Füze kalkanı
Dr. Mustafa AŞULA / Emekli Büyükelçi
Son defa Lizbon'da yapılan NATO zirvesinde, İttifakın bir bütün olarak dış tehditlere, özellikle balistik füze tehditlerine karşı korunması gereği etrafında ilke mutabakatine varıldı. Hatta bu konuda, önemli bir gelişme olarak, Rusyanın bile işbirliği taahhüdü sağlanmış oldu. Radar ve rampaların hangi ülkelerde ve hangi koşullar altında kurulacağı konularının ise, teşkilatın ve ilgili organlarının daha sonraki toplantılarında ele alınacağı kayda geçirildi.
NATO bu kararı alırken hiç şüphesiz çok önceleri ilgili forumlarda, karara esas teşkil eden 'tehdit algılama ve değerlendirmelerini' yapmıştır. Türkiyemiz de, ittifakın bir üyesi olarak, bu çalışmalara mutlaka katılmış ve varılan mutabakati onaylamıştır.
Hal böyle iken, toplantı sonrası bir kısım basın, adeta ağız birliği edercesine, Türkiye'nin acul davranarak, tehditler meyanında, İran'ın adının belgelerde yer almasını önlediğini ve bunun müstesna bir başarı olduğunu yazmış, toplantılara Türkiye adına katılanları kutlamışlar ve böylece yönetimin bilançodaki dış politika aktifini fazlasiyle takviye etmişlerdir.
Oysa ki, Amerika'nın ötedenberi fiili liderliğindeki NATO, geçmişte değişmekte olan uluslararası siyasi ve askeri konjontürü değerlendirerek, şimdiye kadar bir kaç kere vizyon değişikliği yapmak ihtiyacını duymuştur. İttifak geçen altmış yıllık varlığını ancak bu elastikiyeti göstermekle muhafaza edebileceğini ötedenberi bilmiş ve benimsemiştir.
Bu defa , Amerika'nın önceleri ferdi bir iki ülkede kurmak istediği, ancak başta Rusya olmak üzere, bazı çevrelerin tepkisi karşısında ertelediği füze kalkanı sistemini NATO'ya mal etmeyi denemesiyle karşı karşıya bulunuyoruz.
Aslında, ihtiyaç halinde NATO'yu devreye sokmak Amerika'nın alışageldiği ve bir ölçüde de sonuç aldığı bir yöntemdir. Örneğin, önceki Başkan Bush, 11 Eylül olaylarından sonra teröristi yerinde vurmak için Afganistan'ı istilaya karar verdiğinde, tüm NATO üyesi ülkelere çağrı yapmış ve savaşacak uluslararası güç içinde yer almalarını sağlanıştı. Türkiyemiz de bugün Afganistan'daki görevine bu şekilde gelmişti.
Birinci derecedeki hasım eski Sovyetler Birliği ortadan kalktığına ve yeni Rusya ile 'partnership' ortaklık düzeyinde işbirliği yapıldığına göre, NATO, şartın 5'nci maddesinde tarif edilen coğrafi sınırlarların ötesinde, daha geniş bir spektrum içinde yeni hedefler edinmek zorundadır. Terörizmden, uyuşturucu ticaretinden, göçlerden ve çevre sorunlarından başlayarak, dünyanın neresinde olursa olsun, en geniş anlamda, İttifakın gözettiği barış ve istikrarı bozabilecek nitelikteki gerginlik ve çatışmalara müdahelede İttifak kendisini yetkili görmüştür. Bosna ve Kosova hatıra gelen misallerden sadece bir ikisidir.
Böylesi cazip bir dış politika hedefine, Amerika'nın şimdi, her zamankinden daha çok ihtiyacı vardır. Önceki Başkan Bush'tan, sonuç alınamayan bir Afganistan'la, bir milyon insanın hayatını kaybetmesine karşılık, geçen son yedi sene içinde bir türlü durulamayan ve bu yüzden de muharip kuvvetlerin çekilmesine karar verilen bir Irak devralan Başkan Obama, içeride de hiç rahat değildir. Milyarlarla dolar enjekte edilmesine karşın ekonomide durgunluk devam ederken, son defa ikinci bir hamle ile 600 milyar dolarlık tahvil ihracından söz edilmektedir. Sağlık sisteminin iyileştirilmesi bir bakıma geri tepen bir silah halinde son kısmi seçimlerde Temsilciler Meclisi'nde Demokratların yenilgisiyle sonuçlanmıştır. Başkan Obama'nın ikinci dönem için aday olup olmayacağı bile şimdiden tartışılır hale gelmiştir.
Bütün bu koşullar Amerika için yeni ve parlak bir başarıya ulaşmak artık kaçınılmaz olmuştur. İktisadi tüm büyüklük iddialarına rağmen, Avrupa Birliği de her zamanki gibi Amerika'yı geriden takip etmeyi güncel maddi çıkarlarına uygun bulmuştur. Yani NATO'da konsensüs Amerika'dan yana teessüs etmiştir.
Yönetimi başarılarından ötürü göklere çıkaranlara sormak gerekir ; Ellilerden yetmişlerin sonlarına kadar geçen süre zarfında, bir ara 'üs yok tesis vardır' denmiş olsa da, topraklarından Amerika'yı atıncaya kadar akla karayı seçen Türkiye, başka türlü hareket edemez miydi? Ederdi, ama ittifak içindeki yeri de epey sarsılırdı ve Türkiye bunu göze alamazdı. Mesele bundan ibarettir. Gerisi, iktidara alkış tutmaktır.