Ekonomide paradigma değişti ‘J’ gibi giderse çıkış olur

"Duayenlerle Söyleşiler"in konuğu iktisatçı Ege Cansen'e göre, ekonomi yönetimi paradigma değiştirdi, düşük cari açık istiyor. Çünkü durum sürdürülemezdi. Büyüme hızının düşmesi kaçınılmaz. Şimdi ekonomi J eğrisi gibi bir yol izlecek

YAYINLAMA
GÜNCELLEME

• Cumhurbaşkanı’ndan Merkez Bankası’na piyasaları bir hayli dalgalandıran tartışmalar yaşadık. Bu tartışmalar nereden kaynaklanıyor? Birkaç röportaj öncesinde siz hükümetin cari açığı kendine mesele haline getirdiğini ve bu amaçla ekonomide paradigma değişikliğine gittiğini vurgulamıştınız. ‘Düşük kur-yüksek faiz’ paradigmasından, ‘yüksek kur-düşük faiz’ paradigmasına. Bu çerçevede, son gelişmeleri nasıl okumak gerekir? 

Geçenlerde Ekonomi Bakanı Zeybekci söyledi... “Türkiye’nin cari açık problemi bitmiştir” dedi. Bitti diyeyim de bitsin gibi. Tabii, meseleyi biliyor. Şimdi biraz geriye gidersek, ekonomi 2009’daki küçülmeden sonra 2010’da, 2011’de çok yüksek hızda büyüdü. Ama cari açık da rekor düzeyde arttı. 2011’de cari açık milli hasılanın yüzde 9.7’sine çıkmış. Hatta aylık bazda bir ara 10’u da buldu. Bu ölçüde yüksek cari açık veren dünyada Afrika’da bir ülke daha vardı galiba, o kadar. Sürdürülemez bir noktaya gelindi. Başbakan Yardımcısı Ali Babacan, Merkez Bankası Başkanı Erdem Başçı, dönemin Hazine Müsteşarı İbrahim Çanakçı... Hepsinde alarm zilleri çaldı. İşte o zaman “yumuşak iniş” lafı ortaya çıktı. Çünkü araba bir viraja girecek. Virajda yavaşlamayan araba ne olur? Savrulur. Tutamazsınız. Savrulmasın diye, 2012 başında sözünü ettiğim paradigma değişikliği oldu. 2012’de cari açık yüzde 6’ya geriledi. Şimdi yüzde 5 seviyelerinde. Şu an yüzde 5.2. Hedef ise yüzde 4.1. Nereden gelmiş buraya? Yüzde 9.7’den… Yani yüzde 50’den fazla düşüş olmuş. 

• Faiz tartışmalarını da mı bu çerçevede değerlendirmeli? 

Faiz kavgasının gerisinde de bu var. MB bunu istedi. ‘Döviz kuru çıkışında enfl asyon patlıyor. Patlamasın, anormal çıkışlar olunca faizle oynuyorum’ diyor. Bu arada, ‘Döviz fiyatıyla cari açığın ilgisi yoktur’ diyenler var. Yani ne diyeyim, bilmiyorum. Hani, eşek sudan gelinceye kadar derler ya... ‘Efendim, döviz artınca enfl asyon patlar, artışın enfl asyonu patlatmasına izin vermeyeceğiz.’ Kafayı kaldırınca hemen ‘pıss’ diye sıkıp söndüreceksin. MB birden sıktı, faizleri 5 puan artırdı. Şimdi deniyor ya, ‘Artırırken beş beş atırıyor, indirirken yarım yarım indiriyor’ Merkez diyor ki, ‘O beş puan artırım şoktur.' Bir olay olmuş, bakıyorsunuz büyüyecek, kalabalığı dağıtmak için havaya ateş edersin. Ama indirirken, tedbirli davranırsın. Bu paradigma değişikliği kolay değildir. “Yumuşak iniş” denildikten bu yana uygulanmaya çalışılıyor. Ama öyle düz bir çizgide gitmez. Çünkü sancılı bir dönüşümdür. Gaz-fren edebiyatı da ondan çıktı. Düşünün, şişman bir insanı hızla zayıfl atıyorsun, bu sefer de enerjisizlikten yürüyemiyor adam… 

• Nasıl bir çizgide ilerliyor ya da ilerleyecek size göre? 

Şimdi, J eğrisi meselesi var. “The World is J curved”… Yani, “Dünya bir J eğrisidir”. Her şey için geçerli bu. Hayat, ekonomi… Aslında bizde de söylenir; ‘sular bulanmadan durulmaz’ diye… ‘Kötüleşmeden iyileşme olmaz.’ Bu anlamdadır. 2011 sonunda sürdürülemez bir açıktaydık. Şimdi sürdürülebilir bir açığa, mümkünse fazlaya gitmek istiyoruz. Fakat bu gidişte düz bir yol yoktur. J harfi gibidir yol. Aşağıdan bir yerden başlar, sonra daha da aşağıya doğru giderek bir eğri ile bir noktadan döner, sonra J harfini tamamlar gibi yukarı çıkar. İşler iyi gitsin diye paradigma değiştiriyoruz ama önce bazı işler kötü gidecek. Sürdürülemez bir durum, tamamen sürdürülemez hale gelmeden kendine göre konforları vardır. Şimdi sürdürülebilir hale getirirken, sürdürülebilir bir cari açığa giderken bunlardan taviz vereceğiz. Konforumuz bozulacak, işler önce kötüye gidecek. Şimdi J yolunun negatif bölümündeyiz. Daha düşük cari açığın nimetlerini görmedik. İşsizlik artıyor, büyüme düşüyor. Nedeni anlaşılmayınca da telaş oluyor. • Peki, sizce şimdi J’nin neresindeyiz? Bunu göreceğiz. Öngörülen şekilde bir gidişatın içinde olduğumuzu kim garanti edebilir? Siz paradigmayı değiştirdiniz diye işler sizin istediğiniz gibi gider mi? Veya ne kadar gider? Bunu hep birlikte göreceğiz. Fakat şunu bilmemiz lazım ki, biz paradigmayı değiştirip ‘işsizlik düşük, büyüme hızlı olsun’ istiyoruz ama J’nin kestirmesi yok. O ekonomide iyilik noktasına kestirme yoldan varamıyorsun. 

• Gelişmeler karşısında doğru pozisyonlar alınıyor mu? 

Mesela Merkez Bankası açısından? Merkez Bankası’nın telaşı, ‘enfl asyon patlar!’ Onun için direniyor. Şimdi soralım, enfl asyon nasıl artar? Döviz kuru çıkarsa enfl asyonu yukarı götürür ama patlatır mı? Enflasyon bir süreçtir. Bir defalık artış enfl asyon değildir. Fiyat artışı enflasyon değildir. TÜFE, 7’den 9’a çıkarsa enfl asyon değildir. Ama 7, 9, 11 giderse bu enfl asyondur. Enfl asyonun tam doğru bir ölçümü de yoktur. Kalp hastalıklarında elektro çekerler. Ama elektro damarları göstermez. Adale çürüklerini gösterir. Adale niye çürür? Oksijensizlikten. O zaman oksijen niye yetersizdir? Damardan. Çünkü kalp damarları sorunludur. Tıpta olduğu gibi, iktisatta da doğrudan ölçüm yoktur. İlişkili konulara bakılır, onlar delalet eder. Enfl asyon her zaman parasal bir olaydır. Nasıl ölçeceğiz? Endekslerle. Ama endeksler bizatihi enflasyon demek değil ki! Enflasyon olabilmesi için takviye lazım. Döviz fiyatlarındaki artışın başka şeyleri de pat pat etkilemesi lazım. Enflasyonun artması için ne lazım? Kuvvetli iç talep lazım. Döviz, TÜFE’yi artırır ama bu enfl asyon mu? Hayır, takviye lazım. 

• Ne olabilir o takviyeler? 

Birincisi kuvvetli iç talep, ikincisi kapasite noksanlığı, üçüncüsü gelirler politikası gevşek olacak. Ücretler artacak. Peki şimdi öyle mi? İç talep kuvvetli mi? Kapasitenin sonuna mı dayandık? Yo, aksine düşük kapasite ile çalışıyor sanayi. Gelirlerde durum ne? Hükümet zam mı dağıtıyor memura, işçiye? Bu ahvalde enflasyon çıkar mı? Bence Cumhurbaşkanı bunu hissediyor. Bu kadar boş kapasite varken, gelirler, ücretler artmıyorken, talep yokken enflasyon döviz çıktı diye artar mı? 

• Döviz kurunun enflasyona %15 geçişken olduğu hesap ediliyor... 

Sepetteki kur artışının enflasyona etkisini hesaplayalım. Yüzde 1’dir. Ama üzerine bir daha gelmezse enflasyon olmaz. Kurun enflasyon yaratması için belli bir seviyeden sonra tekrar artması lazım. Son döviz kuru hareketinin etkisi % 1-1.2 olur. Tekrar artmıyorsa enflasyon olmaz. CHP Lideri Kılıçdaroğlu, ‘emekliye 2 ikramiye vereceğim’ diyor. Davutoğlu düşünüyor; O nasıl olsa kazanamayacak. Ben desem üstüme kalır, yaparsam enflasyon patlar’ diye… Tabii, o da oltaya gelip verirse, o zaman bakmak lazım. Tayyip Erdoğan politikacı ve savaşçı. Elinde çekiç olan adam her yerde çivi görürmüş. Faiz-enflasyon konularını konuşacak kadar birikimi olduğunu düşünmüyorum ama ‘faizi düşür, enflasyon düşer’ derken, ben empati yaparak, iyi niyetle konuşuyorum, bunu hissettiğini düşünüyorum. 

• Cumhurbaşkanı, büyümeyi yeterli bulmuyor, daha yüksek büyüme istiyor, mesajları o yönde... 

O zaman bu yumuşak iniş anlaşılmadı demek ki... Türkiye ekonomisine yön veren faiz değil, döviz fiyatıdır. Yani, kur artı döviz faizidir. Boğaziçi’nden Profesör Burak Saltoğlu’nun bir çalışması var. Faiz düzeyi ile büyüme ilişkisini anlatıyor. 2002-2006 arasında reel faiz yüzde 14, büyüme yüzde 8, 2006-2010 arasında reel faiz yüzde 5.5, büyüme yüzde 4.7. Reel faiz düşmüş ama büyüme de düşmüş. 2010-2015 arası reel faiz sıfır, büyüme yüzde 4.4. Dönem Reel Faiz (%) Büyüme (%) 2002-06 14.0 8.0 2006-10 5.5 4.7* 2010-15 0.0 4.4 * Kriz yılı dahil edilirse yüzde 2.4. (Bu tür hesaplamalarda anormal yıllar hesaptan düşürülüyor) Erdoğan ne diyor? Düşür faizi, ekonomi büyüsün. Tablo ne gösteriyor? TL faizi yüzde 14’ken döviz faizi negatif. Yani TL faizi indikçe büyüme düşüyor. Çünkü dövizin maliyeti yükseliyor. Çünkü ekonomiyi döviz faizi yönetiyor. Diğer şartlar aynı kalmak şartıyla, düşük faizin, yatırımları teşvik ederek, büyümeyi hızlandırdığı önermesi doğru ama “diğer şartlar” hiçbir zaman aynı tutulamaz. Dolayısıyla faizin inmesi ile milli gelir büyümesi arasında otomatik ilişki yok. Türk ekonomisine doğrudan yön veren TL değil, döviz kredilerinin yatırımcıya olan maliyeti. Merkez Bankası, sadece kısa vadeli TL faizlerini düşürebilir. Yatırımları teşvik ederek, ekonomiyi canlandırması beklenen “uzun vadeli TL faizleri” ile “döviz kredisinin TL cinsinden faizini” düşüremez. Hatta tam tersi olur. Kısa vadeli TL faizi hızlı düşerse, yatırımların finansman maliyeti artar. 

• Yeni paradigmaya göre, güçlü TL beklemeyelim o zaman... 

Ekonomide iki sektör vardır. Dış ticarete konu (tradable) mallar ile olmayan (non-tradable) mallar. Döviz faizi düşerse Türkiye ekonomisi ‘non-tradable’ büyüyor. Oysaki biz ‘tradable’ büyümek istiyoruz. İhracatla büyümek istiyoruz. Ekonomik iyileşme nedir? İşsizliğin düşük olması ve yüksek büyüme. Ama bir şart daha var; sürdürülebilirlik... Onun için yumuşak iniş lazımdı. Ekonomi yönetimi durumu çakmıştı bence. Türkiye daha önce non-tradable büyüdü. Şimdi işte paradigma değişiyor. Türkiye tradable büyümek istiyor. Güney Kore gibi, Çin gibi... İnşaatları yabancılara satalım diyorlar. Non-tradable’ı, tradable yapmak istiyorlar. Sonuç olarak, değerli TL ile Türkiye hiç bir yere gidemez. Korumacılık ötüdür çünkü döviz fiyatını tutmaya dayalıdır. Yüksek döviz fiyatı sanayicinin her zaman koruyucusudur. Çünkü adam ihracat yapar. Dünya ekonomisi 80 trilyon civarında. Bizim milli gelir 800 milyar dolar. Dünya piyasasının yüzde 99’u Türkiye’nin dışında. Okyanuslara açılacaksın.

Kanuna uygun ama hukuka aykırı

Geçenlerde haberi vardı. Bakan Bayraktar’ın arazisini kat karşılığı verdiği müteahhit diyor ki, ‘burası kentsel dönüşüme girer.’ Bayraktar diyor ki; “Ya o kanun riskli bina sağlama dönüşsün diyedir. Bu arazide dönüşecek bina yok ki. Bir tek kıytırık binanın yıkılması için buraya teşvik verilemez, kanunsuzdur.” Müteahhit diyor ki; “Yaptığımız kanuna uygundur.” Mühendis Bayraktar kanunu hazırlayanların içinde, niye hazırladığını biliyor. Kendi arazisini vermiş, aklından geçmemiş ki böyle yaparlar. Arsanın dönüşümü olmaz, dönüşüm bina içindir, diyor. Müteahhit bina yıktım, kentsel dönüşüme girer diyor. Bu nedir şimdi? Kanuna uygun, hukuka aykırı. İngilizcede, ‘kanunun lafzına ve ruhuna uygun” derler. Bizde kanunun ruhu yoktur. Hukukçularımız da öyledir. Lafzına göredir. Bizdeki kurumlar gibi."

 

Bizde kapitalizmin lafzı var, ruhu yok!

Sahte balın öğrettiği ders 

Şimdi Bakan Canikli diyor ki, ’38 ayrı balı tahlil ettirdik, 38’i de sahte çıktı’… Peki, nasıl başladı bu sahtekarlık? Herkes aynı anda mı başladı sahte bal üretmeye? Hayır, önce biri gitti, üçü gitti, bal yerine glikozu reklam etti, sattı vatandaşa. Diğerleri hakiki bal satmaya devam etti, o sene. Sonra baktı ki, olmuyor, böyle giderse batacak. Çünkü o kilosunu 30 liraya satıyor, ben daha üreticiden 50 liraya alıyorum. Beklerdim ki, Bakan Canikli ‘hepsi sahte çıktı’ diye açıklama yapınca bu konuda marka olmaya çalışan firmalar çıksın, ‘benimki değil’ desin, ilan etsin. Ben ‘hakiki balcıyım’ desin. ‘Ne yüzde 25’i, ne 50’si… Ben hiç sahte bal satmıyorum. Gidin istediğiniz raftan alın balımı, kontrol edin, ben balıma yüzde 100 güveniyorum’ desin. Bakanın söylediği şey skandal. Ama kimse çıkıp da ‘hayır’ diyemedi. O zaman gerçek. Bu noktaya biz nasıl geldik? Çünkü ilk sahtekarı durduramadık. Birinci sahtekarı durduramazsak, sistem dejenere olur. 

Karsızlık başlayınca arsızlık da başlar 

Şerefli olan doğru yoldan kar etmektir. Bir şirket bir-iki yıl zarar edebilir ama sürekli zarar ediyorsa, sorarım, sen nereden kar ediyorsun? Diyelim ki, sizin sektörden, gazete sahibi... Gazeten hep zarar ediyorsa, nereden kar ediyorsun? O zaman öbür şirketinden vergi kaçırıyorsun. Gazetem var, zarar ediyor, öbür şirketten bol bol reklam veririm, kapatırım. Cepten değil, öbür şirketten. Hakim olduğun şirkete masraf kaydırıyorsun. Az satan bir gazeteye büyük reklamlar veriyorsun... Kapitalizmin temeli kar üzerinedir. Karsızlık olunca arsızlık başlar. Bir işadamımız gazetecilikte zarar ettiği için bankacılığa girdi. “Ben iyi gazeteciyim, kötü bankacıydım” diyor. Hayır gazeteciliğin kötüydü. Gazeten kar etmiyordu. Bankandan para koydun. Banka, gazeteye 100 milyon dolar vermiş, alamamış, batmış. O zaman iyi gazeteci değilsin. Editör olarak demiyorum, yayıncı olarak, işletme olarak... Gazeten karlı olsaydı, bankana mevduat yapacaktı. Ona rağmen batsaydı o zaman o başka. Gazeteciliği iyi biliyorsan, gazeten karlı olmalı. Bankan, gazetene verdiği kredileri alamadığı için batıyor. Bu iyi gazetecilik mi şimdi? Başka şeyler de oldu. Tencere tava... Promosyonlar maliyetin üzerine çıkmış. Bir gazeteci arkadaşım Cağaloğlu’nda sandviç almış, yanında gazete vermişler. Sandviç alana gazete veriyorsun. Gazetenin kendisi promosyon olmuştu. Nereden başladık, kupon kes promosyon al, hediye vereceğiz. İş dönmüş, gazetenin kendisi promosyon olmuş. Promosyon işini yönetsin diye işi bilen profesyoneller alındı. Bu işler, kapitalizmin ahlakına karşı. 

Günlük ahlakı bilmeyene kapitalist ahlakı anlatmak zor 

Kapitalizm aynı zamanda bir ahlak sistemidir. Özgürlük olan yerde ahlak önemlidir. Çünkü özgürlükte ahlak ve oto-kontrol lazım. Max Weber’in Protestan Ahlakı ve Kapitalizmin Ruhu tesadüfi yazılmadı. Adam ne diyor? “Günah işleme özgürlüğümüze engel oldunuz!” Bizde günah işleme özgürlüğü istiyor. Ona da bir kılıfı var. Günahlar ve Kefaretler kitabı var. Hangi günahı nasıl silersin? Muhasebe gibi... Adam diyor ki günah güzel bir şey! Kapitalist ahlakı nasıl anlatacağım? Adam günlük ahlakı anlamıyor. Kapitalizmin ahlakı niçin çok sert? Fransızca’da liberalizm demek, ‘bırakınız yapsınlar, bırakınız geçsinler’ demek, ‘nasıl olsa onların vicdanı vardır, yanlış iş yapmazlar’ anlamındadır. İşte o özgürlük için ahlak ve vicdan lazımdır. Kapitalizmin geliştiği yerlere bakarsak ahlak ve vicdanla gelişiyor. Biz, ‘Adam gece yarısı bile kırmızı ışıkta bekliyor’ diye onlara gülüyoruz. Özgürlüğün bir otokontrolden geçtiğini bilmiyoruz. Bizde de kapitalizm bunun için gelişmiyor. 

İlke kuraldan daha önemlidir 

Avusturyalı Schumpeter vardır, ‘özgürlük girişimdir’ der. Bizde serbest teşebbüs sisteminin bedeni var, ruhu yok. Daron Acemoğlu ile iftihar ediyoruz. Kurumların önemi üzerinde duruyor. Timur Kuran, hukuk üzerinde duruyor. Ben de, ‘bir de ruh var’ diyorum. Bizde her türlü kurum var ama ruhu yok. Şekil şartını yerine getiriyoruz. Daron,’kurumlar geliştikçe kapitalizm çalışır’ diyor. Kapitalizm kural ve kurumları olan bir sistemdir. Kuraldan daha önemlisi ilkedir. İlke esaslı mı, kural esaslı mı olmalı? Bütün usulsüzlükleri açıklayanlar, ‘mevzuata uygundur’ derler.