Dış politikada strateji kaldı mı?

YAYINLAMA
GÜNCELLEME

Dr. Mustafa AŞULA / Em. Büyükelçi

Dışişleri Bakanımız Sayın Prof. Davutoğlu dış politikada sıkça attığı hemen her adımın arkasında 'stratejik' bir derinliğin yattığını söylüyor. Filhakika Bakan bu konunun teorik yanını bütün ayrıntılariyle yazmış olduğu 550 sahifelik kitabında etraflı bir biçimde anlatıyor. Yani Türkiye, konumu itibariyle dış politikada belirgin bir strateji takip edebilir ve etmelidir de.

Göreve geldikten bu yana geçen bir seneye yakın süre zarfında Sayın Bakanının teoriyle, fiili uygulama arasında epey bir fark olduğunu müşahede etmiş olacağını umuyorum.

Türkiye aslında, sağdan soldan her an tehlike gelebilecek bir boksör konumunda, sürekli teyakkuz halinde bir ülke. Dolayısıyle strateji belirlemek ve özellikle uygulamak için ne zamanı var, ne de böyle bir lüksü.

Çevrede ve dünyada gelişmeler takip edilemeyecek kadar hızlı ve belirsizliklerle dolu. 'Sıfır Sorun' şablonuna oturtmak istediğimiz komşulardan başlamak gerekirse; İranın, özellikle nükleer alanda bugünden yarına ne yapacağı belli değil, Dışişleri Bakanı Mottaki'nin beyanları baş döndürüyor. Kafkaslarda Ermeni dayatmacılığı karşısında kardeş Azerbaycan'ın sabrı her gün biraz daha tükenmekte, keza dost ve kardeş Pakistan Amerika tarafından, nahak yere, Afganistan ve Taliban girdabına sürüklenmiş, Irak'ta seçim ve benzeri şekilsel düzenlemelere rağmen, kan duracak gibi görünmüyor, fraksiyonlararası hesaplaşmaların sonu gelmiyor, öte yandan, petrol zengini bir kısım Arap ülkeleri birikmiş fonlarını yatırmak için ülke ararken, gözlerini Türkiye üzerinden Avrupa ve Amerika'ya çevirmişler, komşu Yunanistan borç batağından baş kaldıracak gibi olmasa da, AB gibi forumlarda Güney Kıbrıs Rum Yönetimini alttan alta fitillemekten geri kalmıyor. Balkanlarda etnik bölünmeler, şeklen ilan edilmiş olsa da, bir türlü Devlete dönüşemiyor, Avrupa Birliği şimdiden Yunanistan'dan sonra, İspanya ve Portekiz, İrlanda ve kısmen de eski Doğu Avrupa ülkelerinden bazılarının istikbalini irdelerken, bu rüzgarın bizatihi kendisini berhava edebilecek bir fırtınaya dönüşmesinden endişeli ve kaygılı, büyük müttefik Amerikaya gelince, ekonomi tüm çabalara rağmen daha düzlüğe çıkamamışken, iç politika paketleri gelmiş belli başlı arterleri tıkamış, bu yüzden yönetimde dışarıyla meşgul olacak zaman ve mecal kalmamış.

Bu koşullarda bile Türkiyemiz ' derin strateji' adına, Ermeni karar tasarısını Komisyonda kabul eden Amerikaya tepki ve ders sadedinde, Vaşington'daki Büyükelçisini geri çekmiş, ancak bir kaç hafta sonra yeniden görevine iade etmiş, Sayın Başbakan ' gitmeyeceğim' dediği toplantıya bu defa katılmaya karar vermiş, ayni şekilde, İsveçe de uyarıda bulunulmuş, Büyükelçi Ankara'ya çağrılmış, fakat yine çok geçmeden Stockholm'e geri gönderilmiş.

Bütün bu iniş ve çıkışlar bize göre 'strateji ' olsa bile, muhataplar nezdinde nasıl anlaşıldı, ne sonuç alındı? bilinmez. Yani evdeki hesap çarşıya uymadı.

Bilinmeli ki, bu hesaba sık sık dışarıdan müdahele olursa, çarşıya hiç mi hiç uymaz. Müdahelelerde birincil etken prestijdir, daha çok içeride yiğitlik ve kahramanlıktır. Dış politika bu bakımdan çok cazip bir alandır, sırtında yumurta küfesi olmadan oynanması kolaydır. Bu yüzden siyasilerimiz başlıca iki şeye karışmaktan kendilerini alamazlar. Birincisi dış politika, ikincisi de protokoldür. Halbuki ikisinin de kuralları vardır. Bu kurallar zorlanırsa ortaya çıkacak tablo da bugünkünden farklı olmaz. Sonunda, Dimyat'a pirinçe giderken evdeki bulgurdan da olup, bizim 'strateji' nerede kaldı diye etrafa bakınıp dururuz.