İstanbul nasıl finans merkezi olur

2023’e geri sayım sürerken: İstanbul finans merkezi nasıl olur? / Kudret VURGUN / Sermaye Piyasası ve Kurumsal Finans Danışmanı, İMKB eski Kotasyon Md.

YAYINLAMA
GÜNCELLEME

"İstanbul Finans Merkezi Stratejisi ve Eylem Planı (İFM)" Devlet Planlama Teşkilatı (DPT) koordinasyonunda, 80'in üzerinde kamu ve özel sektör kurumu ile sivil toplum kuruluşu ve üniversitelerin katkısıyla 2009 yılında hazırlanmış ve YPK kararıyla uygulamaya başlatılmıştır. Proje, İstanbul'un öncelikle bölgesel ve nihayetinde küresel bir finans merkezi yapılması vizyonu ile yola çıkmıştır.
Öte yandan, 2023 yılına kadar dünyanın ilk 10 ekonomisi arasına girebilmek için ülkemizin epey yol almak zorunda olduğu açıktır. 2023 yılına 10 yıl gibi kısa bir süre kalmış olması, adımları hızlandırmak gerektiğini de gösteriyor.
2023 yılı vizyonu
"2023 yılına kadar dünyanın en büyük ilk 10 ekonomisi arasına girme" hedefine ulaşabilmesinin kilidi sermaye piyasamızı büyütmek ve geliştirmektir. 2023 yılında 2 trilyon dolar milli gelire ve 500 milyar dolar ihracat hedefine ulaşabilmek için, her yıl %8'den fazla büyümemiz şart ve bunun için gereken finansal kaynak ihtiyacının karşılanması ancak güçlü bir sermaye piyasasıyla mümkün olabilir. Yapılan reform çalışmalarının ve sıkı maliye politikalarının da desteğiyle, ihtiyaç duyulan sermaye açığımız dışarıdan gelen yabancı yatırımlar ile finanse edilerek -kronik cari açık problem oluşturmak pahasına- büyüme desteklenmektedir. Ancak sürdürülebilir büyümenin devamı için ülke içi kaynakların da harekete geçirilmesi gerekmektedir. Artan genç nüfusumuz ve işsizlik problemi, bize reel ekonomi ile büyüme modelini zorunlu kılıyor.
Ekonomideki en önemli sorunun cari açık olduğunu ve bunun temel nedenlerinin şunlar olduğunu artık hepimiz biliyoruz:
a) Tasarruf oranlarımızın düşük olması,
b) Enerji ithalatımızın yüksek olması,
c) Katma değer zincirinde alt sıralarda yer almamız.
Tasarruf oranlarımızın yükseltilebilmesi ve katma değeri yüksek ürün üretimine ağırlık verecek bir reel ekonomiye geçilebilmesi için sermaye piyasamızı geliştirmemiz hayati öneme sahip bulunuyor.
2023 yılında 500 milyar dolar ihracat hedefini yakalayabilmemiz için, halen %0.8'lerde olan dünya ticaretindeki payımızın en azından %1.5'lara çıkarmamız gerekecektir. İhracatı artırmak için özel sektör firmalarımız, mutlaka katma değer katkısı yüksek ürünler üretmeye ağırlık vermesi, bunun için ise araştırma-geliştirme faaliyetlerine ve inovasyon yatırımlarına, markalaşmaya, küresel şirket satın alma veya birleşme konularına yoğunlaşmak zorunda kalacaklardır. Bütün bu faaliyetler için yüksek miktarda, ucuz, devamlı ve kolay erişilebilir finansal kaynaklara ihtiyaç olacaktır.
Sermaye piyalarının temeli "güven"dir. Sermaye piyasamızda ciddi bir güven problemi bulunduğunu söylemek haksızlık olmaz. Bu durum, sermaye piyasamızın ve dolayısıyla da İstanbul Finans Merkezi projesinin önünde en büyük engeldir. Güvenin tesisi için öncelikle geçmişte özellikle ekonomik kriz dönemlerinde yaşanan "mağdur yatırımcılar" meselesinin çözümü gerekmektedir. Mağduriyetlerin oluşumuna baktığımızda, "yatırımcı kendi kararıyla o şirkete yatırım yaptı. Bu nedenle mağduriyetin sebebi kendi kararıdır." gibi bir bakış açısının doğruluğunu tartışmak yerine, mağdur yatırımcılar meselesini çözmek daha doğru bir yaklaşımdır.
Bu noktada, özelleştirilecek kamu şirketlerinde halka arz yoluyla satış yapılması sürecinde, mağdur yatırımcılara "bedelsiz" veya "iskontolu" pay verilmesi önemli bir girişim olacaktır.
6362 sayılı yeni Sermaye Piyasası Kanunu'nun 26'ncı maddesi ile getirilen, bazı ortaklara küçük ortakların paylarını alma teklifi zorunluluğu getirebilmesine ilişkin hüküm olumlu olsa da, geçmiş mağduriyetlere çözüm içermemektedir. Ayrıca bu hüküm, sadece imtiyazlı faaliyet yürüten şirketleri, TMSF'ye devredilen şirketleri ve bankaları kapsadığı için yetersiz olup, kapsamının genişletilmesi yararlı olacaktır.
Son günlerde, önemli kamu projelerinin ve şirketlerinin halka arz yoluyla satılacağına dair açıklamalar yapılmaktadır.Yıllar sonu kamu tarafında halka arzların gündeme getirilmiş olması önemli bir gelişmedir. Ancak sermaye piyasasının yapısal sorunlarına eğilmeden ve yatırımcı güvenini yeniden sağlayacak tedbirler alınmadan, bu büyük halka arzların başarılı olabileceğini düşünmek iyimserlik olacaktır.1990'larda yapılan kamu şirketlerindeki payların halka arzları sermaye piyasalarında binlerce yeni yatırımcı kazandırmış, ancak daha sonraki yıllarda yaşanan üzücü ve haksız gelişmeler yatırımcıları maalesef sermaye piyasamızdan uzaklaştırmıştır. Bunun sonucu olarak, piyasadaki yabancı yatırımcı oranı oldukça ağırlık kazanmıştır.
Borsa İstanbul: İstanbul finans merkezi'nin kalbidir
İstanbul finans merkezi projesinin istenen şekilde başarıya ulaşabilmesinde, Borsa İstanbul hayati öneme sahiptir. Bu kapsamda, 6362 sayılı Sermaye Piyasası Kanunu ile birlikte 1986 yılından bu yana faaliyette olan İstanbul Menkul Kıymetler Borsası yapısal bir dönüşüm yaşadı ve ismini "Borsa İstanbul" olarak değiştirerek kamu kurumu statüsünden anonim şirket statüsüne geçti. Böylece yeni bir isimle birlikte artık kamu kurumu olmanın getirdiği tüm kısıtlamalardan kurtularak yeni bir yapıya geçti. Borsa İstanbul önümüzdeki süreçte, gerek İstanbul Finans Merkezi projesinde, gerekse 2023 hedeflerinde hep ön sırada karşımıza çıkacak. Borsa İstanbul'un 2023 hedeflerine ve İFM stratejilerine yeterli desteği verebilmesi için öncelikle şu hususlarda yoğunlaşmak gerektiğini düşünüyorum.
a) 2023 yılında Borsa İstanbul'da en az 1000 yerli şirket olması,
b) 2023 yılında Borsa İstanbul'da kote yabancı şirket sayısının yerli şirket sayısından fazla olması,
c) 2023 yılında Borsa İstanbul'da en az 10 ülkeden şirketin işlem görüyor olması,
d) İşlem gören şirketlerin paylarının piyasa değerleri toplamı / GSYİH oranının en az % 80'e yükseltilmesi,
e) Kurumsal Yatırımcı Tabanı / GSYİH oranının en az %15 düzeyine çıkarılması (Bireysel Emeklilik - BES fonları / GSYİH oranının en az %10'lara çıkarılmasıyla birlikte),
f) Yatırımcı sayısının artırılması ve daha ziyade kurumsal yatırımcılar (yatırım fonları, yatırım ortaklıkları, portföy yönetim şirketleri gibi) kanalıyla yatırım yapılmasının teşvik edilmesi,
g) Borsa İstanbul hisselerinin halka arz edilmesi ve kendi piyasasında ve yabancı borsalarda kote edilmesi,
h) Borsa İstanbul ve SPK'nın kendi yönetimlerinde de kurumsal yönetim ilkeleri esaslarının uygulanması,
i) İSO-500 listesinde yer alan, ancak mevcut durumda sadece 130 civarıda şirketin Borsa'da işlem görmesi karşısında, diğer büyük ölçekli şirketleri de Borsa'ya çekecek teşvik ve uygulamaların getirilmesi (sadece vergi avantajı değil, prosedür ve kurallarda da pozitif ayrımcılık sağlanması),
j) Son dönemde artmakta olan kote şirketlerin "Borsa'dan çıkma" başvurularının nedenlerini analiz ederek, sebepleri kaldıracak tedbirler alınması,
k) Özelleştirmelerde ve kamu iştirakleri hisselerinin satışlarında Borsa mekanizmalarının kullanılması,
Borsa İstanbul'un büyütülmesinde, halka açılacak ve Borsa'da işlem görecek şirketlere vergi teşviği verilmesi hayati önemdedir. Esasen borsada işlem görmek, şirketler için bazı avantajlar yanında bir çok dezavantaj da getirmektedir. Halka açılan şirketlerde şeffaflığın artması rekabet dezavantajı oluşturmakta ve maliyetleri artırmaktadır. Yine özellikle kayıt dışı faaliyetleri fazla olan şirketler, Borsa'da işlem görmek suretiyle kayıt içine girmeyi tercih etmemekteler. Sadece vergi gelirlerinde azalma olacağı endişesiyle bakmak yerine, vergi avantajı verildiğinde şirketleri kayıt içine alarak vergi gelirlerinde tam tersine olumlu bir artış olabileceğini de değerlendirmek gerekmektedir. Öte yandan, İFM Strateji ve Eylem Planını'nın 11'nci maddesinde, şirketlerin halka açılmaya ve halka açıklık oranlarını artırmaya dönük vergi teşviği verileceği açıkça ifade edilmiştir.
Sonuç olarak, İstanbul'un küresel bir finans merkezi olabilmesi için gerekli olan yapısal bazı tedbirleri hızla almak gerekmektedir. Aksi takdirde, İstanbul belki sadece bir bölgesel merkez olarak kalır ve küresel merkez olabilmesi mümkün olamaz. Tüm çabaların ve heyecanımızın heba olmaması için, siyasi kararlılık yanında uygulama odaklı yaklaşımlar ayrıca önem taşıyor. Bu amaçla, bürokratların, STK'ların, özel sektör ve üniversite temsilcilerinin de yer alacağı, icraatı takip edecek bir "İcra Komitesi" oluşturmakta yarar olduğunu ve daha üst düzey koordinasyon için ayrıca hükümette ilgili bakanların içinde yer alacağı İFM koordinasyon kurulu kurulmasının isabetli olacağını düşünüyorum.