IMF ile ayrılsakta berabermiyiz?
Doç.Dr.Serap DURUSOY / Abant İzzet Baysal Üniversitesi İ.İ.B.F İktisat Bölümü
IMF ile Türkiye arasındaki 19'uncu Stand-By düzenlemesi 11 Mayıs 2008 tarihinde sona erdi. 2008 yılının başından itibaren bu düzenlemenin bitişiyle birlikte 20'nci Stand-By düzenlemesinin yapılacağı iddiası sürekli olarak gündemde kaldı. Ancak iki yıldan uzun bir süredir devam edip giden ve oldu olacak beklentisi varken IMF bilmecesi çözüldü ve yapılması olası Stand-By anlaşmasına ilişkin tartışmalar da sona erdi.
IMF ile anlaşmanın rafa kaldırılma nedeni olarak belediye gelirlerinin denetlenmesi gösterildi. Belediye gelirleriyle ilgili taleplerin kabul edilmediğini belirten bazı dayatmalar nedeniyle Stand-By anlaşmasından vazgeçildiği söylendi.
Aslında bu gelişime üç farklı bakış açısı ile yaklaşmak gerekmektedir:
1-Anlaşma Taraftarlarının Beklentileri: 1990 yıllardan itibaren özellikle önerdiği politikaların ayrıntılarındaki düzenlemelere ilişkin yoğun eleştiriler almasına rağmen krizin sertleştiği dönemden itibaren herkes bir anda IMF taraftarı oldu ve IMF'in krize çare olabileceği görüşü yaygınlaştı. IMF'e eğilimin nedenini bulabilmek için aslında IMF' den ne bekliyoruz sorusuna yanıt vermek gerekmektedir, ki burada en büyük beklenti döviz girişine bağlı olarak kurun yukarı çıkmasını engellemektir. Öte yandan IMF'e yönelik bu eğilim de G-20 Zirvesi sonrasında IMF'in zirveden güçlenerek çıkması da bir etken olarak düşünülebilir
2- IMF ile görüşmelerin sürdüğü bazı anlaşmazlık noktaları olduğu, bunların giderilmesine çalışıldığı açıklamalarının ve anlaşmanın her an imzalandı imzalanacak şeklindeki yaklaşımın arka planında ise yatırımcılara yönelik iç piyasalarda olumlu hava yaratmak, beklentileri olumlu yönde etkilemek ve IMF'nin 4. madde konsültasyonuna gelişini bir yıl ertelemesine olanak tanıma düşüncesi etkin olabilir.
3-Anlaşmanın sonlandırılmasının nedeni : Avrupa Birliği Para Fonu tartışmasının ortalığı sarması, Türkiye'nin IMF tarafından denetlenmemek istemesi, seçimlerin zamanında yapılacağı işaretini vermek olarak gözlenebilir.
En çok peşinde koşulan ve çeşitli ikna yöntemleri ile ekonominin rotasının bırakıldığı ama daha sonra bir yolunu bulup yarıda bırakılan programların arkasında hep IMF olduğu düşünüldüğünde IMF ile anlaşmanın olmamasının ne tür bir etki yaratır düşündüğümüzde elbette ki ülke ekonomisi batmayacaktır. Ama krizden çıkış daha zor olabilecektir. Öncelikle mali piyasalarda, çok büyük olmayan bir tepki gözlenecek ve sonra o da geçecektir. Tepkinin büyük olması beklenemez. Çünkü küresel krizin en kötü aşaması aşıldı. Dolayısıyla olası beklentiler kurun geçici bir süre için yükselmesi, borsanın azalan bir seyir göstermesi, faiz oranlarında değişiklik şeklinde kendini gösterebilecektir. Ayrıca kamu harcamalarındaki hızlı artışla ortaya çıkan iç borçlar ise faizlerin hızını artıracak yani ekonomik canlanma gecikebilecektir. Kuşkusuz karar birimlerinin bozulan moralleri de buna katkı yapacaktır. Fakat asıl sıkıntılı olanı, yatırımlardaki azalma olacaktır. Krizden en çok etkilenen ülkeler sıralamasında önlerde olduğumuz gerçeğini makro göstergelerde de izlediğimizde yapısal sorunları ve değişimi görmezden gelen, kronik enflasyonu umursamayan, gelir dağılımıyla ilgili sorunları hafife alanların, mevcut küresel krizin boyutunu da anlayamadıkları gözlenmektedir. Hepimiz biliyoruz ki krizin çarpıcı ve yıkıcı etkisini azaltmak için gerekli ekonomi politikası tepkisini zamanın da veremedik. Bu bağlamda Türkiye 2009'da kendi özgül koşullarına uygun iç talebi artırıcı politikaları içeren ve bunu orta vadede mali disiplini bozmayacak şekilde yapan bir ekonomik programı( IMF'in desteğini alarak veya almayarak) yürürlüğe koysa idi şu anda enflasyonu artırıcı vergi ve zamlarla kapatmaya çalıştığımız bütçe açığı da bu kadar fazla olmasını engelleyebilirdi.
Öte yandan Avro Bölgesi ve Avrupa'nın, hem demografileri, hem de kendi içsel ekonomik yapısı nedeniyle çok sıkıntılı olduğu göz önüne alındığında. ihracata yönelik büyüme stratejilerine dayanmak da güçleşecek. O nedenle Türkiye'de dahil pek çok ülke daha çok kendi iç pazarına dayalı büyüme stratejilerine yönelmek zorunda kalacak.
Bütün bunlar kendi kendimize ne yapmamız gerektiği konusunda daha ciddi bir düşünce sürecinin içine girmemiz gerektiğini gösteriyor. Aksi taktirde IMF'e yeniden başvurmak kaçınılmaz bir hale gelebilir. Türkiye kendi yolunda ilerleyeceğine göre ve önemli bir çıpadan vazgeçtiğine göre buna alternatif ve güvenilir yeni bir çıpa temin etmek durumunda kalacaktır. Bu durumda mali disiplinin ne kadar etkili olacağını ise önümüzdeki günler gösterecektir.