”Doğanın ücretsiz ekosistem hizmetlerini yok edersek, medeniyetler de çöker”
Doç. Dr. Çağan H. Şekercioğlu, önümüzdeki dönemde moleküler biyolojinin rolünün hızla artacağını söyledi.
Didem ERYAR ÜNLÜ
İSTANBUL - Utah Üniversitesi Biyoloji Bölümü öğretim üyesi, Kars KuzeyDoğa Derneği Başkanı, kuş bilimci ve ekolog Doç Dr. Çağan H. Şekercioğlu, National Geographic Dergisi tarafından 2011 yılının "Yeni Kaşifi" seçildi. Şekercioğşu, derginin, 2011 yılının küresel sorunlarının çözümünde sınırları zorlayan bir sonraki neslin yenilikçi bilim insanlarını belirlediği 14 kişilik listede yer alan tek Türk bilim insanı oldu.
Doç. Dr. Şekercioğlu, kuşların soylarının tükenmesinin nedenlerini ve sonuçlarını küresel düzeyde araştırıyor. Bilimsel araştırmaları sonucunda bu yüzyılın sonuna kadar tüm kuş türlerinin yüzde 25'inin soylarının tükenebileceğini belirleyen Şekercioğlu, bunun en önemli nedeni olarak doğal alanların yok olması ve küresel ısınmanın giderek artan etkisini gösteriyor.
Şekercioğlu'nun "Yarının trendleri neler olacak? Geleceğimize yönelik en büyük riskler ne?" sorularına verdiği cevaplar ise oldukça net: Yeni türlerin keşfinde ve daha verimli enerji kaynaklarının bulunmasında moleküler biyolojinin rolünün hızla artacağını söyleyen Doç. Dr. Şekercioğlu, en büyük riskleri, nüfus artışı, tüketimin artması, iklim değişikliği, doğal alanların hızla yok edilmesi ve yabani hayvanlardan insanlara bulaşan yeni virüsler olarak sıralıyor.
"Doğanın giderek yok edilmesinden dolayı çıkan ekolojik ve ekonomik sorunlar, toplumsal ayaklanmaları tetikleyerek dünyayı giderek daha fazla çatışmaya sürecek. Medeniyetlerin çökmesi mümkün" diyen Şekercioğlu'na göre "Durum düzelmezse, kendini duvarlar arkasında saklayan zengin bir azınlıkla, perişan olmuş bir dünyada var olma mücadelesi veren fakir bir çoğunluktan oluşan bir gelecek bizi bekliyor."
National Geographic'in 2011 Yeni Kâşifleri arasında yer alan tek Türk'sünüz. Kâşifler arasında yer almayı nasıl tanımlıyorsunuz?
Seçilmemdeki en önemli sebep, dünya kuşlarını hem doğada hem de bilimsel literatürde en fazla araştıran kişilerden biri olmam. 70 ülkede dünya kuşlarının çoğunu doğada gördüm ve araştırdım. Yüzlerce kitap ve makaleden, dünyanın tüm kuşları yani 10 bin türle ilgili 600 binin üzeri veri içeren dünyanın en kapsamlı kuş veritabanını oluşturdum ve bunun üzerine birçok bilimsel yayın çıkardım.
Kâşifliğin altın çağı 19.yüzyıldı ve tarihte bir kişi olabilseydim, tropik ormanların ünlü İngiliz kâşifi Alfred Russell Wallace olurdum. Kâşiflik insanın kafasındadır. Doğaya olan merak ve bilim aşkıdır. Her insan arka bahçesinde bile yeni şeyler keşfedebilir ama bunun için merak, tutku ve sabır lazım. Halen keşfedilmeyi bekleyen birçok canlı ve yer var.
Çocukluktan beri en büyük hayalim bir kâşif olmaktı. 5 yaşında ilk dışarı çıktığımda, futbol oynamak yerine evimizin bahçesinde bulabildiğim tüm canlıları eve getirip beslemeyi tercih ettim. Hayvanlarla ilgili ansiklopedi yazılarını okumaya çalışarak 4,5 yaşında okumayı öğrendim.
Türkiye genelinde doğal yaşamın korunmasına karşı duyarlılık ne düzeyde?
Maalesef az. Sabancı ve Koç üniversitelerinin yeni yaptığı bir ankette, Türk insanının sadece yüzde 1,3'ü, çevrenin en önemli sorun olduğunu belirtmiş. Sadece yüzde 5,6'sı iklim değişikliğini ve sadece yüzde 3,4'ü su kirliliğini kendilerini etkileyen önemli sorunlar olarak görüyor. Çevre hareketlerine katılım neredeyse yok.
Ankete cevap verenlerin sadece yüzde 3'ü çevre koruma konusunda çalışan sivil toplum kurumlarına herhangi bir bağış yapmış. Öte yandan yüzde 64, devletin doğa koruma konusunda yeni kanunlar geçirmesini istiyor. Yani başkasının bir şeyler yapmasını istiyor halkımız, ama insanlar doğa korumayı şahsen önemsemiyor ve tüketim giderek artıyor.
Türkiye elindeki doğal alanların, geleneksel tarımsal ekosistemlerin kıymetini bilmiyor. Hâlbuki Avrupa bu alanları çok iyi koruyor ve geleneksel ve organik tarım ürünlerini çok iyi fiyatlarla pazarlayarak, bu çiftçilerin de gelirlerinin artmasını sağlıyor.
Neden çok sayıda Türk bilim insanı Türkiye'de kalmak yerine çalışmalarını yurtdışında sürdürmeyi tercih ediyor?
Maalesef özellikle ekoloji ve doğa bilim araştırmalarına gerekli destek verilmiyor. Örneğin biz KuzeyDoğa Derneği olarak, Kafkas Üniversitesi ile beraber TÜBİTAK'a birkaç kez Doğu Anadolu'daki ekoloji ve biyoçeşitlilik araştırmalarımıza destek almak için başvurduk, ama reddedildik. Devlet özellikle para getiren bazı bilim dallarına (mühendislik, ilaç sanayi gibi) yüksek miktarda kaynak sağlıyor ama bu kaynağı almak kolay değil.
Bu fon başvurularında sadece başvuran kişinin bilimsel niteliklerinin ve projenin kalitesinin değil, kimleri tanıdığınızın da önemi olduğunu düşünüyorum.
ABD ve Türkiye'yi kıyaslayacak olursak, bilimsel çalışmaları desteklemek açısından üniversite-özel sektör işbirliği yeterli düzeyde mi?
İki ülkede de özel sektör çoğunlukla kendine para getirecek bilim dallarını destekliyor, ama çevre korumanın öneminin giderek anlaşıldığı bir dünyada ve sosyal sorumluluk gerekleri kapsamında, özel sektör bu projeler için giderek daha fazla destek veriyor. Türkiye'de bu kesinlikle gereken seviyede değil, zaten istatistikler de Türkiye'de gerek zengin kişilerin, gerekse özel sektörün doğa koruma için Avrupa ve ABD'ye kıyasla çok az destek verdiğini gösteriyor. Bu verilen destek aynı zamanda bir medeniyet göstergesidir. Öte yandan, doğa koruma projelerine verilen destek bilinçli olmalı ve desteklenen projelerin içerik ve çıktıları iyi değerlendirilmelidir.
Sadece "çevreci" bir imaja sahip olmak için şirketler ve kurumlar bilimsel bir değerlendirme yapmadan birçok kez içeriksiz "çevre" projelerini ve niteliksiz kişileri destekliyor. Harcanan paraların sonucunda, çevre koruma ve biyolojik çeşitliliğin araştırılması konusunda bir mesafe kat edilmiyor.
Yarının Kâşiflerinden biri olarak, sizce geleceği belirleyecek temel trendler neler olacak? Ve yarına yönelik en büyük riskler?
Yeni canlı türlerini keşfetmeye devam edeceğiz ve bunda moleküler biyolojinin rolü hızla artarak en önemli araç haline gelecek. Çoğu canlının doğada nasıl yaşadığını ve ekolojilerini bilmiyoruz. Uydu vericisi, critter-cam ve kamera tuzağı gibi tekniklerle birçok canlının hayatlarının detaylarını keşfedeceğiz.
Teknolojik keşiflerle dünyaya az zarar veren, daha verimli enerji kaynakları bulmak zorundayız. Keşfetmemiz gereken bir diğer şey, hızla artan insanlığı nasıl doğayı yok etmeyen bir şekilde besleyeceğimiz. Bunda da moleküler biyolojinin rol oynayacağını düşünüyorum. En büyük riskler ise nüfus artışı, tüketimin artması, iklim değişikliği, doğal alanların hızla yok edilmesi ve bu alanlara insanların girmesiyle yabani hayvanlardan insanlara bulaşan yeni virüs, bakteri ve diğer parazitler. Bir diğer büyük risk, doğal kaynakları hızla yok ederek doğanın insanlara sağladığı ücretsiz ekosistem hizmetlerini yok etmemiz.
Doğanın giderek yok edilmesinden dolayı çıkan ekolojik ve ekonomik sorunlar, toplumsal ayaklanmaları tetikleyerek dünyayı giderek daha fazla çatışmaya sürecek. Medeniyetlerin çökmesi mümkün yani. Durum düzelmezse, en azından kendini duvarlar ve silahlar arkasında saklayan zengin bir azınlıkla, perişan olmuş bir dünyada var olma mücadelesi veren fakir bir çoğunluktan oluşan bir gelecek bekliyor. Zaten Sümerler, Mayalar, Romalılar gibi birçok diğer medeniyet de, doğal kaynaklarını tüketerek çöktü.