Ekonomiye lokomotifler yaratmak
Mehmet DOĞAN
Ekonomi uzmanlarının Türkiye’nin mevcut ekonomik bunalımı hakkında görüşlerinin genel itibariyle çizdiği çerçeveyi şöyle özetlemekte yarar var:
- Türkiye, orta gelir tuzağı olarak adlandırılan ekonomik kısır döngüye takılıp kalmıştır.
- Sürdürülebilir, Katma değeri yüksek ürünler üret(e)miyor olmak Türkiye’nin en sancılı problemlerindendir.
- Üretim teknolojilerini ithal etmek değil üretmek, uzun vadeli Ar-Ge yatırımları yapmak zaruridir. Bu yatırımlar stratejik bir koordinasyon içerisinde desteklenmelidir.
- Teknik eleman ve bilim insanı yetiştirmek için ekonomiye kaynak aktarılmalıdır.
Türkiye küreselleşen dünyada kendini konumlandıramadı, bilim üreten ve ürettiği ürünü ise dünya pazarına satabilen bir ülke olamadı. Türkiye’de enerji, altyapı ve inşaat alanlarına yatırım arttırılırken, üretim ekonomisinin ihmal dildiği, sürdürülebilir sektörlerin ihmal edildiği gözlemlendi. Kolay kredi imkanlarıyla hızla artan iç talep ithal ürünlere olan bağımlılığı arttırdı. Eğitime yapılan yatırımlar eğitimin niteliğini geliştirmekte başarısız oldu. Eğitim yatırımlarının ekonomiye uzun vadeli katkısı beklenemiyor.
En önemli sorunlardan biri ise Türk girişimcilerin uluslararası pazarlara girmekteki başarısızlığı. Bunun temelinde yatan en kronik sorunlardan biri Türk firmalarının ‘’işletme modeli’’ oluşturamıyor olması. Bu şu anlama geliyor, markaları ile tüketici arasındaki bağı sağlam ve sürdürülebilir kılmak adına özgün bir pazarlama-dağıtma-satış stratejisi uygulayamıyorlar. Halbuki uluslararası oyunculara baktığımızda örneğin Amazon, Burberry, Ted Baker, Canon gibi firmaların kendine özgü bir ‘’Business Model’’ ile başarısını sürdürülebilir kılabildiğini görüyoruz. Kendilerini ‘talep edilen’ yapamayan, kısıtlı kaynaklı ya da rekabet avantajı sağlayabilecek bilgi ve teknoloji donanımları olmayan tecrübesiz şirketler uluslararası pazara girip büyük oyuncularla yarışmaktan çekiniyor. Halbuki o yarışa girmenin de büyümenin en önemli tetikleyicilerinden olduğu söylenebilir.
Aslında kısa vadede ilk 5 yılda uygulanabilir birkaç çözüm var. Ancak bu çözümler için tecrübeli danışmanlıklara ve devletin maddi katkısına ihtiyaç var.
1. Kısa yoldan uluslararasılaşma sağlanmalıdır. Ülkede güçlü olunan sektörlerdeki şirketlerin, devlet desteğiyle yurt dışına yönlendirilmesi temel hedef olabilir. Bu amaca en kolay yollardan birisi de yurt dışındaki tecrübeli firmalarla ortak teşebbüsler kurmaktır. Bu girişimlerin güvenliği için, olası riskler ucuz kredi ve üretim maliyetini azaltacak teşviklerle en aza indirilmelidir.
Bir gıda şirketi de olabilir, bir mobilya ya da hazır giyim şirketi de… Rekabetçi bir üstünlük sağlayacak teknik ve teknolojik donanım, stratejik danışmanlık, maddi ve fiziki her türlü destek verilerek yurtdışına açılmalarının ve döviz getirmelerinin önü açılmalı.
2. Türkiye’de katma değeri yüksek olan ürünlerin parçalarının üretimi yapılıyor ve küresel markalara satılıyor. Bu gibi ara ürün üretiminde lider olan şirketlerin markalaşmasının teşvik edilmesi ya da benzer özellikler taşıyan şirketlerin birleştirilmesi yolu izlenerek daha kuvvetli bir küresel aktör yaratılabilir.
Uluslararası firmalara parça ve hammadde ürünler temin eden Türk firmalarının sektöre ilişkin deneyimleri ve alt yapıları olduğundan, öncelikle bu firmaların ileri atak yapmaları teşvik edilerek küresel bir marka oluşturulabilir.
Bu gibi orta seviye firmaların bir nevi sınıf atlamasını sağlayacak finansmanın risk sermayesi modeli ile iç piyasadaki maddi birikimden faydalanması da sağlanabilir. Bu yolla olgunlaştırılacak girişimlere inşaat örneği verilebilir. İnşaat gibi sektörlerde maddi birikim yapmış, sürekli üretim ve tüketime bağlı olmayan sektörlerin diğer alanları desteklemesinin önü açılabilir ve Ar-Ge yatırımlarına kaynak transferi sağlanabilir. Bu durumda devletin ‘risk güvenlik modeli’ de oluşturması ve zararın bir kısmını tazmine soyunması da düşünülebilir.
3. Teknokentlerde üretilen dünya standartlarında onlarca ürün olmasına rağmen, ürünlerin dünya pazarına açılmasını destekleyecek bir yüklenici kuvvet bulunması sorunu var. Bu şirketler mevcut kapasiteleri ile uluslararası oyuncu olmaya cüret edemiyorlar. Bu noktada devletin dışarıdan desteklediği profesyonel şirketlerin koordinasyonu ile milli küresel oyuncular yaratılmasının önü açılabilir.
Bu amaçla 2004 yılında Ekonomi Bakanlığı koordinasyonuyla hayata geçirilen Turquality programı bazı girişimlerin başarılarına başarı katmış ancak uluslararası pazarda liderliğe soyunan bir marka oluşturmada etkisiz kalmıştır. Geçtiğimiz yıllara baktığımızda örneğin, Turquaility’nin desteklediği firmalarda da ‘Business Model’ oluşturulmasının ticari bir ihtiyaç olarak tanımlanmamış olduğunu gözlemliyoruz.
4. Türk ekonomi devlerinin yabancı ortak arayışı ve bu ortaklıkların döviz getiriyor olması kısa vadede faydalı gibi gözükebilir. Ancak ticari ortaklıkların ülkeye yeni bilgi birikimi taşımadığı, dünya pazarına girme stratejisi olarak faydalanılmadığı ve şirketin sadece iç pazara odaklanmaya devam ettiği koşullarda uzun vadeli katkı yapmadığını görüyoruz.
Öncelikle ortaklıkların ‘know-how’, uluslararası tecrübe ve uluslararası pazara atılım vadetmesini talep etmeliyiz.
Türk şirketlerin hisse satışından elde edilen kaynağın yine küresel pazara girmek için yatırıma çevrilmesi de bölünerek küçülme değil bölünerek büyüme odaklı strateji anlamına gelir.
5. Son olarak; dünyada uluslararası marka olmak isteyen şirketlerin stratejileri ilk etapta komşu ya da kültürel-siyasi benzerlikler taşıyan ülkelere açılarak sürdürülür. Stratejik üstünlük için, dış ilişkilerde barışın ekonomiye hayati bir katkısı olduğunu da söylemek gerek.