Dışişleri Bakanı’nın Erbil seferi
Dr. Mustafa AŞULA / Em. Büyükelçi
19 Temmuz'da hükümetin yaşadığı yol kazası nedeniyle 'Açılım' içeride şimdilik rölantide bekletilse dahi, dışarıdaki ayağının hareket halinde olduğunu görüyoruz. Dışişleri Bakanı Prof. Dr. A. Davutoğlu'nun beraberinde kalabalık bir heyetle Erbil'e yapmış olduğu sefer bunu gösteriyor.
Kürt Açılımı'ndan memnun olduğunu saklamayan Irak Kürdistan Bölgesel Yönetimi (IKBY), durup dururken, Dışişleri Bakanı'nın bu ziyaretini, her şeyden önce çok önemli siyasi bir kazanç olarak kendi jurnallerine kaydetmişlerdir. Onlara göre, içerideki 'açılımın' başarısı dışarıdaki Kürt antitezini yakından ilgilendiriyor, bu yolla en azından ayrı coğrafyalara dağılmış olsa da, Kürtlük bir bütün olarak kabul görmüş oluyor.
Sayın Davutoğlu her attığı adımın arkasında açık veya kapalı derin bir strateji yattığını söylüyor. Erbil seferindeki stratejinin de, bölgede PKK'nın bertaraf edilmesinde Kürtler'in yardımlarını temin etmeye yönelik olacağı varsayılsa bile, hem 90'lı yılların başlarında bu yolda yaşanan deneyimler ortada ve hem de, sonucu Kürtler'in şimdi nasıl yorumladıkları daha önemli. Böylece Dimyata pirince giderken evdeki bulgurdan olduğumuzun acaba farkında mıyız?
Bu ziyaretin ikinci kayda değer sonucu ise, kanımca, yıllardır politikadaki 'kırmızı' renkteki bir çizginin iyice kaybolup gitmesidir. Bölgedeki Kürt yönetimi, bizce gizli ve saklı olmayan nihai hedefe giden yolda her adım attığında karşısında Türkiye'nin caydırıcılığını görüp, ona göre iki kere düşünmekte veya en azından olup biteni tevile kalkışmakta idi. Şimdi Sayın Dışişleri Bakanı bölgeye gitmekle, Amerika'da Texas'a gitmek arasında fark olmadığını söylüyor ve Amerikan Anayasası ile Kürtler'in Irakta öteden beri oyarak kendilerine yonttukları Irak Anayasası'nı bir tutuyor. Dışişleri Bakanımız bunu meşhur 'sıfır sorun' adına yapıyorsa, son Ermenistan misalinde olduğu gibi, mevcut sağlam çivileri bir bir gevşetiyorsa, bu gazasına mubarek olsun diyemeyeceğiz.
Bakana refakat eden bazı basın mensupları, Erbil ve çevresindeki kalkınmadan ve Türkiye'nin bu pastadan daha çok pay almasının tam zamanı olduğundan bahsediyorlar.
Kuzey Irak'taki Kürt yönetimini siyasi ve iktisadi bakımdan etkimiz altına alalım diye hayal kuran bu zevatın unuttuğu çok önemli bir nokta var; Türk özel sektörüne bölgede daha çok iş ve taahhüt vermek suretiyle, Türkiye ile önce iktisadi ve daha sonra da siyasi bağımlılık yaratmak, Kürt yönetiminin öteden beri izlediği bir siyasettir. Buna bile bile lades demenin sonuçları ne olur, hiç düşünüldü mü? Kaldı ki, Kürt bölgesi bir devlet olmadığına göre, buralarda girişilen taahhütlerin geçerliliği nedir? En basitinden, yapılan işlere ait istihkakın ödenmemesi veya taahhüt mukavelelerinin keyfi olarak iptal edilmeleri hallerinde başvurulacak merciler belli midir? Uluslararası tahkim uygulamasının gerekleri aranabilir mi? İlk nazarda hatıra gelen bu olasılıkların ve benzerlerinin tümü açık gözüküyor.
Dış politikada da, betimlendiği gibi, tabuları yıkayım derken, önümüzdeki dere ve hendekleri görmezden gelebilir miyiz?