Gelir-gider dengesi sağlanmadan Spekülatif sermayenin önüne geçmek zor

YAYINLAMA
GÜNCELLEME

 

 

Orhan AKIŞIK

IMF Başkanı Dominique Strauss-Kahn geçenlerde Financial Times gazetesine verdiği mülakatta sermaye hareketleri üzerindeki kontrolün kısa vadede zorunlu olduğunu, ancak uzun vadede sınırlamaların kaldırılması gerektiğini söyledi. 1997-98 Asya Finansal Krizi'yle birlikte ekonomi literatürüne giren spekülatif sermaye, bir başka deyişle sıcak paranın, son olarak Yunanistan, İspanya ve Portekiz'de yaşanan borç krizlerindeki payı büyük. Bu nedenle, AB'nin önde gelen ekonomilerinin başını çektiği bir grup bu tür sermaye hareketlerini kontrol altına alacak önlemler üzerinde çalışmalarını sürdürüyor.

1990'lardan bu yana yaşanan tüm finansal ve ekonomik krizlerin temel nedenleri arasında gösterilen sıcak para hareketleri nasıl kontrol altına alınacak ? Küreselleşmenin ekonomik ilişkilere damgasını vurduğu günümüz dünyasında bunun önüne geçmek zor. Düşünülen önlemler arasında en çok sözü edileni Tobin Vergisi. Ani sermaye giriş ve çıkışlarını önlemek amacıyla dövize dayalı işlemlerden vergi alınmasını öngören bu uygulamanın soruna çözüm getirmesi şüpheli. Çünkü sermaye hareketleri üzerinde sınırlama olmadıkça yüksek faizlerin cazibesine kapılan sıcak para girişleri de devam edecektir. Soruna kalıcı çözüm getirmenin yolu

ise tasarrufların artmasına olduğu kadar, kamu finansman dengesinin iyileştirilmesine de bağlıdır. Zıra gerek tasarruflardaki artış gerekse gelir-gider dengesinin sağlanması sıcak paraya gereksinimi de büyük ölçüde ortadan kaldıracaktır.

AB'nin borç krizine giren ülkelerinde bir taraftan vergiler arttırılırken diğer taraftan

harcamalarda kısıntıya gidiliyor. Amaç, bütçe açıklarını ve kamu borçlarını azaltmak. Peki, Türkiye'de durum nasıl ? Gelişmiş ve gelişmekte olan bir çok ülkeyle karşılaştırıldığında, bütçe açıklarını kontrolde Türkiye'nin başarılı olduğu izlenimi edinilebilir, fakat bu yanıltıcıdır. Dünya Gazetesi'nin 22 Temmuz tarihli baskısında "Bütçeyi tüketim kurtardı" başlıklı haber bu konuda

ilginç ipuçları veriyor. Maliye Bakanlığı verilerine dayanılarak verilen haberde, küresel krizden çıkışla birlikte büyüyen Türkiye ekonomisinde artan tüketime bağlı olarak vergilerde meydana gelen artışın bütçe açığını önemli ölçüde azalttığına dikkat çekiliyor. 2008 yılında Ocak-Haziran dönemi itibariyle toplam vergi gelirlerinin % 65.3'ünü oluşturan tüketim üzerinden alınan vergilerin 2009'da % 63.9'a geriledikten sonra, 2010'un aynı döneminde % 66.9'a yükseldiği

görülüyor. Yani toplam vergilerin üçte ikisinden fazla bir bölümü tüketim harcamaları üzerinden alınan vergilerden oluşuyor. Öte yandan, dolaylı vergilerin toplam bütçe gelirleri içindeki payına bakıldığında da görünüm öncekinden daha farklı değil. Yine aynı dönem itibariyle 2008'de toplam bütçe gelirlerinin % 52.7'sini oluşturan dolaylı vergilerin geçen yıl % 49.7 olarak gerçekleştikten sonra, bu yıl % 54.5 oranına ulaştığı görülüyor.

Bu rakamlara bakarak, vergi tabanının yeterince yaygınlaştırılamadığı, kayıtdışı ekonomik faaliyetlerin hala önemini koruduğu ve ekonominin büyük ölçüde tüketime dayalı olarak büyüdüğü söylenebilir. Rakamlar cari işlem ve bütçe açıklarının temelinde yer alan olguya, yani yatırımları dışlayan tüketime dayalı büyüme stratejisine ışık tutması bakımından da önemli. Tüketim harcamalarının yüksekliği tasarrufların düşüklüğüne işaret ediyor. Bunlar orta ve uzun vadede büyümenin sürekliliğini tehdit eden gelişmeler.

Türkiye'nin ileride muhtemel krizlerden mümkün olan en az hasarla çıkması için sıcak para girişlerine olan bağımlılığını azaltması gerekiyor. Bunun önde gelen koşulu ise özel tasarruflardaki artış kadar kamu finansman dengesinin de sağlanması. 2009 yılında %13.7 oranında gerçekleşen özel tasarrufların bu yıl %14 civarında olması bekleniyor. Bu oran, Türkiye'nin de aralarında yer aldığı gelişmekte olan ülkelerdeki tasarruf oranlarının 10-15 puan altında. Yani çok düşük. Diğer taraftan, kamu finansman dengesi denilince, konu Türkiye'de büyük ölçüde giderlerin azaltılması açısından ele alındı. Vergilerin artırılması konusuna ise pek değinilmedi. Halbuki vergi gelirlerinin arttırılması en az harcamaların kontrol altına alınması kadar önemli.

Toplam Vergi Gelirleri (% GSYİH)

1975 1985 1990 1995 2000 2006 2007 2008

Almanya 34.3 36.1 34.8 37.2 37.2 35.6 36.2 36.4

Amerika  25.6 25.6 27.3 27.9 29.9 28.2 28.3 26.9

Çek Cumhuriyeti    37.5 35.3 37.1 37.4 36.6

Danimarka 38.4 46.1 46.5 48.8 49.4 49.6 48.7 48.3

İngiltere 34.9 37.0 35.5 34.0 36.4 36.6 36.1 35.7

İspanya 18.4 27.6 32.5 32.1 34.2 36.7 37.2 33.0

Macaristan   41.3 38.0 37.1 39.5 40.1

Polonya   36.2 32.8 34.0 34.9

Slovakya   34.1 29.4 29.4 29.3

Türkiye 11.9 11.5 14.9 16.8 24.2 24.5 23.7 23.5

Yunanistan 19.4 25.5 26.2 28.9 34.0 31.2 32.0 31.3

Kaynak: OECD: 2009, Gelir İstatistikleri, 1965-2008

Tabii ki dolaylı vergileri kastetmiyoruz. Toplam vergi gelirleri içinde yaklaşık %70 civarında bir oran teşkil eden dolaylı vergilerin daha fazla arttırılması olanaksız. Sorunun çözümü doğrudan, bir başka deyişle gelir üzerine salınan vergilerin payının arttırılmasından geçiyor. Bunun için vergi tabanının yaygınlaştırılması, vergi kaçaklarının üzerine gidilmesi şart. Tasarruflar artmadan ve gelir-gider dengesi sağlanmadan Türkiye'nin spekülatif amaçlı sermaye girişlerine olan bağımlılığını azaltması mümkün görünmüyor.