Çivisi çıkmış dünyada Nobel Barış Ödülü

Ali Kemal YILDIRIM / Bankacı

YAYINLAMA
GÜNCELLEME

Dünyaca ünlü roman yazarı Amin Maalouf'un deneme türündeki Çivisi Çıkmış Dünya: Uygarlığımız Tükendiğinde (Yapı Kredi Yayınları, 2009) adlı son kitabında dünya ekonomisinde Batı'nın görece payının, Soğuk Savaş'ın sona ermesinden başlayarak azalmasının şimdiden hepsi öngörülemeyecek ciddi sonuçlar ortaya çıkardığını ifade etmektedir. Maalouf'a göre bunlardan en endişe verici olanı, ABD başta olmak üzere Batılı güçlerde konumlarını askeri üstünlükle koruma eğiliminin gittikçe büyümesi.

Hâlbuki Batı, Soğuk Savaş'tan çıkarken, üç alanda da ezici bir üstünlük sağlamıştı:

· Askeri alanda (özellikle Amerika sayesinde),

· Ekonomi alanında (Avrupa'nın olduğu gibi ABD'nin de teknolojik, sınaî ve mali üstünlüğü sayesinde),

· Manevi anlamda (en tehlikeli düşmanını, komünizmi alt eden toplum modelinin etkisiyle).

Bu farklı alanlardaki üstünlük aslına onun ustalıkla, kimi zaman ikna yöntemine başvurarak, kimi zaman da sopa göstererek, kendisine karşı çıkan rakiplerinin cesaretlerini kırarak, ama diğer herkese azgelişmişlikten ve zorbalıktan kurtulmalarını sağlayacak önemli avantajlar sağlayarak dünyayı yönetmesini sağlayabilirdi. Batı'nın ekonomik üstünlüğü Asyalı devlerin (Özellikle Çin ve Hindistan) yükselişiyle aşındı ve silaha başvurmak sıradan bir şey haline geldi.

Soğuk Savaş'ın bitişinin barış ve uzlaşma getireceği düşünüldüğü bir ortamda çelişkili bir biçimde birçok çatışma ortaya çıktı. Normalde son çare olan savaş, küresel yetkenin "yönetim yöntemi"ne dönüştü. Maalouf 11 Eylül 2001'de ABD'deki kanlı saldırıların bu sapmayı açıklamaya yetmediğini, ABD'nin bu konumunu güçlendirdiğini, kısmen de bu durumu meşrulaştırdığını ancak, sapmanın ondan öncesinde de büyük ölçüde başlamış olduğunu belirtmektedir.

ABD'nin, Berlin Duvarı'nın yıkılmasının hemen ertesinde General Noriega'ya karşı Panama'ya askeri müdahalede bulunduğunu, bu müdahalenin o andan itibaren herkesin bu dünyayı kimin yönettiğini bilmesi gerektiğini açıklayan bir mesaj olduğunu söylemektedir. 1991'de Birinci Irak Savaşı, 1992-1993'te Somali'deki hazin serüven, 1994'te Başkan Jean-Bertrand Aristide'yi iktidara geçirmek için Haiti'ye yapılan müdahale, 1995'te Bosna Savaşı, Aralık 1998'de Irak'a karşı düzenlenen "Çöl Tilkisi" adlı yoğun bombardıman harekatı, 2001'den sonra Afganistan Savaşı; 2003'ten sonra ikinci Irak savaşı; 2004'te bu kez Başkan Aristide'yi görevinden almak için Haiti'ye düzenlenen yeni sefer... Kolombiya'daki, Sudan'daki, Filipinler'deki, Pakistan'daki ve başka yerlerdeki cezalandırma amacı güden bombardımanları ve daha küçük çaplı diğer askeri harekâtlar.

Maalouf aklı başında bir izleyicinin, bütün bu müdahalelerde bazı kabul edilebilir gerekçeler olduğunu, geri kalanlarında ise bahaneden başka bir şey olmadığını anlayacağını belirtmektedir.

ABD Başkanı'nın duyarlılığı ya da siyasal inançları ne olursa olsun, ABD'nin artık dünya üstündeki etkisini yumuşatamayacağını; başta petrol olmak üzere ekonomisi için vazgeçilmez olan kaynakların denetimini yitirmeyi göz önüne alamayacağını; kendisine zarar vermek isteyen güçlerin özgürce hareket etmelerine izin vermeyeceğini; kendi üstünlüğünü yadsıyabilecek düşman güçlerin ortaya çıkışını hiçbir şey yapmadan izlemeyeceğini ifade etmektedir.

ABD'nin dünya sorunlarını güç kullanarak yönetmekten vazgeçerse, büyük olasılıkla zayıflamaya ve yoksullaşmaya başlayacağını, bunun sistemli müdahaleciliğin gerilemeyi engellemek için uygun çare olduğu anlamına da gelmediğini, yüzyılın ilk yıllarının bilançosuna bakıldığında, müdahaleciliğin gerilemeyi hızlandırdığının görüldüğünü ifade eder. Peki başka bir siyaset tarzı yaratılabilir miydi? sorusuna "denemek gerekir tabii ama ne zaman bir iktidar etkisini yumuşatsa, rakiplerinin kendiliklerinden buna verdikleri tepki minnet duymaktansa ona göz açtırmayıp saldırmak yönünde olur. Batılılar Brejnev'in Sovyetler Birliği'ne, Gorbaçov'unkinden daha çok saygı göstermiş; Gorbaçov'unkini ise aşağılamış, yağmalamış, dağıtmışlar ve bunun sonucunda Rus halkında büyük bir kızgınlığa yol açmışlardı. İranlı devrimciler de başkan Carter'a karşı acımasız davranmışlardır, çünkü başkan saldırgan bir siyaset izlemekte tereddüt etmiştir" cevabını vermektedir.

Batı'nın dünyanın geri kalanıyla yaşadığı ikilem ABD'nin uluslararası sahnedeki tutumunu birdenbire değiştirmesi durumunda da mucizevî biçiminde çözülmeyecektir. Maalouf hâlâ kurtarıcı bir canlanma umuluyorsa, böylesi bir değişim vazgeçilmez olsa da bunun belirleyici olacağını söylemenin olanaksız olduğunu söylemektedir.

Diğer taraftan, Norveç Nobel Komitesi, uluslararası diplomasiye ve insanlar arası işbirliğini güçlendirme çalabaları yüzünden ABD'nin ilk siyahi Başkanı Barack Obama'ya 2009 Nobel Barış Ödülü'ne layık gördü. Obama, Roosevelt ve Wilson'ın ardından görevdeyken Nobel alan üçüncü başkan oldu. Ödül Obama'nın özellikle nükleer silahsız bir dünyaya dair vizyonu dolayısıyla verildi. Nobel Komite Başkanı Thorbjorn "Umarız bu onun yapmaya çalıştığı şeyi biraz olsun geliştirebilir" yorumunu yaptı.

Önümüzdeki yıllar bizlere "çivisi çıkmış dünya"da "umut" arayışının nasıl sonuçlanacağını gösterecek.