Hangi Amerika?
Burak Kuntay / Bahçeşehir Ünv. Öğr. Gör. Foundation for Defense of Democracies Kıdemli Analisti
Genellikle Türkiye'de bir eğilim vardır. Birçok kişi Amerika'ya araştırmaya giden ya da Amerika üzerine çalışmalar yapan birini bulunca aynı soruyu sorar: "Amerika bizimle ilgili ne düşünüyor?"
Öyle enteresan gelir ki bu bana. Sanki pasaport kontrolünden geçince size ABD'de uzun, renkli şapkalı, mavi-kırmızı-beyaz ceketli bir adam karşılar ve size Amerika'nın fikrini söyler.
Hangi Amerika'dan bahsediyoruz? Beyaz Saray mı, dışişleri mi, savunma bakanlığı mı, kongre mi, Cumhuriyetçiler mi, Demokratlar mı, şink Tankler mi, etnik lobiler mi, CIA mi, medya mı, sivil toplum mu, silah firmaları mı, büyük şirketler mi, petrol firmaları vs. mi?..
Hangi Amerika'dan bahsediyoruz?
Öyle bir algılamamız var ki; bir milletvekilinin, fazla ağırlığı olmayan bir analistin, sıradan bir muhabirin ya da amacı farklı bir demeç veren bir siyasetçinin dediği sözle haftalarca medyamız sallanabiliyor. Tüm gündemimiz bu söze endekslenebiliyor. Bu söylemi tüm ABD'nin görüşü olarak algılıyoruz. Diğer ay başka biri zıttını söyleyince "vay Amerika fikir değiştirmiş" diyoruz. Ondan sonraki ay daha da farklı bir şeyi daha farklı biri söyleyince bu seferde "ABD daha da fikir değiştirmiş" diyoruz.
Bunun sebebi aslında 1990 öncesi Amerika algılamamızla bugünün arasındaki farklılıklardan kaynaklanıyor. Ne kadar ABD ile ilişkilerimizin tarihi 1830'lardan başlasa da ikili ilişikilerin asıl kaynaştığı ve grift hale geldiği dönem 1946 sonrasıdır. Diğer bir deyişle Soğuk Savaş Dönemi. O dönemlerde ABD'den farklı sesler çıkmasına çok alışmadık. Genelde söylemler ya da fikirler genel hatları ile aynı parallelde olurdu. Kısacası her kafadan farklı ses çıkmazdı. Bunun sebebi aslında açık: Soğuk Savaş Dönemi politikaları.
Bu dönemde ABD'nin en önemli dış politika meselesi Sovyetler Birliği ile mücadele. Bu mücadele esnasında Türkiye'ye bakış açısı ve Türkiye'den beklentiler ise belli idi. ABD'nin Türkiye'den siyasi, askeri ve stratejik talepleri neredeyse 1946'dan 1990'a kadar hep aynı kaldı. ABD'nin gözünde Türkiye, Rusya hattında bir ön cephe, siyasi olarak bir tampon bölge ve NATO üslerinin en uç noktası konumunda değerlendirildi.
İktidara Cumhuriyetçiler de gelse Demokratlar da gelse, bavunma bakanlığı bakış açısı ile de bakılsa, dışişlerininki ile de bakılsa Türkiye'ye karşı bakış hep aynı kaldı. Ancak 1990'larda Sovyetler'in ortadan kalkmasından sonra Türkiye'nin birçok farklı yönü gündeme geldi: Kimilerine göre enerji hatlarındaki önemi, Ortadoğu'daki rolü, Müslüman nüfuslu laik ve demokratik bir Cumhuriyet olma özelliği, ekonomik hareketliliği, güçlü askeri duruşu, kültürler arası maya olma niteligi...vs. Soğuk Savaş sonrası birçok farklı kesim, Türkiye'nin birbirinden farklı bu özelliklerine yoğunlaşıp, herkes kendi inandığı alanda Türkiye'ye yoğunlaşılması gereğini savundu. Bu yaklaşım da doğal olarak 1990 öncesi tek açıdan bakışı çok yönlü kıldı.
Elbette ABD'nin Türkiye'ye bakışı dışında, ABD'nin kendi iç dinamikleri de değişti. Sovyet tehdidi ortadan kalkınca kimileri yeni yüzyılda enerjinin öncelikli olması gereğini savundu, kimileri ise güvenliğin. Terörü yeni dönemdeki en kritik konu olarak görenlerin yanında, ekonomik kalkınmanın üzerine düşülmesi gereğine inananlar oldu. Clinton gibi uluslararası toplumda birleştiricilik ve katılımcılığı benimseyenlerin yanında, Bush iktidarı gibi Amerikan çıkarlarını öncelikli tutup, ben merkezli dış politika benimseyenler de oldu.
Sözün özü; hem ABD'nin öncelikleri belirsizleşti ve farklılaştı hem de Türkiye'ye bakış açıları genişledi ve değişti. Bunlar iyi yönde mi, kötü yönde mi oldu? Bunun cevabını ancak 100 sene sonra alınır. Ancak asıl sorun şu ki; artık Türk-Amerikan ilişkileri algılamamızı yenilememiz gerekiyor. 1946-1990 arası dönemdeki tek düzelik ve monotonluğu aramak yanlış. O dönemleri örnek alarak, bir kişinin sözüne bakıp hareket etmek doğru değil; hele hele her değişen yönetimin bir önceki gibi tepki vermesini beklemek tamamen hata.
Türk-Amerikan ilişkileri 1990'lara göre ne iyi ne de kötü bir şekil aldı. Sadece değişti. Hem de çok değişti. İlişkiler hızlandı. Diplomasi farklılaştı. 1990 öncesi 10 senede bir yapılan değişimler 6 ayda bire düştü.
Artık ikili ilişkilerde yeni bir dönem, hızlı bir dönem, hareketli bir dönem. Gereken şey ise açık;
Hızlı, hareketli ve yeni bir diplomasi anlayışı.