İşdünyası boyutuyla 12 yıllık zorunlu eğitim
Dr. Ahmet N. HELVACI / İTO Genel Sekreter Yardımcısı
"İlköğretim ve Eğitim Kanunu İle Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi" minvalinde Türkiye bugünlerde yoğun olarak 12 yıllık zorunlu eğitimi tartışıyor. Çoğu konuda olduğu gibi bu konuda da maalesef ideolojik yaklaşımlar ve saflaşmalar etkili oluyor. Her türlü biçimiyle eğitim insan kalitesiyle alakalı Ayrıca mesleki eğitim piyasa ihtiyaçlarıyla birebir bağlantılı. Dolayısıyla işdünyası açısından bu konunun değerlendirilmesi bir gereklilik. 14 Mayıs 2011 tarihinde DÜNYA Gazetesi'nde yayınlanan "SBS'nin ekonomi-politiği" başlıklı yazıyla başladığımız ekonomi-eğitim yazılarının ikincisi olarak bu konudaki ilk mütalaalarımızı serdetmek istiyoruz.
Başlamadan bir hususu hatırlatmak lazım, maalesef ki elimizde son tasarıyla alakalı ayrıntılı bilgi yok. İlgili taslak ve bakanlığın gerekçesine internetten erişilebiliyor. Sorulara cevaben Milli Eğitim Bakanı'nın birkaç açıklamasını bulmak söz konusu. Dolayısıyla bu düzenlemeye ilişkin yorumlarda hata edilmesi muhtemel. Bu riske rağmen konuşulması gereken, hayatımızın her alanını ilgilendiren özellikle de Türkiye'nin önce bölge sonra da dünya devleti olma idealiyle birebir alakalı bir düzenleme. Eğitim alanında radikal bir düzenlemeye ihtiyaç duyduğumuz gerçeğiyle öncelikle pozitif unsurlara değinecek sonra da ilgili eleştirilerimizi dile getireceğiz.
Pozitif unsurlar
1997'deki sekiz yıllık kesintisiz eğitim düzenlemesi, eğitsel saiklerle değil, otokratik, ideolojik ve merkeziyetçi saiklerle, toplumu şekillendirmek amacıyla yapılmış bir düzenlemeydi. Başta mesleki eğitime vurduğu darbe olmak üzere bu düzenlemenin doğurduğu sıkıntılar hepimizce malum O sürece bu yasa teklifiyle son verilmek istenmesi güzel.
Geçenlerde OECD raporu açıklandı. Başbakan Yardımcısı Sayın Ali Babacan bile bu durumu üzülerek işledi ve geçen hafta gazetemizde de manşette yer aldı. İyileşme noktasında hızlı yükselmemize rağmen eğitimde mevcut oranlarla OECD ülkelerinin çok gerisindeyiz. Bu açı da dahil her açıdan 12 yıl zorunlu eğitim Türkiye özelinde çok doğru bir tercih.
Öncelikle bu taslağın meslek eğitimi oranını batılılarda olduğu gibi meslek lisesi lehine %60'a %40 biçimine getirmeyi hedeflemesi, 2023'de dünyanın ilk on ekonomisi arasına girmeyi kafasına koymuş bir Türkiye için doğru bir tercih. Taslağın başta sanayicimiz olmak üzere iş dünyasının "nitelikli ara eleman" talebine yönelik boyutu açıkça görülüyor.
Zorunlu eğitim eleştirilerin tersine 12 yıla değil fiilen 13 yıla çıkarılıyor. Aslında okul öncesinin zorunlu eğitime katılmaması, okul öncesi eğitim istenmediğinden değil. Zaten Türkiye %80 okul öncesi eğitimi sağlamış ve bakanlık çok istekli. Onun zorunlu eğitime katılmasında tereddüt edilmiş. Nedeni de tamamı için öğretmen bulamama korkusu.
Son olarak ilköğretim "kesintisiz" iken 7 ile 15 yaşı arasında fiziksel ve psikolojik olarak en az üç evre olan çocuklar bir mekana tıkıldı ve hepsi aynı kategoriye kondu. Bu pedagojik olarak da doğru değildi. Şimdi (tabi ilk günden söz verilemese de) bu durumun sona erdirilmesi hedefleniyor.
Aşağıda eleştirilerimizi-kaygılarımızı dile getireceğiz.
Negatif unsurlar
Öncelikle mesleki eğitim oranını Batılılarda olduğu gibi meslek lisesi lehine %60'a %40 biçimine çevirmesi güzel olmakla birlikte Türkiye'nin meslek lisesi eğitiminde 23 Şubat 2012 tarihli DÜNYA Gazetesi Perşembe Rotası'nda yer alan "lojistik okulu çok, eğitmen yok" eleştirisi örneğinde olduğu gibi iş dünyasıyla alakalı bütün eğitim alanlarında bu sıkıntıyla karşı karşıya kalınma riski çok yüksek.
Ne mevcut öğretmenler ne de üniversitedeki eğitim fakülteleri buna uyumlu. Meslek lisesi öğretmenleri lise müfredatına göre yetişti. Şimdi birden onlar lehine sekiz yılık eğitim dönemi başladı. İlkokul 5. sınıf yaşındaki çocuğa ne öğretecek, nasıl öğretecek? Donanım ayrı bir dert, kategori, program ayrı bir dert.
"Bunlar çözülür, biz Türkler kervanı yolda tamamlamaya alışığız" denebilir. Ancak en önemli eleştiri, mesleki eğitimi seçme yaşını Avrupa yükseltirken biz neden aşağı çekiyoruz? O çocuğu kimin yönlendireceği bir dert olduğu gibi, ya yanlış yönlenirse? Yani "Sen tornacı ol" u diyecek formasyonda ne okul, ne sınav ne de hoca var.
Bir diğer temel eleştiri gerçekte örgün eğitim olarak yani okula giderek zorunlu eğitim sadece 4 yıl. Sonrası açık lise ile dışarıdan, kredi tamamlama ile yapılabileceği belirtiliyor. O zaman takıntılı ebeveynler "göndermiyorum, açık lisede okuyacak, kredi tamamlayacak" diyerek çocuğunu eğitimden mahrum bırakırsa ne olacak?
Bu tasarı özelinde evde eğitimi eleştirmek haksızlık olur. Çünkü o çok istisna biçimde düzenlenmiş. Ancak vurgulamak gerekir ki Türkiye özelinde evde eğitim seçeneği çok yanlış. Bazıları mevcut sistemin zayıflıklarını söyleyerek evde eğitimin önemli bir alternatif olduğu zehabını uyarıyor ve başta MÜSİAD olmak üzere hassasiyetleri olan STK'ları etkilemeye çalışıyorlar. Türkiye'de aileler okula gideni eğitemiyor, nasıl evdekini eğitecek? Bir sürü eğitim koçuna, özel hocaya para vererek mi? Evde eğitim Türkiye'de yanlış bir seçenektir.
Rakamlara ayrıntılı bir şekilde bakmak gerekir ki, somut irtibatlarımızdan edindiğimiz izlenime göre Avrupa'da evde eğitimle Oxford'a öğrenci, Mercedes'e teknisyen yetişmiyor. Uygulama oranı çok düşük ve çoklukla asgari gerekliliği karşılıyor. 12 yılın asgari sekizinin okulda olması bir gerekliliktir.
Tasarı gerekçesinde "katsayı yok, dolayısıyla artık meslek liseli de üniversiteye rahatlıkla gidebilir" deniyor. Doğru değil. Kastlaşmayı doğuran SBS sisteminde bu öldü. Onları alt okullar olarak derecelendirdiğin durumda oraya zeki ama fiziksel becerili çocuklar gitmez. Ayrıca bu okullarda verilen eğitim onların üniversiteyi kazanmalarını da sağlamaya yetmesi zor görünüyor. Hele bir de Bakanın bazen açıkladığı gibi YGS-LYS gibi sınavlar kaldırılırsa bu okul mezunlarına üniversitelerin rağbet etmesi zor görünüyor. En azından genel sınavda gerekli puanı alarak gitme şansları var.
Türkiye'de üniversite öncesi genel sınav sisteminin kaldırılması çok yanlış. "şu okul mezunusun, başın kapalı, sen küpeli erkeksin, sen dekolte giyinmişsin" diyerek çocuklar başarılı oldukları halde iyi okullara alınmayabilir. Ayrıca Bakan beyin net bir açıklaması var. Eskiler girdiği için ÖSS'ye 1 milyonun üstünde kişi girdiğini, normalde yeni mezunların 700 bin civarı olduğunu ve artık üniversitelerimizin kontenjanının da 700 bin civarı olduğunu söyledi. Türkiye'de konu artık üniversite değil, kaliteli üniversite.
Taslakta, okul yapımında özel idareler bir tür işin içinde sayılmış. Bu olumlu ama artık belediyelerin okul işine et atmalarının zamanı gelmedi mi? Klasik argümanla, "Batıda böyle". Bu genel bütçenin dışında katkı ve yarış demektir.
Ayrıca milli eğitim formasyonunu almak şartıyla başka mesleklerden okullara okul yöneticisi atanmaya da başlanmalıdır. Bu düzenleme kalite ve iş dünyası perspektifi açısından zamanı gelen bir düzenleme. Profösör okul müdürü olmalı. Örneğin Apple'in Türkiye temsilcisi istediğinde okulda yönetici olarak görev yapabilmeli.
Özel lise ve ilköğretim çok olmasına rağmen, Koç, Sabancı gibi şirketler İTO, İSO, OSTİM gibi kuruluşların tek taraflı katkılarıyla yapıp devlete bıraktıkları dışında özel sektör meslek okullarına ilgisiz. Bunu teşvik eden bir düzenleme bu taslakta yer almalı.
Türkiye'de imam hatipler ve kuran kursları meselesi hep önemli olageldi Şimdi de öyle. O zaman neden bunu "sanki" ve "mış"la tartışıyoruz? O konuda istisnai nitelikte açık bir düzenleme yapılır veya farklı bir kategori üretilerek bu sorun çözülür.