Çözüme yönelik çarpışan fikirler
A. Levent ALKAN / Araştırmacı-Yazar
Fizik deneyleri atomların, moleküllerin, cisimlerin çarpıştırıldığında enerji açığa çıktığını söyler. Fikirlerin çarpışmasından doğan fikirler de farksız bir oluşum sürecinden geçer. Fikirler yeni ekonomi politikalarını ortaya çıkartır. Çoğu kez olumsuz sonuçları ispatlanana değin politikalarda diretmiş olmak, başlı başına kriz nedeni olabilir. 1929-1932 dönemini hatırlayalım. ABD’nin Buhran ekonomisine geçişteki “komşuyu zarara sokma politikası (beggar-thy-neighbour policy) ya da likiditeye sıkışmış bankalara sıkı para politikası gelir akıllara. Bunlar, yüzyılın en sert krizinin zihinlere yerleştirdiği inatlardır. 1994 krizinde Türkiye sert, hızlı bir devaluasyon yaşadı. Faizlerin düşürülmesi için piyasalara uygulanan baskı geri tepiyordu. İnatlaşmanın faturası, kendi kalemize gol yemek kadar ağırdı.
İnadım inat
Gelelim 2005-2010 küresel sistemik krizine. 2001-2005 döneminin bedava para politikası, faiz arbitrajını (carry trade) desteklediği ölçüde balonlar oluştu. Balon ve sonrasından gelen çöküş, iki önemli tarihin altını çizdi. İlki, Ağustos 2007’da piyasalarla ekonomileri bütünleştiren Minsky anıydı. İkincisi ise, Eylül 2008’deki Lehman Brothers’ın batışının araladığı kapıdan gördüklerimizdi: Küresel boyutlu kırılganlık, sistemik etkileşim ve bulaşma. Risk nerdeydi? Batamayacak kadar büyüklerde mi, kapitalizmin temelinde yatan devlet mudahelesinden sonuna kadar kaçmakta. Her aşamada iki farklı uç arasında gidilip gelindi.
İnat tutar
Bugünlerdeki politika dönüşümlerini tarihleriyle birlikte kaydetmek yerinde olur. Bir tarafta liderliğini Paul Krugman’ın yürüttüğü, teşviklere mola verilmemesini savunanlar kampı; diğer tarafta AB’nin para politikalarıyla öne çıkan, açıkları azaltıcı tasarrufcular kampı. Buradaki çok seslilik oldukça sağlıklı bir süreçtir. Demokles’in dediği gibi, “eğer herkes benim gibi düşünüyorsa, yanılmış olmaktan korkarım”. Buradaki sorun, tıpkı geçmiş krizlerde olduğu gibi vizyonel yetersizliğimizin bizi yanlış yöne götürebilmesi. Bu kriz başladığından beri, geçmişteki krizlerden ders alabilmek konusunda sayısız makale yazıldı çizildi. 1929 krizi ile 2005-2010 küresel sistemik krizi arasında geçen 76 yıl, krizler ve etkilerini analiz eden sayısız bilim adamı yetiştirdi. En önemlisi de, tasarrufları savunan kanatların bile, teşviklerin sürmesi gerektiğini ifade etmeleri. Toparlarsak, olması gereken şudur; teşvikler toplam harcamalar içinde ya da toplam borç artışı içinde %10’u geçmeyen bir payla sürdürülmeli; diğerleri azaltılmalıdır. Söylemesi kolay yapması da kolay mı? Kesinlikle hayır. Hangi harcamaların tasarruf edilip hangilerinin teşvik edileceği başlı başına uzmanlık gerektirir. Teşvikler, talebi ateşleyecek olanlar arasından seçilmelidir. Her ülkenin üretimi destekleyen talep dinamiği farklı olduğuna göre, politikalarının da farklı olmaları doğaldır. Doğal olmayansa, hatalı politikalarda diretmektir.
Bir inat, bir murat
Türkiye 2001 krizi sonrasında Keynesyen politikaları tercih etmedi. Tasarrufu, bütçe disiplinini uyguladı. Bankacılık sektörünü yeniden yapılandırdı. Sonucunda tarihinde ender rastlanır bir sürdürülebilir büyüme dönemini yaşadı. Ancak kriz sonrasındaki önlemlerde, enflasyon hedeflemesi üretim sektörünü arka plana itmeyi zorunlu kıldı. 2005-2010 krizine girildikten sonra arka planda enflasyon hedeflemesi politikalarımızın oluşturulması, bir tür inadın uzantısı değil mi? Çünkü bugün geldiğimiz noktada reel ekonomiyi unutmuş olmak, bizi bir BRIC ülkesi gibi hayallerden hızla uzaklaştırıyor. Çünkü komşumuz Avrupa’da kopan fırtınanın Euro’ya kazandırdığı rekabet avantajı ihracatımızı çok sert vuruyor. Bunu iki önemli gösterge belirgin olarak ortaya koyuyor. (1) Haziran ihracat verileri. Ayın artışı %19 olmuş. İlk altı ay toplamı %21 ve Mart zirvesi %34 olarak ihracatı zirveleştirmişti. Son ihracat verileri, ciddi bir kan kaybı olduğuna işaret ediyor. Ancak sevindirici tabloyu, yeni kazandığımız ülkeler besliyor. Suriye, Mısır, Iran, Irak pazarının toplamdaki payı %40 olmuş. Çünkü AB pazarı daralırken, yeni girdiklerimiz büyümesini sürdürmüş. Kur rekabetini ön plana çıkartan Yuan ve Euro’ya rağmen verimliliği artırarak ihracat yapmak, kriz döneminde reel sektörü açıkca zora sokuyor. Kurdaki mevcut politikayı savunan yabancı finans kuruluşları, içerde kazandıkları reel faizleri ülkelerine dönerken kurdaki (enflasyon kadar olsun) artışa kırptırmak istemiyorlar. (2) Perşembe günü açıklanan %11.65 (sabit fiyatlarla) GSYH büyümesinde eksi yönde etkili olmuş yegane sektörün ihracat olması manidardır.
Sabit fiyatlarla değişim hızı, en kararlı düşüşünü 2008 3.çeyreğinden itibaren yaşamaya başlıyor.
Tabii ki ithalatın artan boyutunu da unutmamak gerekiyor.
Büyümemiz genel görünüm itibarı ile oldukça yüksek bir rakamı ifade edince, kafalar karıştıkça karıştı. Her zaman en az iki farklı alternatif bulunuyor. Demir paranın iki yüzü, yazı ve tura. Kuğunun iki farklı rengi, beyaz ve siyah. Kutupların iki farklı polarizasyonu, artı ve eksi. Ekonomi politikalarının iki farklı bakışı, teşvik ve tasarruf.
BRIC ayrışması da bu dualizmin karizmasına gölge düşürmemiş, beklentileri ikiye bölmüştü. Küresel ekonominin büyük oyuncuları el değiştirecekti. Hem de öyle böyle değil, evinizdeki bilgisayarınızın ana sürücüsünü (harddisc) formatlamak ve yeniden yüklemek gibisinden bir değişimdi. Böyle olunca da “horozu çok olan küresel kriz köyünde sabah geciktikçe gecikiyordu. Tabii uzun sürmesinin yarattığı 3 temel riski de unutmamak gerekli. (a) güvensizlik yaratacak noktaları (kara delikleri) önceden tespit edememek, piyasalarda çok yüksek oynaklığa neden olabiliyor. Bu durumu gölge bankacılık zararlarının tespitindeki güvensizlikte görmüştük. (b) İlk olarak ABD, ardından da AB, stres testleriyle yapısal reformlar, satış baskısından bunalmıştı. 2009 Ocak-Nisan dönemi piyasalara suni teneffüs olmuştu. Ancak bunun tam tersini de yaşadığımız sayısız örnek durum vardı. Örneğin CEO primlerini kırpmaya yönelik tepkiler ya da bankaların krizin yaralarını sade vatandaş gibi paylaşmasını sağlayacak ek vergiler. Bu durumda piyasalarla krizde yapılması gerekenler farklı çıkarları işaret ettiğinde, kopartılan kıyameti görmezden gelebilmek. (c) Politikalarda krizin gereksinim duyduğu teşviklerin, sürdürülemeyecek kadar sert bir kısır döngü içine kilitlenmesi gibi risklerden ibarettir.
Öyle ya da böyle birçok krizin ortaya çıkış nedeni, çarpışan fikirlerin momentumuna inat yürütülmüş politikalardır. Hem de, Nuh deyip peygamber dememek türünden bir inattır.