Baydemir'in fikirlerine katıldı
Arınç, "Güzel şeyler olacak, güzel günler göreceğiz. Yeter ki; bu şiddet dursun, silahlar dursun, eylemler dursun, ülkede barışın, birbirini anlamanın, diyaloğun yolunu açmış olabilelim" dedi.
DİYARBAKIR - Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç, "Güzel şeyler olacak, güzel günler göreceğiz. Yeter ki; bu şiddet dursun, silahlar dursun" dedi.
Arınç, Güneydoğu Gazeteciler Cemiyeti'nin (GGC) bu yıl Van Depremi'nde hayatını kaybeden gazeteciler Cem Emir ve Sebahattin Yılmaz anısına düzenlediği geleneksel Başarılı Gazetecilik Ödülleri'nin 27'incisi nedeniyle GGC Lokali'nde yapılan törene katıldı. Törende bir konuşma yapan Arınç, böyle bir etkinliğe katıldığı için mutlu olduğunu belirterek, Diyarbakırlı dostlarıyla kendilerini kucaklaştırdığı için GGC'ye teşekkür ettiğini ifade etti.
Fırsat buldukça bu tür etkinliklere katıldığını dile getiren Arınç, "Çünkü hükümette görevim hükümet sözcülüğü dışında genelde medya ile ilgili kuruluşlardır. Bunun içinde TRT, Anadolu Ajansı, Basın Yayın Enformasyon Genel Müdürlüğü, Radyo Televizyon Üst Kurulu, Vakıflar Genel Müdürlüğü var. Ama genelde basınla medyayla ilgili kurumlar bana bağlandı. 4 yıla yaklaşan Başbakan Yardımcılığı görevimde değerli basın mensubu arkadaşlarımızı anlayarak dinleyerek ve sorunlarına çare bulmaya çalışarak görevimi yapmaya gayret ediyorum" dedi.
Arınç, kendisinden önce konuşan Diyarbakır Büyükşehir Belediye Başkanı Osman Baydemir'in sözlerine değinerek, "Ben değerli Belediye Başkanımız Osman Baydemir'in gönlünden koptuğuna inandığım bu samimi düşüncelerine aynen iştirak ediyorum. Ona teşekkür ediyorum. Gönlümüzde yanan sıcaklığın, mutlaka bizi barışa huzura, bu ülkede kardeşliği doyasıya yaşayacağımız günlere yakınlaştırmasını diliyorum" diye konuştu.
Gazeteciliğin yıpratıcı bir meslek olduğunu ifade eden Arınç, gazetecilerin yıpranma hakkına ve bu konudaki çalışmalara da değinerek şunları söyledi:
"2008 yılına kadar bazı iş kollarında sizin yıpranma hakkı dediğiniz, kanundaki ismiyle 'fiili hizmet zammı' vardı. 2008'de Sosyal Güvenlik Kanunu yenilenirken o iş kolları ile birlikte gazetecilik mesleği de yıpranma hakkını, fiili hizmet zammını kaybetti. O günden bu yana arkadaşlarımız bunun yeniden gelmesini arzu ederler. Olabilir, bu makul mantıklı bir taleptir. Ancak bunun bütün sosyal güvenlik kapsamı içerisinde ve diğer iş kolları ile düşünülmesi lazım. Yalan konuşacak halim yok, ben bütün arkadaşlarıma bu konu üzerinde sayın başbakanımızın da bize çalışma yaptırdığını ama son çalışmayı Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığımızın bitirerek önümüze getireceğini ifade ettim. Umarım ki çok güzel, çok yerinde bir kararla olumlu bir sonuca ulaşırız. Tabii fiili hizmet zammının bütün iş kolları için geçerli olması, sosyal güvenlikte nasıl bir denge getirecektir onu ayrıca hesaba katmamız gerektiğini düşünüyorum."
Basın özgürlüğü
Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç, gazetecilerin görevini yaparken olabildiğince özgür olması, cezaevi, tutuklama ve hükümlülükle karşılaşmaması, basının sansür edilmemesinin asıl olduğunu ve buna çok dikkat ettiklerini vurguladı.
"Ama şunu iyi bilelim ki herkes suç işleyebilir. Bilerek veya bilmeyerek kimsenin böyle bir imtiyazı da yoktur. En azından bir insan olarak herkes bir suça karışmış olabilir" diyen Arınç, sözlerini şöyle sürdürdü:
"Eski hukuktaki tabirimizle 'bilerek ve isteyerek soğukkanlılıkla yani taamüdü tarif ediyorum. Bir suç işleyen de çıkabilir, taksirli bir fiil ile bir suça istemeden kazara karışmış da olabilir. Bunlara adi suçlar diyebiliriz. Her şey olabilir, yaralamadan öldürmeye kadar, ancak bizim burada konuşmamız gereken husus gazetecilik mesleğini yaparken karşılaştığımız sıkıntılardır. Yani kitap yazarken, gazete yazarken, karikatür çizerken, televizyon yayıncılığı yaparken önümüzde bir sansür var mı bir engelleme var mı? RTÜK'ten de sorumluyum. Kanunu da 1,5 yıl önce çıkardık. Yeni bir kanun yaptık 55 maddelik. Orada bile yayınlara önceden müdahale etme hakkımız yoktur. Yayınlanır, şikayet üzerine veya resen yayın ilkelerine aykırılık sebebiyle onlara bir müeyyide uygulanabilir. Şunu demek istiyorum, bir gazeteci, gazetecilik mesleğini yaparken Türkiye'de adi suçların dışında iki şeyle karşılaşır; birincisi özellikle şikayet konusu olan husus Diyarbakır'ın hususiyetlerine dikkat ederek söylüyorum, Terörle Mücadele Kanunu'dur (TMK). Bu, 90'lı yıllardan beri geliyor. Zaman zaman değişikliğe uğradı. Propaganda yapmaktan başlıyor, örgüt lehine bazı eylemlere katılmayı da katlaya katlaya yükseltiyor. Bir gazeteci gazeteci olmasına rağmen TMK'nın bu maddelerine aykırı bir fiil işlerse karşılaşacağı muamele bellidir. TMK kapsamında tutuklanır, hüküm de giyebilir. Adalet Bakanlığı'ndan aldığımız istatistiklerde 100 gazeteci diyelim ki içeridedir, 70'i TMK'nın şu şu şu maddelerine aykırılıktan ya tutuklanmış ya hüküm giymiştir. O zaman şunu söyleyebiliriz, 'TMK tamamen kalksın'. Bunu içinizden söyleyecekler var. Sayın Sezgin Tanrıkulu söyleyebilir mi bilmiyorum. O söylerse partisi söyleyebilir mi onu da bilmiyorum. Ama onu mertçe konuşabilirsiniz. Dersiniz ki; gazeteci ne yaparsa yapsın ama TMK diye bir kanun olmasın. O zaman bunun gerekçelerini de Türkiye şartlarında ne kadar uygulanabileceğini de en azından bana söylemeniz lazım. Çünkü böyle bir düzenleme yapılacaksa benim adalet bakanı ile bunu çalışmam lazım."
Propaganda unsurunun çok aşırı cezaya yol açtığını düşündükleri için 3. yargı paketinde de bu konuyu çözdüklerini söyleyen Arınç, TBMM tatile girerken çıkan kanun içerisinde buna ilişkin hükümler olduğuna işaret etti.
İkinci husus olarak ise, TMK bir engel olmasa bile Türk Ceza Kanunu'nda bazı hükümler olduğunu ve o hükümlerin 3 tanesinin, yani gizliliğin ihlali, soruşturmanın gizliliğini ihlal, yargılamayı etkilemeye teşebbüsten gazetecilerin yargılanabildiğini ve cezaya muhatap olabildiklerini dile getiren Arınç, bunların 3 maddesinde de değişiklik yaptıklarını söyledi.
Arınç, bütün bunları yapabildikleri kadarıyla unsurlarını daha net hale getirerek ya da cezalarını tecil sınırlarına sokmak suretiyle karşılamaya çalıştıklarını da kaydetti.
3. yargı paketinin önemli maddelerinden birinin de ifade özgürlüğü konusu olduğunu dile getiren Arınç, "düşünceyi yayma ve ifade açıklama sebebiyle ceza yiyenler varsa 5 yıla kadar onları erteleme kapsamına soktuk. Bundan bir milletvekili arkadaş da istifade etti biliyorsunuz. Milletvekili Kemal Aktaş, evet yemin etmemiş, edememiş olabilir, tahliye edilmemiş olabilir ama yaptığı bir konuşmadan dolayı 1 yıl 8 aylık bir cezaya muhatap kalmıştı. 5 yıllık erteleme kapsamına girmeden önce meclis başkanı okutacaktı kararı ve milletvekilliği düşecekti. Ancak 3. yargı paketindeki hüküm 5 yıla çıkardığı için Kemal Aktaş'ın milletvekilliği düşürülmedi. Bundan başkaları da istifade etti. Eğer suç olacaksa ceza da olacak. Suçun ne olup olmayacağına şüphesiz siyasi organların, yasama organının karar vermesi lazım. Bu konularda çalışma yapmadan teklif sunmadan 'bunların hepsi kalksın, herkes istediğini söylesin istediği ilişkiyi kursun' dersek bu gerçekçi olmaz" şeklinde konuştu.
Arınç, geçmişte gazeteci sıfatı ile bilinen pek çok insanın kalleşçe hunharca hayatını kaybettiğini, bütün bu olayların Hrant Dink olayı müstesna olmak üzere 90'lı yıllarda işlendiğini belirterek, "Hrant Dink'in olayında hükümet olarak yapacağımız tek bir şey vardı. Ya olayı önceden önleyebilecektik. Buna gücümüz olacaktı veya suç işlendiğinde derhal suçlu veya suçluları yakalayacaktık. Unutmayın Hrank Dink'in katilleri 36 saat içerisinde bulundu ve yargıya teslim edildi. Yargı nasıl yaptı, iyi mi yaptı kötü mü yaptı, az mı oldu eksik mi oldu, o ayrı bir konu ama biz yargının önüne çıkaracak gücü kendimizde bulabildik ve ondan başka da bu dönem gösterebileceğimiz kötü örnekler olmadığını düşünüyorum" dedi.
Medyayı güçlendirmemiz gerekiyor
Medyayı özellikle yerel medya konusunda Basın Yayın Enformasyon Genel Müdürlüğü olarak çok önemli adımlar attıklarını, hizmet pasaportu, sarı basın kartı, yerel medya eğitim seminerleri gibi çalışmaları olduğunu vurgulayan Arınç, şunları söyledi:
"Türkiye'de özellikle özgürlükler alanında genişlemeden, güçlenmeden yanayız. Unutmayalım Kürtçe'yi geçmişte inkar ettiler, reddettiler ama inkar, ret ve asimilasyon politikalarını biz terk ettik, elimizin tersiyle ittik, ayağımızın altına aldık. Artık bizden sonra ret, inkar bütün bunlar mümkün değil. Kürtçe'yi yasaklayanlar milletin değerlerine yabancı olanlardı. Bugün benim sorumlu olduğum TRT'nin, TRT Şeş diye özel bir kanalı var. Üçüncü yılına girdi, Arapça kanalı var. 3-4 ay kadar önce Soranice yayına da başladık. Bununla yetinmedik. RTÜK, Kasım 2009'da bir yönetmelik değişikliği yaparak yerel radyo ve televizyonların 24 saat ana dilde yayın yapma lisanslarını verdi. Unutmayın o tarihten önce radyolar bir saat, televizyonlar 45 dakika civarında anadilde yayın yaparlardı ama haberlerin Türkçe okunması mecburiyeti vardı. Diğer yayınlarda da alt yazının Türkçe yazılması mecburiyeti vardı. Bunların hepsini kaldırdık. RTÜK'ten son lisansları aldım, 29 yerel televizyon bir kısmı uyduya çıkmış durumda. Arapça'dan Aramice'ye kadar Kürtçe'den diğer dillere kadar anadilde yayın yapıyor."
Kürtçe sözlük çalışması
2009 veya 2010'da Osman Baydemir'i ziyaretinde, Baydemir'in kendisine Kürt Enstitüsü'nün yayımladığı bir Kürtçe sözlük hediye ettiğini hatırlatan Arınç, şunları kaydetti:
"Sonra başımıza bir iş geldi. Artık Kürtçe seçmeli ders haline geldi. Kürtçe artık bugün 5. sınıflardan başlayarak çocuklarımızın istemesi halinde öğretilebilecek. Üniversitelerde bölümler açıldığını biliyorum. Beğenmeyebilir, dudak bükebilir, 'bu da neyin nesi' diyebilirsiniz. Nereden nereye geldiğimizi söylemek için konuşuyorum. Kürtçe ders için önce öğretmen ihtiyacı arkasından bir kitap arkasından bir lügat ihtiyacı ortaya çıktı. Milli Eğitim Bakanlığı pratik olarak bunları çözmeye çalışıyor. TDK başkanına Kürtçe lügatımız var mı diye sordum. Hayır dedi. Hangi dillerde bugüne kadar lügat hazırladık diye sordum, 17 dilde lügat çalışması vardı aralarında Kürtçe yoktu. Bendeki lügati verdim bundan yararlanabilirsiniz dedim. TDK'ya Kürtçe lügat hazırlamaları talimatını verdim. Ondan da istifade edebilirsiniz dedim. Diyarbakırlı kardeşlerim bu adımı da attık. Bugünden yarına olacak bir şey değil ama bir ayıptan kurtuluyoruz. TDK filan filan dillerin lügatını hazırlamış ama benim milyonlarca insanımın konuştuğu bin yıllık bir medeniyetin eserleri düşünceleri kültürü ile bugüne kadar ayakta kalmış yaşamış bir dilin lügatını hazırlamaktan mahrum kalmışlar."
"Güzel şeyler olacak"
Başbakan Yardımcısı Arınç, huzur, barış ve dostluğu, birbirimizi anlamayı daha yüksek ve gür sesle konuşmak gerektiğini de vurgulayarak "Güzel şeyler olacak, güzel günler göreceğiz. Yeter ki; bu şiddet dursun, silahlar dursun, eylemler dursun, ülkede barışın, birbirini anlamanın, diyaloğun yolunu açmış olabilelim. Eski usul devam edecek olursak bu yaptıklarımızın milyonlarca insanı huzura ve mutluluğa kavuşturmakta yetersiz kalacağını düşünüyorum. Şiddete ve silaha tepki göstermenin şiddeti ve silahı reddetmenin tam zamanıdır. Hükümet olarak bize ne düşüyorsa bunu yapacağız ama gazeteci arkadaşlarımdan da Diyarbakır'ın tüm dinamikleri burada olduğu için sayın Baydemir'in konuşmasının ana unsuru olan huzuru, barışı, dostluğu birbirimizi anlamayı sesimizi yükselterek biraz daha gür sesle konuşmamız lazım" diye konuştu.
Arınç, daha sonra Gazete Haberciliği dalında birincilik ödülü alan Taraf gazetesi Mardin muhabiri Muzaffer Duru'ya ödülünü verdi. Ardından çekimlerinin bir kısmı Diyarbakır'da yapılan ve jüri özel ödülüne layık görülen "Sultan" dizisinin yapımcısı Cengiz Keten ve başrol oyuncuları Nurgül Yeşilçay ile Şahin Irmak'a plaket verdi.