Kapitalizm kabuk mu değiştiriyor?
Orhan AKIŞIK
Gelişmiş, gelişmekte olsun bir çok ülkeyi derinden etkileyen ekonomik kriz teknik anlamda sona ermiş olsa da, yankıları uzun yıllar devam edeceğe benziyor. %10 seviyelerinde dolaşan işsizlikle, ABD krizin etkisini en çok hisseden ülkelerden biri. Yüksek işsizliğin dışında, ekonomi yönetiminden sorumlu olanları yakından ilgilendiren bir diğer olumsuz gelişme, devasa boyutlara ulaşan kamu harcamaları, azalan vergi gelirleri sonucu artan bütçe açıkları ve kamu borç stoku. Şu anda, gayrisafi yurtiçi hasılanın %10'na ulaşan bütçe açığı, ABD yönetimince çözümü önceliğe sahip sorunların başında geliyor.
ABD ekonomi tarihinde, bütçe açıkları ve buna bağlı olarak kamu borç stokunu artıran en önemli faktörlerden biri, askeri harcamalar. Birinci Dünya Savaşı'ndan başlayarak, Irak'ın işgaline kadar olan tüm savaşlar bütçe açıklarının da kontrolden çıktığı dönemlere karşı geliyor. İlginç olan, askeri harcamaların yol açtığı bütçe açıklarında suskunluğunu koruyan Cumhuriyetçilerin; sıra, şirket kurtarma ve ekonomiyi canlandırma tedbirlerinden kaynaklanan bütçe açıklarına gelince, seslerini olabildiğince yükseltmeleri. Geçtiğimiz Ağustos ayında ölen Senatör Ted Kennedy'den boşalan yeri doldurmak için Demokratların kalesi olarak bilinen Massachusetts eyaletinde yapılan seçimi, Cumhuriyetçi aday Scott Brown'ın kazanması ve yapılan anketlerde Obama yönetimine olan güvenin az da olsa gerilemesi, kamu harcamaları üzerindeki etkisini göstereceğe benziyor. Başkan Obama, Amerikan Kongresi'nin birleşik oturumunda Çarşamba akşamı yaptığı yıllık "ulusa sesleniş" konuşmasında, eğitim ve istihdam yaratmaya yönelik yatırımlar dışındaki alanlarda yapılacak harcamalarda kesintiye gidileceğini açıkladı.
Bütün bu gelişmeler arasında unutulmaya yüz tutan; resesyondan, işsizliğe ve bütçe açıklarına varıncaya kadar bir yığın ekonomik sorunun temelinde yer alan finansal sektörün başıboşluğu, Başkan Obama'nın, piyasalara getirilmesi düşünülen düzenlemeleri geçenlerde açıklaması ve hemen akabinde aralarında Goldman Sachs, JP Morgan ve Morgan Stanley'in de yer aldığı dev finans kuruluşlarının hisse fiyatlarında önemli düşüşler yaşanması ile birlikte, tekrar gündemdeki yerini aldı. Esas itibariyle, finans kuruluşlarının büyüklüklerine ve riskli işlemlerine sınırlama getirecek bu düzenlemeler, ilerideki muhtemel krizlerin makroekonomik dengeler üzerindeki olumsuz etkilerini azaltmayı amaçlıyor. Obama'nın bizzat ifade ettiği gibi, "bundan böyle Amerikan vatandaşları 'iflas etmek için çok büyük' olan şirketler tarafından asla tutsak alınamayacak".
Esasen, ABD Başkanı'nın yapmak istediği, başlangıcı çeyrek asır öncesine dayanan, "iflas etmek için çok büyük" doktrinini tarihin sayfalarına gömmek. Çok büyük finans kuruluşlarının iflasının ekonomi üzerinde yaratacağı tahribatın önüne geçmek için, devlet desteğiyle ayakta kalmalarını sağlamak şeklinde açıklanabilecek bu tezin, finans kuruluşları arasında çifte standart ve haksız rekabete yol açtığına kuşku yok. Bu bakımdan, gerek bu çifte standardın kaldırılması, gerekse iflasların ekonomik krizlere yol açmaması için kuruluşların büyüklüklerine getirilecek sınırlamalar, yerinde bir karar. Bunun dışında, riskli işlemlerin yasaklanması diğer önemli bir düzenleme alanı. Bundan en çok etkilenecek kuruluşların başında ise, toplam geliri içinde bu tür işlemlerin %10 oranında bir yere sahip olduğu Goldman Sachs geliyor. Bu kuruluşun, geçen yılın son çeyreğinde elde ettiği yaklaşık 5 milyar dolar tutarındaki karda bu işlemlerin katkısı büyük. Kararın açıklanmasının ardından hisse fiyatlarında % 7 oranında bir düşme yaşayan Goldman Sachs'ın geçen yıl devletten finansal destek aldığı hatırlanırsa, sorun çok açık olarak İngilizce tabiriyle bir "moral hazard" sorunu. Bir başka deyişle, devlet desteğini arkasına alarak yüksek kar etme güdüsüyle riskli işlemler yapmaktan sakınmama hali.
İşletmelerin başarısını, sadece yaptıkları karla, bir başka ifadeyle yatırımcılarına sağladıkları getirinin yüksekliğiyle ölçen neoklasik ekonomi modelinden kaynaklanan Anglo-sakson kurumsal yönetim anlayışı, günümüz dünyasında doğruluğu tartışmaya açık bir konu. Zira, şirket yönetimlerinin sorumlu olduğu yegane grup yatırım sahiplerinden oluşmuyor. Bunun da ötesinde, işletmeler, çalışanları ve devletin de içinde yer aldığı tüm toplum kesimlerine karşı sorumluluk taşıyorlar. Sosyal sorumluluk olarak tanımlayabileceğimiz bu anlayış, özellikle
finans kuruluşları söz konusu olduğunda daha da önem kazanıyor. Karın dışında, bu
bahsettiğimiz alanlara da eğilen vizyon sahibi işletmelerin salt kar etmeyi amaçlayanlardan daha çok gelir elde ettikleri bir gerçek.
İki yılı aşkın bir süre devam eden resesyonun ve buna bağlı olarak kontrolden çıkan bütçe açıklarının da arkasında büyük ölçüde, finans sektörünün yol açtığı kriz yer alıyor. Bu açıdan, devletin bu sektörün ekonomik ve sosyal istikrarı bozan uygulamalarını önlemeye yönelik düzenlemelerine karşı çıkmayı anlamak güç. Hatırlanacaktır; 2000'lerin başında ortaya çıkan finansal raporlama yolsuzlukları, aralarında önde gelen denetim şirketlerinden Arthur & Andersen'in da bulunduğu bazı şirketlerin sonlarını getirmekle kalmamış, aynı zamanda bağımsız denetim alanında da önemli düzenlemelere yol açmıştı. O zaman muhasebe
mesleğinde yapılan düzenlemelerin benzerinin bugün finans sektöründe yapılması zorunlu. Zira, karı artırmaktan başkaca bir hedefleri olmayan sorumsuz yöneticilere, sosyal sorumluluğun ne demek olduğunu öğretmenin zamanı geldi de geçiyor.