Dünyada tek bir şiir yazılıyor
Faruk Şüyün'ün bu haftaki konuğu; Hatdar Ergülen
"Tren gelir, yüzün gelir, hüzün gelir, tutup 'trenler de ahşaptır' deyişim başka neden olacak, elbette bundandır, ahşap anıları da ancak ahşap yolcular taşır çünkü. Zira ahşap kendinden çok başkasını taşıyandır benim için. O yüzden kıymetlim olan her şeyin bir adı da ahşaptır." Son yıllardaki kimi yazılarını topladığı "Trenler de Ahşaptır" ve "Bazı mektuplarsa boş yere 'zarf edilir' / aşklar 'sarf edildikten' sonra, / kelimeler toplanıp 'zarf edilirse'" gibi sevdiğim onlarca dizenin yer aldığı "Zarf" kitapları geçtiğimiz günlerde Kırmızı Kedi Yayınevi'nden çıktı. Bu haftaki konuğum Haydar Ergülen'le hem bu kitapları, hem yeni projeleri ve tabii ki şiiri konuşacağız… Sohbetimize son kitaplarıyla başlıyoruz:
"Birden hızlandım aslında. Şiir kitabım 'Zarf'ın yeni baskısı çıktı. Daha önce, onun iki baskısı yayınlanmıştı, bu da bitti, üçüncü baskısı Nisan'da. 'Trenler de Ahşaptır' diye tren üzerine yazdığım kırk kadar yazı çıktı. Eskişehirli olduğum, fanatik ve kadim bir şekilde bu şehri sevdiğim için. Ve giderek daha da çok seviyorum, hatta sürekli söylüyorum: 'Türkiye Eskişehir olsun.' Böyle de bir sloganım var. Çağdaş, aydın, her bakımdan gerçekten inanılmaz bir şehir."
Ve siz, bu şehir için...
"Bir de müjde vereyim: Eskişehir'de ilk uluslararası şiir festivali yapılıyor bu sene. Tiyatro, müzik, caz, opera, sinema... Bütün festivaller var. Bir şiir festivali yoktu. Tepebaşı Belediyesi'yle birlikte 1. Uluslararası Eskişehir Şiir Festivali'ni yapıyorum. 21-24 Nisan'da, 4 gün. Dünyadan 7, Türkiye'den 5 ve Eskişehir'den 5 şairle dört gün sürecek bir festival..."
Önemli bir etkinlik... Direktörü siz misiniz?
"Evet. Eskişehir deyince zaten aklıma bir sürü şey geliyor, hiçbiri de gitmiyor. Tren kitabım da biraz hem çocukluğuma, hem Eskişehir'e bir armağan."
Çalışma hayatı?
"Üniversiteye derse gidiyorum."
Reklamcılık tamamen bitti mi?
"Reklamcılık bitti, emekli oldum. Artık reklamcılık üzerine ders bile vermiyorum. Sıtkım sıyrıldı. Geçen seneye kadar Bilgi Üniversitesi'nde reklam yazarlığı atölyesi yapıyordum. Onu bile kaldırdım, çünkü reklamla ilgili hiçbir şey yapmak istemiyorum. Şimdi şiir dersi, yazı dersi ve 'Düşünce Hayatımızdan Portreler' diye bir ders veriyorum. Onlar zaten benim hem çok vaktimi alıyor, hem de çok hoşuma giden dersler. Onun dışında pek çok seminer veriyorum, atölyeler yapıyorum. Eh, çalışıyorum aslında."
Genelde edebiyatla ilgili yapılan işler meslek sayılmaz ya!
"Artık onlardan para alıyorum. Devlet okullarına, sendikalara ve öğrenci derneklerine gittiğimde almıyorum, ama onun dışında bütün belediyeler ve diğer özel yerlere ne kadar telif veriyorsunuz diye soruyorum, vermiyorlarsa gitmiyorum."
Yaşlarımız ilerledikçe şiir üzerine daha çok düşündüğümüzü söyleyebilir miyiz?
"İnsan giderek şiir, hakikat, varoluş koşulları, şunları bunları daha çok duymaya başladığı için, 'ben bu şiiri yazıyorum şimdi, ne olacak?' duygusu daha çok yerleşiyor. Burda yeni bir şey söylüyor muyum, filan yere temas ediyor muyum gibi sorular giderek artıyor. O yüzden tabii daha az şiir yazıyorum, ama bir başladım mı da bir sene yazıyorum. Meselâ geçen sene çok şiir yayınladım. Hemen her dergiye gönderdim. Hatta istemeyen dergilere bile sürpriz yaptım. Bu sene sonunda - umarım kitap fuarına yetiştireceğim - Haydar Ergülen'in Aşk Şiirleri Antolojisi'ni çıkaracağım. Aşka dair geçmişte yazdığım, bugün de yazmakta olduğum çeşitli şiirler... Benim kendi aşk şiirleri antolojim."
Son yıllarda kitaplarınıza özgeçmiş koymuyor, kısaca "Haydar Ergülen, Nar'ın babası" yazıyorsunuz... Son iki kitapta "Zarf"ta ve "Trenler de Ahşaptır"da da böyle...
"Ben 52 yaşında baba oldum. İlk ve tek çocuğum. Sen de 52 yaşındasın, öyle niyetin varsa gecikme, iyi yaşlar. Zaten tek satıra indirmiştim biyografimi son yıllarda. Şunu dedi, şu ödülü aldı, şu şiirleri çevrildi, şuraya gitti filan gibiydi benim de eskiden, ama her seferinde çok sıkılırdım. Sonraları en çok önemsediğim şeyler Eskişehir tabii, ODTÜ'lü olmak, sosyoloji okumak... İşte 'Eskişehir'de doğdu, ODTÜ'de okudu, reklam yazarı ve emekli oldu' yazıyordum. Onun da emekli oldu kısmını seviyordum, reklam yazarı kısmını değil.
Dedim ki Haydar, bunlar beyhude, artık Nar var, 3,5 yaşında kızıl saçlı, sevimli mi sevimli kızım. Benim her şeyim. Sadece Nar'ın babası olmak her şey benim için. Ayrıca da şuna inanırım, insanlar Haydar Ergülen'i değil, 'Zarf' kitabımı okusunlar, 'Trenler de Ahşaptır'ı okusunlar, 'Hafız ile Semender'i okusunlar, tek tek metinleri okusunlar.
Onun için hiç biyografi koymuyorum, severse başka kitabımı alsın. Artık her olanak var biliyorsun, internetten kitap yollamaya kadar her şey mümkün. O yüzden de Nar'ın babası olmak... Umarım onu biraz büyütebilirim, onunla birlikte biraz büyüyebilirim. Yaşlanırken şiir yazmak çocukluğa dönmek bir bakıma, çocuk yapmak da biraz öyle. Benim gençliğim televizyonun olmadığı, çizgifilm izlemediğimiz, sinemanın olmadığı zamanlardı. Ve tabii siyasi mücadeleler, politik eylemler, öğrencilikle gençlik geçiyor... Şimdi ben kızımla çizgifilm seyrediyorum, müzikallere gidiyorum. Bana çocukluğumu da yaşatıyor. Geri kalan şeyleri, bir sürü lafı ne edeyim ben?!"
Ne güzel sözcükler... Sizin şiirlerinizin yanında duruşunuzu, tavrınızı her zaman sevdim... Değerlere sahip çıkışınızı...
"Şimdi düşünüyorum, kendimi seksen öncesi değerlere ait görüyorum. Eski dünyaya aitim ben. Düşünce olarak da siyasi olarak da öyleyim. Yani seksenden sonra gerek sosyalizmin başına gelenler, gerekse dünyanın içine düştüğü durum, Türkiye'de 12 Eylül faşizmi bütün bunlar bambaşka bir hayat oldu. Radikal'de yazdım biliyorsun on sene. Orada yazdığım yazılardan bir tanesinin başlığı '1980 Yüzyılı'dır. Çünkü o yüzyıl hâlâ devam ediyor, yani bütün bu vahşet, bütün bu liberalizmin vahşeti bence bu yüzyılın şeyleridir. Böyle olunca ben daha çok kendimi seksen öncesine ait hissediyorum. İşte o yüzden de klasik şeyler; mektup ve zarf, tren ve ahşap, portreler yazıyorum."
Evet, portre yazmak da aslında eski bir gelenektir. Yeni nesiller, birçok değeri bilmiyor, tanımıyor...
"Bizim kuşakdaşlarımız da kaybetti kimi değerleri işin kötüsü o."
Evet ben de öyle düşünüyorum. Siz, ne güzel ki poetikanızı uzun yıllardır sürdürüyorsunuz...
"Doğan Hızlan benim 'Eskiden Terzi' kitabımla ilgili bir yazı yazmıştı köşesinde. 1995 yıllarıydı. Bir dizeyle bitirmişti Haydar Ergülen'i şöyle özetlemek mümkün diye: 'ben bir anıyı ağırlamakla geçen hayatlardanım' dizesi Haydar Ergülen'i çok tanımlıyor."
Eveeettt, Kuzguncuk Oteli şiirinizdeydi. "üstüme gelme ay hanım, / Kuzguncuk otelinde iyilik katına çık, /senin konukların ağır, / ben bir anıyı ağırlamakla geçen hayatlardanım"
"Ben o dizeyi orada çıplak görünce, Doğan Bey öyle gösterince gerçekten dedim benim hayatım da, dünyam da, şiirim de aslında bu dizedir. Ben bir anıyı ağırlamakla geçen hayatlardanım, bir hatırayı, bir eskiyi, bir geçmişi... Bu bana hem kolaylık sağladı, hem de hakiki bir şey söylemiş oldum."
Siz, geleneği sürdüren, o sağlam duvarın tuğlalarına yenilerini ekleyen bir edebiyatçısınız, şairsiniz, böyle bir kuşağı temsil ediyorsunuz."
"Kuşaklar hakkında çok tartışmalar yapılır. İşte 1980 kuşağı, bir bakıma bizim ait olduğumuz kuşak, hatta işte Üç Çiçek Dergisi'nin öncülük yaptığı... Bir beş-on yıldır tartışılıyor bu kuşak işe yaramadı, gitti vs. Bana da tabii birçok soru soruyorlar, ben de pek yanıt vermek istemiyorum, öyle kendini savunur gibi. 'Vefa Kuşağı' diye bir yazı yazmıştım. Dedim ki bu kuşak iyi şairler yetiştirdi, belki on tane sayarım, ama bakın dedim iki tane isim vereceğim: Ahmet Erhan ve Küçük İskender var. Küçük İskender, Türk şiirinin büyük şairidir. Ben bunu yıllardır söylüyorum. Evet, Küçük İskender 80 sonrasının filan değil, Türk şiirinin büyük şairidir. Diyorlar ki 'sen bunu nasıl söylüyorsun, sen de şairsin.' E işte o yüzden söylüyorum, ben şairsem, sadece ben yazmıyorum ki. Şiir okumak, şiir yazmaktan daha çok ilgilendiriyor beni. Ben İskender'in, Ahmet'in, Lale'nin (Müldür) şiirini okumadıktan sonra kendim şiir yazmışım ne önemi var ki. Başka örnekler de verebiliriz.
Bu kuşaktan 15-20 sene sonra hiçbir şey kalmasın, ne kitap kalsın, ne bir dize, ama vefa kalsın, yoksa haksızlık olur. Bir vefa kalsın, çünkü bu kuşak bir vefa kuşağıdır."
Ben yakından tanığıyım, biliyorum ama yine de sorayım: Ne yaptı 80 kuşağı?
"70'lerde o yara alan, hasarlanan, biraz kavgaya gürültüye giden şiiri tekrar onarmaya çalıştı. Şiir eve döndü tekrar, şair de... Tekrar biz şiire döndük. Yani çıkardığımız dergilerle, o buluşmalarla bir şiir bahçesi haline getirdik ortamı. Meselâ Müslümanların, sosyalistlerin buluşması... Bütün bu dergilerde esas olan 'şiir'dire getirdik.
Ondan sonra gelenek meselesini, 2. Yeni'yi gündeme getirdik. Çünkü 2. Yeniciler o zamanlar bizim en yakın abilerimizdi: Edip (Cansever), Turgut (Uyar), Ece'ydi (Ayhan), İlhan'dı (Berk), Cemal Abi'ydi (Süreya)... Biz dergilerimizde onlara yer verdik. 2. Yeni'ye sahip çıktık, bu çok önemlidir.
Açın bakın kitaplara, Hasan Bülent Kahraman'ın kitaplarına, başkalarına da gelişen 3 şiirden bahsedilir. Birisi 2. Yeni şiirinin tekrar gündeme gelmesi, bir tanesi gelenek meselesi - Hilmi Yavuz'un öncülüğünde -, bir tanesi de Küçük İskender'in yeraltı şiir akımı. Biz bunların hemen hepsinde rol oynadık. Bu bile önemli bir şeydir.
Bu yüzden 80 kuşağından iyi şair çıkmış, çıkmamış, hiç olmazsa o geleneği sürdürmüştür. Ama sadece Hilmi Yavuz'un geleneği anlamında söylemiyorum, Divan Şiiri değil. Şiir geleneğini bir modern şiire dönüştürmek anlamında söylüyorum. Ben, dünyada yazılan şiiri tek bir şiir olarak görüyorum. Hepimiz ona küçük küçük bir şeyler ekliyoruz. Bazılarımız öne çıkabiliriz. Önemli olan böyle bir şiir aurasının, böyle bir şiir ortamının içinde yer almaktır. Ben kendimden çok arkadaşlarımla övünürüm, zaten esas olan budur."
Şiir yazmak için sebep çok, ama yok...
Son aylarda şiir üretiminiz biraz düştü mü?
"Yok düşmedi. Çok kitabım var aslında, 13 tane olmuş, 2 cilt de toplu eserlerim, az değil. Bir de insan yaşlandıkça şiirle ilgili düşünceleri artıyor. Gençken daha çok şiir yazıyorsun, düşünmeden yazıyorsun. Yaşlandıkça daha çok düşünüyorsun, daha az yazıyorsun. Çünkü gençken şiir yazmak için hiçbir sebep gerekmiyor. Ben kırk yaşımdayken '40 Şiir ve Bir' kitabım çıkmıştı. - Birkaç ödül almıştır, en çok okunan kitabımdır nerdeyse. – O yıllarda Bursa'da bir söyleşiye gitmiştim. Kalabalık bir toplantı, bir bey sordu: 'Niye şiir yazıyorsunuz?' Ben dedim ki: Hiç düşünmedim. - Biliyorsunuz ne düşünüyorsam söylerim. - 'Nasıl yani bilmiyor musunuz?' dedi. Gerçekten bilmiyorum dedim. 'Şaka yapıyorsunuz' dedi. Vallahi şaka yapmıyorum, hiç niye şiir yazdığımı düşünmedim, dedim. 'Ya böyle şey olur mu?' dedi. Valla kırk yaşıma kadar hiç düşünmeden yazdım, oluyor. Beş-altı tane de kitabım var. 'Ben niye şiir yazdığını bilmeyen bir adamın konuşmasını hayatta dinlemem' dedi. Ya siz şaka mı yapıyorsunuz beyefendi dedim, 'ben gidiyorum' dedi. Salonda yüz kişi filan vardı, yirmi kişi falan daha çıktı onu izleyip."
Çok hoş!
"Biri filme çeksin isterdim. Orada kalanlara 'beyefendi haklı, hakikaten düşünmem lâzım, bir cahillik ettim, düşünmemişim, İstanbul'a gider gitmez ilk işim bunu düşünmek olacak' dedim. Ertesi gün döndüm ve ondan sonra birkaç dergide 'ben niye şiir yazıyorum' diye yazılar yazdım. Fakat çok tuhaf bir şey var, niye şiir yazıyorum diye yazılar yazmaya başlayınca bunun sonu gelmiyor. O kadar çok sebep var ki. Yirmi-otuz sebep yazdım, daha düşünsem daha da yazarım... Diyeceğim, aslında hiçbir sebep yok."
"Bir silkinsem, şu an 10 kitap çıkar"
Sizi çok uzun yıllardır, 1970'lerin ikinci yarısından bu yana izliyorum... Ankara'da yayınlanan Türk Dili dergisinde şiirlerinizi çok severek okurdum. Gösteri Dergisi'nde de ödül vermiştik, 80'lerin başıydı sanırım...
"Murathan (Mungan) birinci olmuştu, benim ikincilik ödülüm vardı."
Pera Palas'ta vermiştik.
"Herkesin olduğu çok güzel bir törendi."
Herhalde edebiyatçılar için yapılan görkemli ilk törendi, tüm edebiyatçıların katıldığı.
"Tabii tabii, ben de tüm şairleri, yazarları orada görmüştüm, Turgut Uyar'dan Tomris Uyar'a... Benim için asıl ödül oydu zaten. Hatta hiç unutmam, sonradan Gösteri'de yazmıştım da bunu, Turgut Uyar benim şiirimi çok sevmiş o yarışmada, Tomris dedi ki 'üzüldün mü ikinci olduğuna?' Hayır, dedim, Murathan benim çok sevdiğim biri, Ankara'dan yakın arkadaşım. - O zamanlar öğrenciyiz hepimiz - Dedi ki Tomris, 'üzülme, aslında ikinciler de birincidir.' Dedim ki 'Sağolun, ama hiç gerek yoktu, Turgut Uyar'ın benim şiirimi çok sevmiş olması, o bile yeterli bir ödüldür.' Böyle hoş şeyler vardı işte. Galiba tek soruyla biz kapatacağız bu söyleşiyi. Yaşlandığımı söylemiştim. İnsanın giderek çenesi düşüyor. Zaten o yüzden düzyazılar filan da çoğaldı. Yazmakta olduğum, daha doğrusu toplamaya çalıştığım bir sürü kitap var. Yani şu anda bir silkinsem, 10 tane kitap çıkar üzerimden. Ama vakit yok işte."
Şiirleri ve yaşamı hakkında 2 kitap çıktı
Hakkınızda da kitaplar çıktı yakınlarda değil mi?
"Şiirlerim ve yaşamım hakkında iki kitap çıktı. Bir tanesi Yusuf Alper'in benzerlerini Nâzım Hikmet, Cemal Süreya, Ahmet Erhan için hazırladığı diziden 'Psikodinamik Açıdan Haydar Ergülen ve Şiiri (Ateşli Bir Hastalık)", Özgür Yayınları'ndan. Bir de akademisyen bir arkadaş, 19 Mayıs Üniversitesi'nde portreler yazan Sıddık Akbayır benimle ilgili bir kitap yaptı, 425 sayfa, 'Şiir Adımlı Bir Yolcu.' Ferfir Yayınları'ndan çıktı. Şiirimle, hayatımla, şiir anlayışımla, yazılarımla ilgili büyük bir portre çalışması. Onlar da beni hızlandırdı, biraz teşvik etti tabii. Ve biraz da yaşlanmış olduğumu gösterdi böyle kitaplar falan çıkmaya başlayınca... Gençken çıkmaz haliyle."