Düşenin dostu olmaz
Dr. Mustafa AŞULA - Emekli Büyükelçi
Halk arasında atasözü niteliğinde bir deyim vardır; 'bir ağaç devrilmeye görsün, baltası olan da seğirtir, olmayan da.'
Bugün, çalkantıların devam ettiği, Albay Muammer Gaddafi liderliğindeki Libya Arap Halk Sosyalist Cemahiriyesi'ne dışarıdan yaklaşım bunu andırıyor.
Salt özgürlükler şampiyonluğu adına, Bingazi ve yöresindeki muhalifleri resmen tanımaya kadar giden Fransa yanında, ona yakın, askeri önlemleri gündeme taşımak isteyen İngiltere ile birlikte, Avrupa Birliği'nin bir kısım üyeleri ve Amerika Birleşik Devletleri adeta fırsat bu fırsattır deyip, ülkede yeni bir düzenin, adeta alt yapısını oluşturmaya çalışıyorlar. Bu ülkelerin önlerindeki Tunus ve Mısır misalleri, anlaşılan kendilerini fazlasıyla cesaretlendirmişe benziyor. Halbuki Libya çok farklı bir (case) dir. Libya'da geniş halk kesimi, iktisadın kurallarına pek uymasa da, petrol gelirlerinden kendilerine maddi refah ve hemen hertürlü hizmeti sağlayan yönetimden ilke itibarıyla memnundur. Yaklaşık 42 yılı bu şekilde geçiren halkın, yer yer özgürlük bayrakları açmalarını hazırlayan nisbi serbesti havasını teneffüs etmeye başlaması çok yenidir.
Bu koşullarda Fransa'nın yangına körükle giderek, bu ortamı aceleyle değerlendirmek istemesi ise ne büyüklere has olduğu zannedilen ihtiyatla ve ne de Fransayı karakterize eden (Cartesien) düşünce yapısıyla izah edilebilir. Fransa bugünlerde neredeyse 1789'ların (Bastille) özlemi içinde. Halbuki aynı Fransa, 1950'lerin sonu ve 60'ların başlarında, bir milyon cana mal olan Cezayir'de farklı davranmıştı; ta ki General de Gaulle kontrolü ele alıp, 'ya ben, ya da Cezayir' deyinceye kadar. Şimdilerde nerede kaldı Fransa'nın ötedenberi öncülük ettiği uluslararası ilişkilerin, devletlerin egemen eşitliği ve iç işlere müdahele edilmemesi gibi temel kuralları?
Albay Gaddafi'nin geçenlerde Trablus'taki TRT muhabirine verdiği mülakattan anlaşılacağı üzere Lider, muhaliflerin tanınması bir yana, olaylar üzerine ülkedeki çalışanlarımızın tahliye edilmiş olmalarını bile içine sindirememişe benziyor. 'Keşke Libya'yı boşaltmasaydınız' diyor. Biz tahliyeyi güvenlik mülahazalarıyla yaptığımız halde, Albay Gaddafi bu hareketi kendisine ve yönetimine karşı bir güvensizlik olarak algılamış oluyor. Şimdi Dışişleri Bakanımız Libya'da her iki tarafla da görüşüyoruz diyor. Bu bir başarı ve ustalık; ancak ne sonuç alındığı önemli. Dışişlerine benzeri hallerde ateş söndürücü 'itfaiyecilik' misyonu izafe eden Bakanımız acaba bu temaslarında halen kendisini ne kadar mücehhez hissedebiliyor? Libyada kalan şantiyeler, içi dolu anbarlar ve istihkakı tahsil edilemeyen ikmal edilmiş işler, içinde insan unsuru olmadıkça, görüşmeciye ne kadar güç sağlar? Fazla değil.
Libya ile ötedenberi tarih, kültür ve sıkı işbirliği ilişkileri sürdüren ve bu nitelikleriyle ülkede özel bir yeri olan Türkiye'nin kanımca yapacağı birincil iş, üyesi olduğu Birleşmiş Milletler ve NATO gibi uluslararası kuruluşlarla Amerika ve Batılı müttefikleri nezdinde ağırlığını koyarak, herşeyden evvel ülkede büyük ölçüde can kaybına yol açacak nitelikteki düşünce ve eylemlerden ilgilileri caydırması ve bu meyanda, Libya'nın ihtiyacı varsa, bölgeye uluslararası insani yardımların kanalize edilmesine, müsait konumundan yararlanmak suretiyle, yardımcı olmasıdır. Rejimlerden bağımsız olarak, Türkiye'ye içtenlikle bağlı Libya halkı Türkiye'den bunu bekler.