20 Zirvesi'nde bu yönde alınan tavsiye kararının bir uzantısı.

Basel III kararları, Avrupa Merkez Bankası dışında Amerikan Merkez Bankası tarafından da olumlu karşılandı. ABD'nin, finans sektörünün düzenlemeye tabi tutulması konusunda öteden beri istekli olduğu zaten biliniyor. Temmuz ayında bu ülkede yürürlüğe giren yeni finans yasası bunun bir örneği. Yasadan beklenen ekonomik krizleri kontrol altına almak olduğu kadar; geniş kitlelerin, genel olarak karlarını arttırmaktan başka bir amacı olmayan finans kuruluşları tarafından istismar edilmelerinin de önüne geçmek.

Finansal krizler günümüze özgü olaylar değil. Ancak küreselleşmenin etkisiyle bunların ekonomilerde yol açtığı tahribatların boyutları özellikle son otuz yıllık dönemde öncekilerle kıyaslanmayacak ölçüde artmış durumda. Finansal krizlerin gayrisafi yurtiçi hasıla üzerindeki etkisini gösteren tablodan, son krizin etkisinin şiddetlendiği 2009 yılında üretimdeki kayıpların ileri derecede sanayileşmiş ülkelerde % 3-4 oranında değiştiği görülüyor. Krizden en çok etkilenen iki ülke ABD ve İspanya.

Finansal krizlerin gayrisafi yurtiçi

hasıla üzerine etkisi (%)

2008 2009 2010

Kanada -0.27 -3.41 -1.35

AB Bölgesi -0.23 -3.51 -2.18

Fransa -0.25 -3.87 -2.52

Almanya -0.26 -3.15 -1.06

İtalya -0.16 -3.26 -3.10

İspanya -0.18 -4.06 -3.48

İngiltere -0.24 -3.23 -2.21

ABD -0.41 -4.83 -0.80

Kaynak: Barrell, R., Hurst, I., Kirby, S. (2010).

The Current Financial Crisis and Future

Regulatory Reform

Yeni düzenlemenin finans sektörünü daha güçlü bir yapıya kavuşturması beklenmekle birlikte; kredi hacminde daralmanın yanı sıra, üretim ve tüketim miktarında da azalmaya yol açmasından endişe ediliyor. Bu tür bir gelişmenin, henüz güçlü büyüme yönünde eğilim göstermeyen ülkelerde resesyonu geriye getirmesi uzak bir ihtimal değil.

Bankaların sermaye yapılarını güçlendirmek, yani daha fazla sermayeye sahip olmak istemeleri müşterilerine karşı yükümlülüklerini yerine getirme arzusu dışında, yasal zorunluluklardan kaynaklanmaktadır. Ancak sermayedeki artışın karlılığı azaltması, bankaları daha az sermaye ile çalışma yönünde teşvik etmektedir. Çünkü hiç bir banka, daha yüksek sermaye ve daha düşük karlılık arasında bir seçim yapmak zorunda kaldığında, ikincisini tercih etmez. Bundan dolayıdır ki, karlılıklarını korumak isteyen bankalar daha az sermaye ile çalışmanın yollarını aramışlardır.

Bu amacı gerçekleştirmek için kullanılan yollardan biri, riskli varlıklar arasında yer alan krediler yerine, riski daha düşük, hatta sıfır olan devlet tahvili ve bonolarına yatırım yapmaktır. Bu tür bir politika değişikliğinin kredi hacmını azaltarak ekonomik faaliyetlerin finansmanını güçleştireceği açıktır. ABD'de 1990-91 yıllarında meydana gelen resesyonda bunun da payı vardır. Kaldı ki, AB'nin içine düştüğü borç krizi devlet tahvil ve bonolarının risksiz yatırım araçları olmadığını açık bir biçimde ortaya koymuştur. Bu gerçeği dikkate alan Basel II, finansal kuruluşların sistemin boşluklarından yararlanmalarının önüne geçmek icin bazı kurallar getirmişti.

ABD konut kredileri piyasasından kaynaklanan bu son finansal krizin altında karmaşık finansal ürünler içine gizlenmiş aşırı derecede riskli kredilerin etkisi büyük. Bu tür ürünlere yatırım yapanlar üstlendikleri riskten haberdar olmadıkları için büyük kayıplara uğradılar. Bankacılık sektörünün kayıplarının ABD'nin dışında Avrupa ülkelerindeki bankaların sermaye yapılarını da aşındırdığı da açık. Resesyon öncesi finansal kriz de dahil olmak üzere, 1980'lerden bu yana meydana gelen tüm finansal krizlerde kısmen küreselleşmenin neden olduğu düzenlemelerden yoksun piyasaların payı büyük.

Basel III beklentileri ne ölçüde karşılayacak ? Bu sorunun cevabı büyük ölçüde kredi değerlendirme kuruluşlarının olduğu kadar, bankaların iç kontrol ve kurumsal yönetim sistemlerinin etkinliğine de bağlı. Son zamanlarda, ABD ve Avrupa ülkelerinde finansal alanda ardı ardına yapılan düzenlemeler, başlangıcı 1980'lere kadar giden, ekonomik faaliyetlerin alabildiğine serbestleştirildiği, piyasaların tamamıyla "görünmez elin" insafına terkedildiği bir dönemin sonuna gelindiğini gösteriyor.