Cumhuriyetimiz yeni hedeflerle 100. yıla koşuyor
1923’te 89 dolar olan kişi başına milli gelir, 90 yıl sonra 10 bin 818 dolara ulaştı.
İSTANBUL - 1923 yılından bu yana ekonomimiz 55 kat büyüdü. Nüfusumuz 6’ya katlandı. Yollar, barajlar, fabrikalar Türkiye’nin çehresini değiştirdi. 1923’te 89 dolar olan kişi başına milli gelir 10 bin 818 dolara ulaştı. Ancak bu süreçte, dünya da boş durmadı. Dünyada ekonomisini Türkiye’ye göre daha hızlı büyüten ülkeler de oldu. 1980 yılında dahi Türkiye ile aynı kişi başı gelire sahip olan Güney Kore 30 bin dolar kişi başı gelire ulaştı.
Türkiye, Cumhuriyet’in 100’üncü yılı olan 2023’e yönelik önemli umutlar besliyor. 2 trilyon dolar GSMH ile dünyanın ilk 10 büyük ekonomisinden biri olmak ve kişi başına gelirini 25 bin dolara çıkarmak gibi önemli hedefleri var.
Cumhuriyetin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk’ün koyduğu “muasır medeniyetlere yetişme” hedefi bugün de Türkiye’nin önündeki en önemli hedef. Türkiye’nin bu hedefini yakalaması için ise hızlı büyümesi şart!
Eğitim düzeyini yükseltmiş, demokratik açılımlarını hızlandırmış, işverenleri, çalışanları, siyasileri, bilim adamları ile “yetişme” hedefine odaklanmış bir Türkiye 21’inci en önemli yıldız ülke adaylarından biri.
Milli Kurtuluş Savaşı ile işgalci güçler Anadolu’dan kovulmuştu ama ülke kelimenin tam anlamıyla harap haldeydi. Uzun yıllar süren savaşlar ve toprak kayıpları nedeniyle nüfus 12.5 milyona kadar gerilemişti. Erkek nüfus açığı neredeyse 1 milyonu buluyordu. Her 10 kişiden 9’u tarım sektöründe istihdam ediliyordu. Okuma yazma oranı yüzde 15’ti. Karasabana dayalı tarım ekonomisinde İstanbul’daki birkaç çimento fabrikası dışında sanayiden söz etmek mümkün değildi. Toplu iğne dahil hemen her şey ithal ediliyordu. Bu koşullarda ‘ekonomik kurtuluş savaşı’ için hazırlıklara başlandı. Henüz cumhuriyet ilan edilmeden 17 Şubat’ta, İzmir Banka Han’da 1135 delegenin katılımıyla yeni Türkiye’nin ekonomik sorunlarını tartışmak üzere İzmir İktisat Kongresi toplandı. 1927 yılında özel sektörün gelişimini ve sanayileşmeyi desteklemek için Teşvik-i Sanayi Kanunu çıkarıldı.
Dünyayı saran 1929 bunalımı nedeniyle özel sektörün sanayileşme girişimleri yarım kaldı. Dünya ticareti düştü. 1929-33 döneminde 12 kuruş olan buğday 4 kuruşa kadar geriledi. Çiftçi yoksullaştı. Buna karşın, Türkiye dışarıdan borç almadı. Aksine üstlenilen 107.5 milyon altın Osmanlı Lirası tutarındaki borçlar ödenmeye başlandı. Dünyadaki ekonomik anlayışın ve konjonktürün de etkisiyle devlet eli ile sanayileşme ön plana çıktı. Genç cumhuriyetin getirdiği heyecan Faruk Nafiz Çamlıbel ve Behçet Kemal Çağlar’ın yazdığı ve Cemal Reşit Rey’ın bestelediği Onuncu Yıl Marşı’nın “Demir ağlarla ördük anayurdu dört baştan” dizelerine yansıyordu. 1925’te 3957 km olan demiryolu hat uzunluğu 1935’te 6669 km’ye ulaşmıştı. 30’lu yıllarda, Karabük Demir Çelik, Tekel, Sümerbank, Etibank, Şişe Cam ve Seka gibi KİT’lerle sanayinin temelleri atıldı. Sümerbank ve Kayseri, Nazilli, Malatya bez fabrikaları kuruldu.
Türkiye’nin ilk kez 1946 yılında gittiği çok partili seçimlerin ikincisi 1950 yılında yapıldı. Bu seçimlere Demokrat Parti, Meclis’te çoğunluğu elde etti. Daha liberal politikalar izlenmeye başlandı. 1954 yılında yabancı sermaye kanunu çıkarıldı. Özel sektör serpilmeye başladı. Ancak, yine de özellikle büyük projelerde özel sektörün yatırım gücü yetersiz kalması nedeniyle devlet fabrikalarının kurulmasına devam edildi. Bu dönemde, tarımda da önemli atılımlar oldu. Tarımsal üretim hızla arttı. 1927 sayımında tüm Türkiye’de 60 olan traktör sayısı, 1957 yılına gelindiğinde 44 bine çıkmıştı. Traktör sayısındaki bu hızlı artış kırdaki ucuz iş gücüne ihtiyacı azaltınca, köylerden kentlere ilk büyük göç dalgası da bu dönemde başladı. Bu kez ucuz iş gücünün şehirlere akın etmesi, tarım ekonomisinden sanayi ekonomisine doğru bir değişime yol açtı. Ailelerin gelirleri ile birlikte toplumun ortalama eğitim süresi de yükselmeye başladı.
[PAGE]
Nazi Almanya’sının Polonya’yı 1 Eylül 1939’da işgal etmesiyle başlayan İkinci Dünya Savaşı, dünyayı 1945 yılına dek sürecek bir kaosa soktu. Türkiye, savaşa girmedi ama ekonomik açıdan girmiş kadar oldu. 1938’de yüzde 9.5, 1939’da yüzde 6.9 büyüyen Türkiye ekonomisi, 1940’ta 4.9, 1941’de 10.3, 1943’te 9.8, 1944’te 5.1 ve 1945’te yüzde 15.3 küçüldü. Kimi hesaplara göre ile 1938 ile 1945 arasında milli gelir yüzde 23 oranında daraldı. Üstüne üstlük, bu süreçte enflasyon tırmandı çalışanların satın alma gücü neredeyse yarı yarıya azaldı. Savaş sırasında ‘stokçuluk’ ve ‘karaborsa’ ile edinilen servetler savaş sonrasında sanayi yatırımlarına dönüşmeyince büyüme hızı, 1946’daki yüzde 31.9’luk büyüme dışında savaş sonrasında dünyanın yakaladığı büyüme hızından düşük kaldı. İktidardaki CHP yönetimine karşı hoşnutsuzluklar öne çıktı.
Türkiye’de 60’lı yıllar planlamanın ekonomiye damgasını vurduğu bir dönem oldu. Türkiye bu dönemde dünyadaki karma ekonomi yaklaşımlarından da etkilendi. Türkiye’de 1963 yılında ilk beş yıllık plan yürürlüğe girdi. Planda ithal ikamesi stratejisi esas alınmıştı. Buna göre, yurtiçinde üretilen bir malın ithalatı kotalarla ya da yüksek gümrük vergileri ile engelleniyordu. Bunun yanı sıra, döviz kurları ve yatırım kredilerindeki faiz oranlarının düzeyi de enflasyonun altında tutularak, yerli sanayinin gelişmesi için uygun bir ortam yaratılmaya çalışıldı. Sanayide atılımın yaşandığı bu yıllarda, iş dünyasında holdingleşme öne çıktı. 1961 yılında İstanbul Petrol Rafinerisi, 1965 yılında Petkim ve Ereğli Demir Çelik gibi büyük sanayi tesisleri devreye girdi. Bunları 1967’de kurulmasına başlanan Seydişehir Alüminyum izledi. Bu süreçte özel sektör özellikle otomotivde atılım yaptı. MAN, Otomarsan, BMC gibi kuruluşların yanı sıra, Anadol 1966’da yollara çıktı.
1970’li yıllarda uygulanan ithal ikameci politikadan yararlanan yerli sanayi, yabancı şirketlerle işbirliklerine de giderek önemli sanayi tesislerine imza attı. Murat 124, Tofaş’ın Bursa fabrikasında Fiat 124 şasesine oturtularak Türkiye’de yabancı lisansla üretilen ilk otomobil oldu. Sene 1971’di. Bir süre sonra Türkiye’de üretilen Renault marka otomobiller de yollardaydı. Buzdolabı, televizyon gibi dayanıklı tüketim malları bu dönemde orta sınıfın evine girdi. Bu süreçte, iyice hızlanan iç göçün getirdiği dinamizmle konut inşaatı da büyük hız kazandı. 1964’te 10 bin 301 olan yeni yapılmış bina sayısı Cumhuriyet’in 50’nci yılının kutlandığı 1973’te 55 bin 314’e tırmandı. 1964’te 14 bin 343 daire olan iskan izni ise 1980’de 139 bin 207 olarak gerçekleşmişti. Bu dönemde Türk inşaat şirketleri ilk kez Ortadoğu’da iş almaya başladı. Yine bu dönemde petrol krizinin ve döviz darlığının bir yansıması olarak akaryakıt, tüp, margarin ve sigara kuyrukları oluştu.
[PAGE]
70’li yılların ikinci yarısından sonra ithal ikamesi politikası tıkanmaya başladı. Sanayi geliştikçe makine ve ara malı ithalatı da artıyordu ama artan ithalatı karşılayacak döviz kısıtlıydı.Birkaç milyar doları aşmayan ihracatın yarısından fazlası pamuk, tütün, fındık, üzüm gibi tarım ürünlerinden oluşuyordu. Petrol krizleri ile 1977-80 dönemindeki ekonomik ve siyasi kriz 1980 başında Türkiye’yi 24 Ocak kararlarına getirmişti. Ancak kararların uygulanması 12 Eylül 1980’deki askeri darbe sonrasında oldu. Mayıs 1981’de sabit kur sisteminden günlük kur sistemine geçildi. 1984 başından itibaren döviz tutmak serbestleşti. İthalattaki gümrük vergisi oranları düşürüldü. Turgut Özal liderliğinde izlenen dışa açılma politikası içerideki talep durgunluğu ile birleşince firmalar ihracata yöneldi. Gözde sektör tekstil ve konfeksiyondu. Bu süreçte İstanbul Borsası, sanayicilerin kaynak bulmasını kolaylaştırmak amacıyla 1986’da kuruldu.
1989’daki 8-9 Ağustos kararları, Türkiye’yi sermayenin serbest dolaşımı rejimine dahil ediyordu. Bu süreç, getirdiği olanak ama aynı zamanda kırılganlıklarla 90’lı yıllara damgasını vurdu. Türkiye, dünya ülkeleri arasında mal ve sermayenin dolaşım düzenine ekonominin durgunluk içinde bulunduğu bir dönemde ve yeterli hazırlıkları yapmadan girdi. 1996 başında Avrupa ile gidilen Gümrük Birliği, malların serbest dolaşımında yeni bir aşamayı ve tartışmayı beraberinde getirdi. Ülkeye girmeye başlayan sıcak para, büyüme hızlarını kimi dönemlerde yükseltti ancak her siyasi istikrarsızlıkta bunun faturası kriz olarak geri döndü. 1994’te 5 Nisan kararları ile sonuçlanan sürecin nedeni de buydu. Bu dönemde, 1991 ve 1998 yıllarında durgunluk, 1994 ve 1999 yıllarında ise kriz yaşandı. Bu dönemin büyük kara delikleri olarak KİT’lerin görev zararları ve çıkmaza giren tarımsal ürün desteklemeleri ekonomideki sıkıntıları daha da ağırlaştırdı.
Türkiye, 17 Ağustos 1999 tarihinde yaşanan büyük Marmara Depremi sonrasında, 2000 yılına ‘Enflasyonu Düşürme Programı’ ile girdi. Merkez Bankası’nın ilan ettiği günlük kurlarla birlikte iş dünyası önünü gördüğü bir döneme girdiğini düşünürken kasım ayındaki öncü sarsıntıdan sonra 2001 Şubat’ında büyük bir ekonomik kriz patlak verdi. 22 Şubat’ta dalgalı kur rejimine geçildi. Dünya Bankası’nda çalışan Kemal Derviş Ekonomiden Sorumlu Devlet Bakanlığı’na getirildi. 15 Nisan’da açıklanan “Güçlü Ekonomiye Geçiş Programı” 2002 yılında iktidara gelen AK Parti tarafından uygulanmaya devam edildi. Sorunlu bankalar tasfiye edildi. Ekonomi hızlı bir büyüme sürecine girdi. 2003-2007 arasındayıllık ortalama büyüme hızı yüzde 7.5 oldu. Enflasyonun düşüşü ile 2005 yılında paradan 6 sıfır silindi. 2006 ve 2007 yıllarında gelen rekor düzeydeki yabancı sermaye girişlerinden de güç alınarak, ekonomi üzerindeki IMF vasiyeti 2008 yılında sona erdirildi.
Dünyada 2008’de başlayan ekonomik kriz Türkiye’yi de vurdu. 2009 yılında Türkiye ekonomisi yüzde 4.8 küçüldü. Ancak Türkiye ekonomisi çabuk toparlandı. 2010 yılında yüzde 9.2 ve 2011 yılında 8.8’lik hızlarla Çin’le birlikte büyüme şampiyonu olduk. Fakat, daha önce de pek çok kez yaşandığı gibi ekonomi hızlı büyüyünce cari açık da tırmanışa geçiyordu.Cari açığı ve enflasyonu önlemek için alınan önlemler ise büyüme hızını düşürüyordu. Bu soruna karşı 2010 yılında yeni bir sanayi stratejisi hazırlandı. Bunu cari açığı azaltacak ürünlere yatırım yapanlara verilen teşvikler izledi. Ancak, henüz cari açığın azaltılmasına ve ekonominin fazla vermesine yol açabilecek ileri teknoloji ve katma değerli ürünlere dönük üretim istenen seviyeye gelmiş değil. Özellikle, ihracatçıların son dönemde dünya pazarlarında elde ettikleri başarıların, yüksek katma değerli ürün satışıyla desteklenmesi zorunlu görünüyor.