İsrail İran'ı vurur mu?
Burak KÜNTAY / Bahçeşehir Ünv. Öğr. Gör. Foundation for Defense of Democracies Kıdemli Analisti
Son günlerde Amerika'nın akademik çevrelerinde tartışılan en önemli konulardan biri bu.
Geçtiğimiz beş sene zarfında birçok çevrelerde, ABD'nin İran'ı vuracağı, bombalayacağı, istila edeceği ya da ekonomik olarak boğacağı söylendi. Sürekli olarak Amerika'nın iç ve dış dinamiklerden dolayı bu müdahalenin imkansız olduğunu ifade ettim. Hatta bu konuyu ve neden böyle bir müdahale yapılamayacağını bir yazımda sizlerle paylaştım. Yalnız son günlerde ABD'deki düşünce kuruluşlarında gündeme gelen konu; ABD'nin İran'ı vurup vurmayacağından çok daha ciddi bir soru, İsrail'in İran'a saldırıp saldırmayacağı?
İran'ın son füze denemelerinden sonra İran'ın askeri gücü ve tehdit olarak algılanma unsuru daha da fazla öne çıktı. Bir gerçek var ki İsrail'in kasım ayının ikinci haftası ile ocak ayı arasında İran'ı vurma ihtimali ciddi olarak konuşuluyor. Peki ABD'nin İran'a müdahalesine kesinlikle mümkün değil derken İsrail'in böyle bir harekete girişmesi neden olası?
Öncelikle İran global güç olarak elbette ABD'yi ilgilendiriyor, ancak iki ülke arasındaki mesafeden ötürü ABD'nin birincil toprak güvenlik tehdidi İran değil. Soğuk Savaş döneminde Rusya'nın Küba'ya konuşlandırmak istediği füzeler yada Rusya'nın uzun menzilli füzelerini Sibirya'ya yerleştirmesi tehdidi unutulmamalı. İran elbette ABD için önemli bir mesele ancak seçim öncesi, mevcut ekonomik durumda hele birde adı savaşla özdeşleşmiş bir başkanın böyle bir müdahaleye olur vermesi pek mümkün değil.
İsrail'in ise farkı şu; İsrail İran'ın nükleer silah sahibi olması durumunda bu silah ve füzelerin ilk muhatabı. Zaten Ahmedinecad'da bu niyetini hiç saklamıyor. İkincisi bölgesel güç olarak İran'ın İsrail karşısında denk ya da denke yakın silahsızlanması İsrail'e karşı bölgede ciddi bir muhalefet oluşturabilir. Bu muhalefet uzun vadede İsrail'in daha evvel de tecrübe ettiği Arap blokuna karşı yeni savaşlar anlamına gelebilir. Bunlar elbette büyük etkenler.
Müdahalenin kasım ve ocak arası bir tarihte olmasından kuşku duyma sebebim ise, Amerika'daki seçimler. Obama'nın yaklaşımı İran ile müzakereye dönük, tabii ki İsrail'in nükleer tesisleri vurma kararıyla örtüşmeyen bir karar. Bush yönetiminin ise son günlerini bir savaşla noktalamak istemeyeceği aşikar. Bu durum ABD'nin dış ve iç politikada en durgun olduğu döneme işaret ediyor. Kasım ayında yapılacak olan başkanlık seçimleri ile yeni başkanın seçilip ocak ayında yemin edip göreve başlaması arasındaki tarih.
Kısacası ABD'de belirsizlik ve durgunluk dönemi
Peki böyle bir ihtimalin gerçeklik payı ne? Tabii ki ABD'nin İran'a saldırmasından daha olası. Ancak ne olursa olsun böyle bir müdahale bölgede dinamiti patlatır. Bu sadece bir müdahale olarak kalmaz ve bölge büyük çaplı bir savaş ve kaosa gider. Açık söylemek gerekirse bu kaotik ortamın siyasi, askeri ve ekonomik olarak bölgede kısılıp kalmayacağı bir gerçek. Bu kaos kısa zamanda global bir boyuta ulaşır. Bu hadisenin gidişatı ve sonuçları kimseyi galip getirmez, aksine herkes kaybeden olur. Doğrusu hiç bir ülkenin ne pahasına olursa olsun böyle bir riski alacağına ihtimal vermiyorum. Ama gözden de kaçırmamak gereken bir konu.
Türkiye, Suriye ve İsrail arasındaki görüşmelerde bir yol aldı. Birçok kişi eleştirse de bence bu aşamada Dışişleri ve Başbakan iyi rol oynadı. Bu işten daha önceki yazılarımda da ifade ettiğim gibi büyük başarı ve netice beklemek zaten mümkün değildi. Türkiye doğru olanı, yerinde olanı iyi zamanda yaptı. Şimdi Türkiye'ye çok önemli bir misyon düşüyor. İran ve İsrail arasındaki gerginliğe arabuluculuk rolü üstlenerek çözüm bulması. Bu görev Türkiye'ye tarihi bir sorumluluk ve misyon yükler. Kimse bu talebi Türkiye'ye yapmaz. Bu göreve bölgesel lider olarak Türkiye soyunmalıdır. Bu Türkiye'nin üzerine düşen tarihi bir görev ve sorumluluktur.