G-20: Zenginistan bizim için bitmiştir!

YAYINLAMA
GÜNCELLEME

VERGİ PORTALI / Umurcan GAGO

[email protected]

"Eğer sıradan bir kişiye dünyanın bugün karşı karşıya olduğu en önemli sorunların ne olduğunu sorarsanız, herhalde ilk aklına gelenler 'eşitsizlik ve yoksulluk' olur. Ekonomik büyümenin hakça paylaşılmadığı konusunda yaygın bir kaygı var. 2008 Şubatı'nda BBC tarafından yaptırılan bir kamuoyu yoklaması, 34 ülkedeki nüfusun yaklaşık üçte ikisinin son birkaç yıldaki ekonomik gelişmelerin âdil biçimde paylaşılmadığını düşündüğünü göstermiştir. Kore, Portekiz, İtalya, Japonya ve Türkiye'de, katılımcıların %80'den fazlası bu görüştedirler?." Bu satırları OECD'nin 2008 yılında yayınladığı "Eşitsizlik Artıyor Mu? OECD Ülkelerinde Gelir Dağılımı Ve Yoksulluk" isimli raporundan aldım. Geçtiğimiz günlerde Edinburg'da bankaların camlarına atılan taşlar, ABD'de batık şirketlerin yüksek gelirli yöneticilerinden %90'a varan oranlarda vergi alınması önerileri, Londra'daki G-20 zirvesi sırasında yapılan protestolar, Atina sokaklarında yaşanan anarşi bu saptamanın ne kadar isabetli olduğunu teyit ediyor. Zenginlere karşı oluşan bu "küresel" tepkinin hedefinde ise, geçtiğimiz 30 yıl içinde giderek zenginliğini artıran varlıklı kesim var. Washington merkezli düşünce kuruluşu Economic Policy Institute'un hesaplamalarına göre ABD'de %0.1'lik en zengin toplumsal kesimin yıllık kazancı en düşük gelirli %90'lık kesimin 1979'da 20 katı iken, bu oran 2006'da 77 kata yükselmiş. Gerçi son küresel krizde bu zengin kesim büyük çaplı (yaklaşık 10 trilyon dolar olduğu söylenmektedir) servet kaybına uğramış; Forbes dergisinin milyar dolarlık zenginler listesindekilerin sayısı 1125'ten 793'e düşmüş; ABD'de milyon dolar servet sahibi olanların sayısı 2007'de 9.2 milyon iken, 2008'de 6.7 milyona düşmüştür. Ancak tarihi olarak gelir ve servet eşitsizliğinin diğer ülkelere göre daha az önemsendiği ABD'de bile son yıllarda zenginin giderek daha zengin, fakirin ise daha fakir hale geldiğine ilişkin giderek güçlenen bir anlayışın oluştuğu görülmektedir.

"Öte yandan suçlanan zenginler 'yazı çıkarsa ben kazanırım, tura çıkarsa sen kaybedersin' tarzı bir kapitalizmin hüküm sürdüğü bu dönemde, Bill Gates, David Beckham veya Brad Pitt değil. Muhtemelen gelecekte çevre dostu alternatif enerji yöntemlerini veya kansere çare olacak ilaçları geliştiren şirketlerin sahipleri için de böyle bir öfke olmayacak. Suçlananlar 30 yıl boyunca zenginliğine zenginlik katıp, küresel kriz ile birlikte zararlarını vergi mükelleflerinin omuzlarına yükleyenler, uluslararası veya farazi vergi yapıları ile gelirlerini gizleyenler. Mesela Fransa'da doğup, Londra'da çalışan, varlıklarını bankacılık sırlarının güçlü olduğu bir ülkede tutan ve 'Zenginistan'da yaşayan yüksek servet sahipleri, bankacılar, özel sermaye fonlarının yöneticileri, traderlar ve politikacılar üzerinde lobi yaparak vergi mevzuatının kendileri lehine olmasını sağlayanlar." Biraz tuhaf gelebilir ama bu satırları da kapitalizmin sıkı savunucusu haftalık The Economist dergisinin 2 Nisan tarihindeki özel sayısından özetle aldım.

Eşitsizliğin nedenleri ve gelecek beklentileri

Bu sonucun ortaya çıkmasının sebepleri genellikle şu başlıklar halinde sıralanıyor: (1) küreselleşme, (2) sendikaların zayıflatılması ve sendikal hakların sınırlandırılması, (3) vergi oranlarının düşürülmesi, gelir üzerinden vergileme yerine dolaylı vergilerin ağırlığının artması, stopaj suretiyle nihai vergileme ve artan oranlı gelir vergilemesi yerine sermaye kazançları üzerinden düşük ve düz oranlı vergileme, gibi dikey vergi adaletini zedeleyen vergi politikaları, (4) kayıt dışı ekonomi, (5) vergi cennetleri, (6) bankacılık sırları, (7) finansal yatırımlara yönelik mevzuatın esnekliği ve nakdi sermayenin aşırı serbest dolaşımı.

Son dönemde yaşanan gelişmelere bakarsak gelecekte küreselleşmenin ciddi bir tehlike altında olduğunu söyleyebiliriz. Örneğin, hükümetler bankaları yabancı ülkelerdeki şirketlere değil, kendi ülkelerindeki şirketlere kredi vermeye zorluyorlar. G-20 bankacılık sırlarını katı uygulayan ülkelere karşı adeta savaş ilan etti. Birkaç yıl içinde bankacılık sırrı kavramının ortadan kalkacağı iddia ediliyor. Nitekim Amerikan vergi idaresinin İsviçre'ye karşı, Alman vergi idaresinin ise Liechtenstein'a karşı kazandıkları zaferin üzerinden fazla zaman geçmeden, G-20 toplantısında bu konuda uluslararası ortak irade açıkça ortaya konuldu. 5 ila 7 trilyon dolar arasında varlığa ev sahipliği yaptığı tahmin edilen vergi cennetlerini gelecekte çok zor günler bekliyor. Bu sorun ile baş etmek için stopaj suretiyle yüksek oranda nihai vergileme yapılması yaklaşımının da çare olmadığı AB'nin Savings Directive uygulamasıyla görülmüş oldu. Dolayısıyla G-20 zirvesinin hemen ardından OECD yeni vergi cennetleri listesini açıkladı. Yeni listede vergi kurallarına uymayan 4 ülke belirlenmiş durumda: Filipinler, Kostarika, Malezya ve Uruguay çıkmışlar. Kara listeye alınan bu ülkeler yanında uluslararası vergi uygulamalarına uymayı taahhüt eden fakat henüz bunu gerçekleştiremeyen 38 ülke ise gri listede. İşin ilginç yanı Avusturya, Belçika, Lüksemburg, Singapur ve İsviçre gibi ülkeler gri listeye alınarak bilgi değişimi konusunda uluslararası işbirliği yapmak zorunda bırakıldılar. Sendikalı işçilerin sayısının artması bekleniyor. Kayıt dışı ekonomi ile mücadelede ciddiyetin artırılması kaçınılmaz. Hükümetler her kesime "nereden buldun" diye sormak zorunda. Finansal yatırımlara yönelik mevzuatın sıkılaştırılması beklenebilir. Artık varlıklı elit, sermayesini eskiden olduğu gibi kolayca bir ülkeden vergilemenin düşük getirinin yüksek olduğu başka bir ülkeye aktaramayacak.

Öte yandan son 30 yıldır yaşananların tam tersine vergilerin artacağı muhakkak. KPMG tarafından yapılan bir araştırma 2002 ile 2008 yılları arasında 87 ülkeden 33'ünde gelir vergisi tariflerinin düşürüldüğünü gösteriyordu. Oysa şimdi trend tersine dönmüş durumda. Hükümetlerin en büyük finansal destekleyicisi olan zengin kesimin üzerine gitmek kolay bir iş değil. Ancak, bütçe açıklarındaki ciddi artış, krizin faturasını tek başına ödemek zorunda kalmak istemeyen vergi mükelleflerinin isyanı, gelir ve servet dağılımındaki eşitsizliğin kaldırılamayacak düzeye geldiğine inanan kamuoyunun baskısı hükümetleri vergileri artırmaya zorluyor. Obama'nın seçim kampanyasında vergi adaletini öne çıkartması tesadüf değildi (Bknz. "Tax and the City 2 - Amerikan Vergi Seçimleri", Dünya Gazetesi 4 Kasım 2008). Başta ABD ve İngiltere örnekleri olmak üzere hükümetlerin bu oranları ciddi şekilde artırmaya hazırlandığını görüyoruz. Vergi cennetleri üzerinden ve uluslararası vergi planlamaları ile sermayenin kolayca yurtdışına çıkartılmasını engelleyici önlemleri önem kazanmış olması da vergilerin artırılacağının emareleri değil mi? Halkın öfkesinin 1930'lardaki gibi kontrolden çıkarak faşizme, zengin ve yabancı düşmanlığına yol açmadan yatıştırılması gerekli. OECD raporunda da belirtildiği üzere, gelişmiş ülkelerde hükümetler eşitsizliğin artışı yönündeki eğilimi dengelemek için daha fazla vergi almak, daha fazla harcama yapmak ve sosyal politikalara şimdi her zamankinden daha fazla önem vermek zorundalar. Üstelik gelir ve servet dağılımında eşitsizlik pahasına düşük vergilemenin girişimciliği ve ekonomik büyümeyi hızlandırdığı tezinin yanlış olduğu konusunda bugün ekonomistler nezdinde genel bir kabul oluşmuş durumda. Burada vergilerdeki artış ile kast edilen ise oranların artırılması değil. Zira ekonomik durgunluktan çıkılması için vergilerin artırılmaması lazım. Üstelik zengini vergilemek kolay değil, dimyata pirince gidip evdeki bulgurdan olmak mümkün. Tersine vergi dışı gelirlerin, yani indirim ve istisnaların ve vergi dışı kesimlerin, bir başka deyişle vergiden muaf olanların ve kayıt dışında olanların azaltılarak toplanan vergilerin artırılması amaçlanıyor. Bu yapılırken de mümkün mertebe fakirin daha az oranda, zenginin daha yüksek oranda vergi ödemesi suretiyle gelir ve servet eşitsizliğin daraltılması kast ediliyor.

Türkiye'nin durumu ve geleceği

Ünlü İtalyan istatistikçisi Corrado Gini tarafından geliştirilen Gini Katsayısı bugün gelir dağılımı ile gelir ve servet dağılımındaki eşitsizliği gösteren en önemli istatistiki ölçüm aracı olarak kabul edilmektedir. Gini Katsayısı 0 ile 1 arasında değişmekte, düşük katsayı eşitsizliğin az, yüksek katsayı ise eşitsizliğin çok olduğunu gösteriyor. ABD, İngiltere, Japonya ve Kanada hariç genel olarak GSMH'si yüksek olan ülkelerde bu katsayı da düşük. Ne var ki ortalama olarak OECD ülkelerinde her yıl yaklaşık %7 oranında yükselmekte. Kuzey Avrupa ülkelerinde Gini Katsayısı 0.23 ile 0.30 arasında değişmekte olup bu ülkeler dünyadaki gelir ve servet dağılımındaki eşitsizliğin en düşük olduğu ülkeler. Ancak bu ülkelerin önemli bir kısmında da eşitsizlik artmakta. Öte yandan OECD ülkelerinin ortalaması ise 0.31. Bu ülkeler arasında Meksika'dan sonra Türkiye 0.43 ile gelir ve servet dağılımının en adaletsiz olduğu ülke. Türkiye'nin Gini Katsayısı OECD ortalamasının %38 üzerinde. Diğer istatistiki yöntemler de bu sonucu doğrulamakta.1990'lı yıllarından ortasından 2000'li yılların ortasına kadar orta gelirliler lehine nispi bir düzelme göstermiş olmakla birlikte karşılaştırma 1980'li yılların ortasından 2000'li yılların ortasına kadar ki dönem için yapıldığında kayda değer bir düzelmenin olmadığı görülüyor. Yani bu konuda geleneksel "Mehter Takımı" yaklaşımımız sürüyor diyebiliriz.

Kaynak: OECD income distribution questionnaire 2008.

Üstelik ortalama vergi sonrası harcanabilir hane geliri açısından Türkiye'de en zengin kesimin en fakir kesimden ortalama 17.3 kat daha fazla gelir elde ettiği görülmekte. Oysa Türkiye ve Türkiye'den sonra en yüksek orana sahip olan Meksika (25.8) çıkartıldığında OECD ülkelerinde bu oran sadece 8 kat, Kuzey Avrupa ülkelerinde ise 6 kat.

Bugün tüm ülkelerde gelir ve servet dağılımındaki eşitsizliği gidermek için çeşitli politikalar uygulanmakta. Gelin bu politikalar yakından bakalım:

1) Sosyal hizmetler-gelir ve servet dağılımındaki eşitsizliği gidermek için uygulanan bir politika sosyal hizmetler. Sosyal hizmetler (sağlık, eğitim, konut yardımları gibi) özellikle düşük gelirliler için önem taşımakta. OECD ülkeleri vergi sonrası harcanabilir hane gelirinin ortalama %21'i kadar sosyal hizmet sağlamakta. Bu oran Kuzey Avrupa ülkelerinde %40'ları buluyor. Örneğin, Danimarka'da %46. Türkiye'de ise bu oran OECD ülkeleri arasındaki en düşük oran, %9.

2) Sosyal güvenlik ödemeleri-sosyal güvenlik sisteminin daha gelişmiş olduğu ülkeler emeklilik, işsizlik, sakatlık, sağlık sigortaları kanalıyla, çalışan kesimden - çalışma döneminde- topladıkları fonları çalışmayan kesime (emekliler, sakatlar, işsizler gibi) aktararak gelir ve servet dağılımındaki eşitsizliği gidermekte. Özellikle Kuzey Avrupa ülkelerinde "kumbara yaklaşımı" diye de anılan sosyal güvenlik ödemelerinin daha öncelikli olarak benimsenmiş olduğunu görüyoruz. Bu ülkelerde örneğin emekliler emeklilik döneminde emeklilik öncesi kazançlarının neredeyse tamamını elde etmeye devam etmekteler. Ayrıca gelir seviyesi düştükçe sosyal güvenlik ödemelerinin oranı da artmakta. Özellikle Avustralya, Yeni Zelanda, Danimarka, İngiltere, Finlandiya ve İrlanda'da durum böyle. Türkiye ise yine Meksika'dan sonra sosyal güvenlik ödemeleri açısından yüksek ve düşük gelir düzeyleri arasında en az farklılaşmanın olduğu OECD ülkesi.

3) Artan oranlı gelir vergilemesi-gelir ve servet dağılımındaki eşitsizliği gidermek için uygulanan diğer bir politika ise "Robin Hood yaklaşımı" olarak da bilinen artan oranlı gelir vergilemesi rejimi. Bu sistemde örneğin 100 lira kazanan 15 lira vergi öderken, 1000 lira kazanan ise 150 lira değil 300 lira vergi ödemekte. Artan oranlı gelir vergilemesini en fazla uygulayan ülkeler ABD, İtalya, İrlanda, Avustralya, İngiltere, Yeni Zelanda, Kanada gibi ülkeler. Kuzey Avrupa ülkeleri ise genellikle - sosyal güvenlik sistemleri en gelişmiş ülkeler olduklarından ve gelir ve servet dağılımındaki eşitsizliğini daha ziyade gelir düzeyi ile ters oranlı sosyal yardımlar ile giderme eğiliminde olduklarından - "artan oranlı gelir vergilemesini" daha az uygulayan ülkeler. Bu ülkelerde sermaye kazançları ve bazı menkul sermaye iratları "düz oranlı" gelir vergilemesine tabi. Türkiye'de ise son yıllarda önemi giderek artan düz oranlı vergileme yaklaşımı durumun daha da kötüye gitmesine sebebiyet veriyor. Dolaylı vergiler artan oranlı olmadığından ve giderek vergi gelirlerinin daha büyük kısmı (2007'de yaklaşık %69'u) dolaylı vergilerden sağlandığından gelir ve servet eşitsizliğinin artışını körüklüyor. Son yıllarda basitlik adına Kuzey Avrupa ülkelerinden alınan modellerle geliştirilen ve sermaye kazançları ile menkul sermaye iratlarında (yani daha çok zenginlerin gelirlerinde) düz oranlı stopaj suretiyle nihai vergilemeyi öne çıkaran anlayış da, gelir ve servet eşitsizliğinin artmasına sebebiyet veren diğer bir uygulama.

Türkiye'de neler yapılabilir?

Tüm dünyada olduğu gibi Türkiye'de de gelir ve servet eşitsizliğini gidermek kolay değil. Öncelikle bu konuda kamuoyu bilincinin artırılması gerekiyor. Umarız başka ülkelerde gördüğümüz toplumsal olaylar meydana çıkmadan politika belirleyiciler mevcut durumun sürdürülemez olduğunu görürler. Ancak kayıt dışı ekonominin yüksekliği ve denetim mekanizmasının yeterince etkin olmaması sebepleriyle Türkiye'nin işi daha zor. Bu sebeplerle vergi cennetleri ve kurmaca uluslararası vergi yapıları gibi konular Türkiye'de daha ikincil nitelikte kalıyor. Ancak umutsuz olmamalıyız. Tüm dünyada bugünlerde esen rüzgâr artık sosyal politikaların öne çıkması için bize uygun bir zemini hazırlıyor. Gelir Vergisi Yasası yeniden yazılırken gelir ve servet dağılımındaki eşitsizliğin giderilmesi öncelikli politika haline getirilir, Türkiye'nin yapısına pek uygun olmayan Kuzey Avrupa ülkelerindeki vergi uygulamaları model olarak alınmaktan vazgeçilir, kayıt dışı ile mücadele daha etkin kılınır, özerk vergi idaresi tesis edilir ve denetim etkinliği artırılırsa neden başaramayalım? Biz de daha adil bir ülkede yaşamayı hak etmiyor muyuz?