Dünya ölçeğinde rahatlama 2010 yılında
M. Burak BULUTTEKİN / Dicle Üniversitesi Hukuk Fakültesi, Maliye ve Ekonomi ABD, Ekonomi Bölümü, Araştırma Görevlisi
Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma Teşkilatı (OECD), üye ülkelerin ekonomik performanslarına göre rutin olarak hazırladığı Ekonomik Görünüm raporları'nın, Türkiye ekonomisi analizi ve geleceğe yönelik tahminleri açıklandı. Küresel krizin, Türkiye ekonomisi üzerinde oluşturduğu etkileri özetleyen raporun temel vurgusu; küresel mali kriz ve finansal dalgalanmanın, Türkiye ekonomisi üzerindeki yansımasının iç talep yetersizliği şeklinde olduğudur. Rapora göre, 2008 yılı ile başlayan yavaşlama, gerekli tedbirlerin alınabilmesi şartıyla, dünya ölçeğindeki rahatlamaya paralel olarak 2010 yılında bertaraf edilebilecek.
OECD, II. Dünya Savaşı'nın Avrupa ülkeleri üzerinde oluşturduğu tahribatı giderebilmek amacıyla, 1948 yılında kurulan Avrupa Ekonomik İşbirliği Teşkilatı'nın (OEEC) Marshall Planı çerçevesinde yeniden yapılandırılması sonucu, 14 Aralık 1960 tarihinde imzalanan Paris Sözleşmesi ile kurulmuştur. 30 Eylül 1961'de resmen faaliyete başlamış olan teşkilat, Dünya ekonomileri üzerindeki etkin çalışmalarının sonucu olarak hızla büyümüş ve üyelik statüsü şeklinde çalışma alanını genişletmiştir. Bu çerçevede bugünkü yapısı ile OECD, "Uluslararası Sekretarya" tarafından desteklenen ve en geniş anlamda ekonomik ve sosyal politikalarını incelemek ve koordine etmek üzere çalışan bir forumdur. Teşkilat kendisine üye veya üyelik talebinde bulunan ülkeler için; sosyo-politik ve ekonomik yaşamda demokrasiye bağlı ve açık pazar ekonomisi çerçevesinde istikrarlı gelişimi vazgeçilmez değerler olarak benimsemiştir. Paris Antlaşması'nın ilk maddesinde belirtildiği üzere teşkilatın,
· Üye ülkelerde kendi kendine yeterli en yüksek ekonomik gelişme ve istihdam sağlamak, bu esnada mali istikrarı korumak.
· Üye olan ve olmayan ülkelerde ekonomik kalkınmaya katkıda bulunmak.
. Dünya ticaretinin uluslararası taahhütler çerçevesinde ve ayrımcı olmayan bazda gelişmesine yardımcı olma
olmak üzere üç temel amacı bulunmakla birlikte, teşkilatın amaçlarını gerçekleştirebilme noktasında temel aldığı üç temel önceliği,
. Finansal istikrarın eşzamanlı olarak korunduğu üye ülkelerde ve hem de özellikle gelişmekte olan ülkelerde halkın yaşam standartlarının iyileştirilmesi, sürekli ve ekonomik gelişim sağlayan politikaya destek ve yardım, işsizliğin ortadan kaldırılması;
. Ekonomik genişleme politikasının uyandırılması ve sosyoekonomik eşgüdümlü gelişmenin desteklenmesi;
. Uluslararası yükümlülüklere uygun olarak çok taraflı ve ülkeler arasında ayrım gözetmeyen dünya ticaretinin geliştirilmesine destek verilmesi şeklinde sıralanabilir. Teşkilat, bu ilkele ve amaçlarını gerçekleştirebilmek için makro ekonomi, ticaret, gelişim, eğitim, bilim ve yenilik ile ilgili ekonomik ve sosyal konularda düzenleme ve yorumlarda bulunmaktadır (http://www.oecd.org/document/18/0,3343,en_ 2649_201185_2068050_1_1_1_1,00.html <http://www.oecd.org/document/18/0,3343,en_%202649_201185_2068050_1_1_1_1,00.html>). Türkiye, 29 Mart 1961 tarih ve 293 sayılı yasa ile kurucu üye olarak katıldığı teşkilat, bugün 30 üyeli bir ekonomik stratejist konumundadır. Bu noktadan hareketle, teşkilat tarafından hazırlanan Türkiye değerlendirme raporu, ülke ekonomisinin görünümü hakkında genel bir çerçeve oluşturma boyutunda önem teşkil etmektedir.
OECD'nin Ekonomik Görünüm Raporu'nun Türkiye bölümünde, Türkiye ekonomisinin 2008 yılında, büyük ölçüde küresel mali krizin etkisiyle, daralma sürecine girdiği tespit edilmiştir. Uluslar arası finansal piyasalarda oluşan türbülansın, Türkiye'deki iç talebi düşürdüğü vurgulanmıştır. Raporda, Türkiye'deki ekonomik büyümenin 2009 yılında %2 oranının altına ineceği ve 2010 yılında global yenilenmeyle birlikte %4,25 oranına yükseleceği tahmininde bulunulmuştur. Cari açık büyüklüğü ve kur oranlarındaki oynaklık/istikrarsızlığın önemli ölçüde arttığı belirtilerek, bu noktada yatırımcılara güven ortamı oluşturmanın oldukça önemli bir çözüm yolu olduğuna dikkat çekilmiştir. Yine raporda sağlanan güven ortamı içerisinde, mali şeffaflık ve harcamalardaki regülasyonların oluşturulmasının, istikrarın sağlanmasında önemli ölçüde kolaylıklar sağlayacağı vurgulanmıştır. Rapor mali sistem üzerindeki "nakit akışı" dengesine yoğunlaşarak, mali/finansal sistemdeki nakit akışında sorun çıkması halinde, hükümetin devreye girip mali sektöre gerekli desteği sağlayabilmek için hazırlık yapması gerektiğini tavsiye etmiştir (<http://www.oecd.org/dataoecd/5/51/20213268.pdf>).
Tablo 1. Türkiye'nin talep, çıktı ve fiyat durumu
Kaynak: OECD ECONOMIC OUTLOOK, Preliminary Edition, 2008, http://www.oecd.org/dataoecd/5/51/202 13268.pdf <http://www.oecd.org/dataoecd/5/51/202%2013268.pdf>, E.T.:25.11.2008, s. 135.
Raporun, Türkiye'nin talep, çıktı ve fiyat durumunu gösteren tablosu incelendiğinde, OECD'nin Türkiye ekonomisinin mevcut durumu ve geleceğine ilişkin yorum ve tahminleri şunlardır:
- Özel tüketim 2005 yılında 465,4 milyar YTL'dir ve 2008 yılında %3,2 oranına gerileyen oran 2009 yılında oldukça düşerek %1,1 oranına gerileyecek 2010 yılında toparlanarak %3,9 oranına ulaşacaktır.
- 2006 yılından itibaren düşüş trendine giren kamu tüketimi, 2008 yılında ciddi bir daralma yaşamıştır ve devam eden yıllarda da bu küçülme eğilimi sürecektir.
- Gayri safi sabit sermaye oluşumunun, 2006 yılında %13,3 oranı ile en yüksek düzeyini yaşadığı ve 2008 ve 2009 yıllarında %3,7 ile 2,7 oranları arasında bir bant izleyecektir.
- En son iç talep, 2009 yılında oldukça düşerek %1,6 oranında gerileyecektir.
- Stok oluşturma düzeyi, 2008 ve 2010 yılları arasın da dalgalı bir seyir izleyerek, -%0,1 ile %0,0 arasında değişecektir.
- 2008 yılında %3,4 gerileyen toplam iç talep düzeyi, 2009 yılında daha da düşerek %1,7 oranına gerileyecektir.
- Özellikle 2009 yılında mal ve hizmet ihracatının %3,8 oranına gerileyecek ve ciddi bir rahatlamayla 2010 yılında %9,4'e yükselecektir.
- İhracata paralel olarak, mal ve hizmet ithalatı, 2007 yılında zirve yaparak %10,7 oranına ulaştığı ve 2008 ile 2009 yılları arasında -hızlı bir düşüş trendi içinde- %4,4 ile %3,6 seviyelerini izleyecektir.
- Net ihracat düzeyinin 2008 yılında pozitif orana yükselmiştir.
- Piyasa fiyatlarıyla gayrisafi yurtiçi hasıla, 2008 yılında %3,3 oranında gerilemiş ve 2009 yılında daha da gerileyerek %1,6 seviyelerini gösterecektir.
- GSYİH deflatörü, 2008 ve gelecek iki yıl için yüksek sayılabilecek bir seyir izlemektedir.
- Tüketici fiyatları endeksinin 2008 yılında %10,3 oranında yükselmiştir. 2010 yılındaki oluşacağı tahmin edilen rahatlama ile birlikte %7,6 oranında düşecektir.
- Özel tüketim deflatörünün, 2008 yılında hızla yükselerek %13 oranına ulaşmıştır.
- Ekonomik yapının günlük hayattaki en önemli yansıması olan işsizlik oranı, 2008 yılında %9,7'dir. Finansal krizin, 2009 yılıyla birlikte fiili (reel piyasayı etkileyecek) bir hal kazanacağı fikrine paralel olarak, 2009 yılında işsizlik oranının %10,5 oranına ve 2010 yılında %10,6 oranına yükselecektir.
- Cari işlemler dengesi, 2008 yılında -%6,7 oranına ulaşmıştır ve 2009 yılında -%6,1, 2010 yılında -%5,7 oranına yükselecektir.
OECD verilerini temel iktisadi litaratür içerisinde analiz ederek, verilerin daha sağlıklı değerlendirilebilmesi sağlanabilecektir. İktisadi bilimi, üretim-tüketim temeli üzerinde şekillenmektedir. Buna göre, emek, sermaye, doğal kaynaklar ve müteşebbisten oluşan dört üretim faktörünün birleşmesiyle oluşan üretim, bunların karşılığında ücret, faiz, rant ve kara katlanma ile mümkün olabilir. Bu noktada, faktör piyasası ile nihai mal ve hizmet piyasası(diğer bir ifadeyle üretici firma ile tüketici hane halkı) arasında direkt ve bağımlı bir etkileşimin olması tabidir. Nitekim, bir üretim bir mal veya hizmet piyasasında denge, kabaca, piyasadaki maliyet ve fayda eğilimlerinin kesişmesiyle oluşur. Daha açık bir ifadeyle, piyasaya mal ve hizmet sunarak kar elde etmek amacını güden üretici veya satıcının satmaya razı olduğu maliyet tutarı ile piyasadan mal ve hizmet satın alarak ihtiyacını tatmin etmek isteyen tüketici veya alıcının almaya razı olduğu fayda düzeyinin kesişmesi/uyuşması sonucu, piyasa dengesi sağlanmış olur. Buna ilaveten, dünyanın tek bir piyasa haline geldiği gerçeği ile birlikte dünya üzerindeki herhangi bir ülkede meydana gelen bir kriz (arz-talep, üretim-tüketim, maliyet-fayda dengesizliği), tüm dünya ülkeleri üzerinde bunalımlara neden olmaktadır.
Pazılın parçaları -Türkiye reelinde- birleştirildiğinde; dünya ölçeğinde oluşan finansal krizin, Türkiye ekonomisinde iç talep daralmasına neden olduğu, bu etkinin dolaylı-direkt bir biçimde (zincir halkalarının tümünü etkileyerek) arz sorunlarını tetiklediği (piyasa tabiriyle "müşteri yok" şeklinde nihai satıcıya yansıdığı) ve bu durumun ekonomik daralmayı doğurduğu belirtilebilir. Bu noktada krizin Türkiye ekonomisi üzerindeki olumsuz etkilerinin, devletin iki piyasa aktörü olan para politikası ve (özellikle) maliye politikalarındaki -kriz temelinde güncellenmiş- çabalar ile çözülebileceği aşikar bir sonuç olarak belirmektedir.