Binalarda, güneşten elektrik üretimi sistemlerini desteklemeliyiz

C. Arda MOLTAY / Endüstri Mühendisi

YAYINLAMA
GÜNCELLEME

TBMM yaz başında tatile girmeden önce, "Yenilenebilir Enerji Kaynakları'ndan Elektrik Enerjisi Üretimi" konulu 5346 sayılı Yasada değişiklik yapılmasını öneren bir teklif;  Sanayi - Ticaret, Enerji Komisyonu'nda görüşüldü, konu ile ilgili çevrelerdeki beklenti yasanın Genel Kurul'da da derhal kabul edileceği yönünde idi ama bu beklenti Meclis kapanmadan önce gerçekleşemedi. Türkiye, halihazırda, yenilenebilir kaynaklardan elektrik enerjisi üretimini 0,05€/kWh satın alma garantisi sağlayarak destekliyor. Ancak bu destek miktarı rüzgar ve küçük ölçekli hidroelektrik dışındaki yenilenebilir kaynakların elektrik enerjisi üretimi için yaygın olarak kullanımına, yatırımların geri dönüş sürelerinin çok uzaması nedeniyle imkan sağlayamıyor.

Enerji üretiminde yenilenebilir kaynaklara dönüşümün satın alma garantisi sağlayarak destekleniyor olmasının iki temel nedeni var: Birinci neden, fosil yakıtların miktarının sınırlı olması, bunların tükenme eğiliminin başlamış olması ve bu eğilimin devletlere yüklediği stratejik maliyetler. Daha önemli olduğuna inandığımız ikinci neden ise ağırlıklı olarak fosil yakıtların yanması sonucu ortaya çıkan "küresel iklim değişikliği" fenomeni ve bunun insanlığın geleceği üzerindeki yok edici etkisi ve bu etkiyle savaşmanın maliyeti. Her iki durumun da yarattığı etkiler hem enerji üretim, hem de tüketim paradigmalarımızda acil olarak değişiklik yapmamızı gerektirecek kadar büyükler. Binalar, fonksiyonları ne olursa olsun, enerji tüketimi ve sera gazı salımında en önde gelen kaynak grubunu oluşturuyor. Dünya toplam sera gazı salımlarının %27'si elektrik ve ısıtma ihtiyacı, %11'i ise üretim ve inşaat faaliyetlerinden kaynaklanıyor, yani binalarla doğrudan ilgili sera gazı salımı toplam

salımların %38'i ölçeğinde. Küresel iklim değişikliğini kontrol altına alabilmek için 2050'de küresel sera gazı emisyonlarını 1990 seviyelerine göre yarı yarıya azaltmış olmamız gerekeceği ve buna derhal başlamamız gerektiği de genel kabul gören bir politika tercihi. Bu tercihin binalara etkisi ekolojik anlamda sürdürülebilirliğin tüm inşaat projelerinde temel hedef olması gerekeceği yani yeni binaların enerji taleplerini tasarruf ve yerinde üretim yoluyla en aza indirgeyecek şekilde tasarlanacakları ve mevcut binaların da benzer bir hedefe ulaşmak üzere yenilenecekleridir.

"Sürdürülebilir bina", ya da daha popüler söylenişiyle "Yeşil Bina" terimi, sadece, anonim mimari örneklerindeki bazı detayları hatırlayarak doğa ile barışık bir tasarım ve inşaat tekniğinin uygulandığı bir bina olarak tarif edilemez. "Yeşil Bina" misyonu 21. yy. mimarisinde en önemli hedeflerden bir tanesi olacaktır ve kullanıcılarının konfor seviyelerinden feragat etmeden, binanın gereksinimlerinin doğal kaynakların genel dengesi üzerindeki etkilerini en düşük seviyeye indirecektir. Bunun enerji açısından anlamı şudur: Isı izolasyonu, ısı kaybını ve kazanımını kontrol altında tutan pencere sistemleri, güneş kontrolü ve doğal aydınlatmaya imkan veren tasarım gibi pasif önlemleri işe koşarak binaların enerji tüketimini azaltmak önemli hedeflerdir. Ancak, 2050'de yarı yarıya azaltılmış sera gazı emisyon hedefi için binalarda, pasif önlemlerin sağlayabileceğinden daha yüksek emisyon azaltım hedefleri olacağı, bu nedenle binaların aynı zamanda kendilerinin temiz enerji kaynağı olması ya da temiz enerji kaynaklarından beslenmeleri gerekeceği de karşı karşıya olduğumuz bir gerçektir.

Bir bina, ısıtma ya da soğutma için ihtiyaç duyduğu enerjiyi toprak kaynaklı ısı pompası, güneş kaynaklı ısıtma / soğutma gibi enerjisini doğadan alan sistemler ile verimli ve konvansiyonel sistemlere göre çok daha az kirletici olarak elde edebilirken üzerine düşen güneş enerjisini fotovoltaik sistemlerle elektriğe çevirmek suretiyle de net enerji talebini azaltabilir. Binalar, yaşam döngüleri çok uzun olan insan yapılarıdır. Şu anda inşa edilen binaların çoğu 2050 senesinde kullanılmakta olan binalar olacaklardır. Halihazırda kullanılmakta olan binaların da bir kısmını 2050 senesinde yenilenmiş olarak kullanacağız ya da yenilenmeden kullanmaya devam edileceğiz. Eldeki bina stokunun ölçeği düşünüldüğünde binaları küresel iklim değişikliğini kontrol altına alma hedeflerine uyarlamak için hızlı karar almanın ve önlemleri hayata geçirmenin gereği açıktır. Örneğin İngiltere'de önümüzdeki 40 yıl boyunca her sene 570.000 evin daha az enerji talebi olacak şekilde uyarlanması gerektiği hesaplanmaktadır. Tek başına bu rakam bile, kendi haline bırakılacak bir gelişme hızı ve merkezi yatırımlar ile çözülemeyecek bir sorun ile karşı karşıya

olduğumuzu göstermektedir.

Binada yenilenebilir bir enerji kaynağı kullanılırken farkında olunması gereken, hedefin binanın enerji ihtiyacını her an karşılamak değil, binanın net enerji talebini azaltmak olduğudur. Kendisine ait bir fotovoltaik sistem ile elektrik enerjisi üreten bir bina, düşük talep / yoğun güneş anlarında bağlı olduğu şebekeye enerji sağlıyor, az güneş / yoğun talep anlarında ise şebekeden enerji alıyor olabilecektir. Önemli olan üretilen elektriğin nerede kullanıldığı değil, esasta enerji tüketicisi olan binanın enerji talebinin şebekeye ilave yük getirmeden yani ilave bir merkezi enerji üretimi yatırımı yapmak zorunda kalmadan, dağınık bir üretim modelinin sağladığı en az iletim kaybı, finansman ihtiyacının bina yatırımı kapsamında çözülebilmesi ve ilave şebeke tesisi kurmak zorunda kalmadan

hızlı uygulama avantajları ile karşılanmış olmasıdır.

TBMM'de Sanayi - Ticaret ve Enerji Komisyonu'nda kabul edilen, yazımızın başında değindiğimiz teklif, fotovoltaik güneş enerjisine dayalı elektrik üretimine 0,2-0,25€/kWh satın alma garantisi öngörüyordu. Kendi elektrik ihtiyacını karşılamak üzere lisans ihtiyacı olmayan sistem kurup, üretim fazlasının satılması durumunda ise satın alma garantisi 0,3-0,35€/kWh mertebesine çıkartılıyordu. Üretim fazlasının oluşabileceği özel koşulların geçerlilik kazanması kolayca mümkün olamayacağından, bu fiyat seviyesinin binalarda güneş pillleri ile kurulacak sistemlerin kullanımını teşvik edeceğini düşünmüyoruz.

0,2-0,25€/kWh mertebesi açık ve güneşli arazide üretim yapan bir fotovoltaik tesisin yatırımcı

açısından cazip olmasını sağlayacak bir fiyat seviyesi olabilir. Ancak hedef, ulusal ölçekte güneş enerjisinden olabildiğince yoğun olarak faydalanmaya yönelik olarak seçildiğinde, yani şehir içlerinde konumu ve yapısı uygun binalarda elektrik üretiminin de desteklenmesi söz konusu olduğunda, daha yüksek fiyat seviyelerinde bir desteğin doğru ve gerekli olduğuna inanıyoruz. Bu ilave destek, binada güneşten enerji üretimi girişimcilerini hızla motive ederken, şebeke işletmecisinin yatırım yapmasına da ihtiyaç duyurmamasından dolayı şebekeye dönük ilave bir yatırım maliyetine neden olmayacaktır.

Bu alanda, diğer ülkelerde verilen teşvik örneklerine bakarsak, yakın zamanda Fransız Hükümeti'nin güneş enerjisi satın alma tarifelerinde bir değişiklik yaparak özel olarak ticari binalara entegre edilmiş güneş enerjisi sistemlerine 0,6 €/kWh satın alma garantisi sağlamak yönünde bir teklif yaptığını görüyoruz. Binaya entegre sistemler terimi, çatı su yalıtımı, çatı kiremidi, cephe kaplaması gibi yapı elemanları yerine kullanılan ve mimari estetik açısından binanın elektrik üretebilen birer parçası olan sistemleri tarif etmektedir. Bu tip sistemlerin kullanımı ile enerji üretim süreci tamamen binanın içselleştirilmiş bir fonksiyonu haline gelmektedir. Benzer bir teşvikin Japonya'da da yürürlüğe girmekte olduğunu biliyoruz.

Yenilenebilir enerji kaynaklarına satın alma garantisi ve fiyat desteği sağlayan ülkelerin (2009 başı itibarı ile 63 ülke / eyalet) sağlanan destekleri düşen maliyetlere uygun olarak kademeli olarak azaltma ya da özellikle güneş enerjisi konusunda küresel kriz nedeniyle geçici olarak dondurma eğiliminde olmalarına rağmen binaya entegre sistemlere ayrıca verilen yüksek teşvik hiç kuşkusuz şu ana kadar anlattıklarımızın önemini doğrular niteliktedir.

Destekleme amaçlı tarifeler, serbestleştirilen elektrik üretim ve dağıtım piyasalarının ruhuna aykırı müdahaleci mekanizmalar olarak algılanabilmektedirler. Konvansiyonel yöntemlerle üretilen elektrik enerjisi 0,08-0,10€/kWh mertebelerinde tüketiciye satılırken yenilenebilir bir kaynaktan (örneğin güneşten) enerji üretimi için daha yüksek satın alma bedelleri ödemenin ekonomik anlamda verimsizliğe neden olabileceği ifade ediliyor. Oysa şu unutulmamalı ki konvansiyonel yöntemlerle üretilen enerji için ödediğimiz bedel sadece enerji üretim sürecinin içsel maliyetlerini, yani yatırım maliyetleri, yakıt bedeli, işletme maliyetleri ve yatırımcı karı gibi maliyet bileşenlerini karşılıyor. Hatta çoğu durumda yakıt bedelindeki sübvansiyonlar, hava kirliliği nedeni ile katlanılmak zorunda kalınan sağlık harcamaları ya da kaybedilen tarımsal ürün ya da nükleer santrallerdeki atık berteraf maliyetleri gibi enerji üretim sürecinden ayrılmaması gereken gizli maliyetler bu bedele yansıtılmıyor.

Kömür ya da gaz yakmayı sürdürmenin dünya ikliminin geleceğine olan etkisinin gelecek kuşaklara yüklenen bedelinin etik sorumluluğu ise hiç dikkate alınmıyor.

Yeni yasama yılının açılması ile beraber TBMM ve hükümet üyelerinin güneş enerjisinden elektrik üretiminin öncelikle binaya entegre sistemlerle gerçekleştirilmesi konusunda gerekli düzenlemeleri yapmaları en önde gelen beklentimizdir. Türk müteahhitlik sektörünün yurtdışındaki konumu da düşünüldüğünde yenilenebilir enerji kaynağı olarak güneşin kullanımında yoğunlaştırılacak teşviklerin Türkiye'yi, yakın çevresi için bir Ar-Ge ve uygulama üssü haline getirmesinin mümkün olacağını görüyoruz ve ayrıca inşaat sektörümüzde de istihdam artırıcı etkisi olacağına inanıyoruz.