Keser döner sap döner

YAYINLAMA
GÜNCELLEME

 

 

Orhan AKIŞIK

Dünya ekonomisi 2011'e geçen yıldan devraldığı çözüm bekleyen birçok sorunla giriyor.Yüksek işsizlik, küresel dengesizlik ve kamu borçları bu yılda da tartışmaların odağında yer alacak. Geride bıraktığımız yılın son günlerinde meydana gelen önemli gelişmelerden biri, Güney Kore ve Endonezya merkez bankalarının yabancı para mevduat munzam karşılıklarını arttırma kararı almalarıydı. Kararın arkasında, ABD, Japonya ve AB tarafından uygulanan düşük faiz politikasının neden olduğu aşırı sermaye girişleri var. Yüksek getiri peşinde koşan spekülatif sermayenin Türkiye'nin de aralarında yer aldığı yükselen piyasa ekonomilerine yönelmesi, sadece bu ülkelerin paralarının aşırı değerlenmesine yol açarak ihracatlarını sekteye uğratmıyor, ekonomik krizlere de ortam hazırlıyor.

Hatırlanacaktır, geçtiğimiz kasım ayında Amerikan Merkez Bankası'nın (FED) ekonomiyi canlandırmak amacıyla bu yılın haziran ayına kadar 600 milyar dolar tutarında hazine bonosu ve tahvil alma kararı, Çin ve Brezilya başta olmak üzere birçok yükselen piyasa ekonomisinde bu ülkeye karşı seslerin yükselmesine yol açmıştı. Gelişmekte olan ülkeler, ABD'nin parasal genişlemeyle doların değerini düşürerek ihracatını arttırmayı hedeflediğini; bu politika nedeniyle kendilerine yönelen sermayenin fınansal ve ekonomik istikrarı tehdit ettiğini ileri sürüyorlar. Ancak bu suçlamayı yaparken gözardı edilen, FED'in görevleri arasında fiyat istikrarının korunması kadar tam istihdamı sağlamaya yönelik para politikalarını uygulama yükümlülüğünün de olması. Dolayısıyla, dolardaki değer kaybını istihdamı arttırmaya yönelik bu politikanın doğal bir sonucu olarak görmek gerekir.

Uluslararası ekonomik ilişkilerin bugün geldiği noktada küreselleşmenin payı büyük. Ekonomik ilişkilere yön veren değişkenlerin başında ise döviz kurları geliyor. Dış ticaret ve cari işlem dengelerinin sağlanmasında kur değişikliklerinin etkisi yadsınamaz. Kur politikaları ekonominin gerekleri doğrultusunda oluşturulmadıkça, ne dış ne de iç ekonomik dengenin iyileştirilmesi mümkün değil. Dünyanın en büyük iki ekonomisi ABD ve Çin arasındaki en önemli ekonomik anlaşmazlık da kur politikasından kaynaklanıyor. Amerikan yönetimi, 2000'li yılların başından bu yana Çin'i düşük değerli yuanın dış ticarette haksız rekabete yol açtığı iddiasıyla sürekli suçluyor. Amerikalılara göre yüksek cari işlem açıklarına ve işsizliğe neden olan bu durumun düzelmesi, Çin'in parasını dalgalanmaya bırakmasıyla mümkün. Geçen yılın ortalarında Çin yönetiminden bu konuda olumlu sinyaller gelmesine rağmen henüz somut adımlar atılmadı. Yeni yılda sorunun çözümü konusunda ilerleme sağlanamazsa, Çin kaynaklı ürünlere vergi konulması gündeme gelebilir. 2012'de yapılacak seçimler öncesinde puan kazanmak isteyen Obama'nın buna karşı çıkması uzak ihtimal. Kaldı ki, ara seçimlerde Temsilciler Meclisi'nde çoğunluğu ele geçiren Cumhuriyetçilerin de bu konuda Demokratlardan farklı düşündükleri söylenemez. Öte yandan, Çin'in buna misillemede bulunması halinde ise zaten 2011'de önceki yıla göre daralması beklenen dünya ticaret hacmi daha da daralacaktır.

Uzakdoğu'nun büyümeleri ihracata dayalı ülkeleri sürekli dış ticaret fazlası verirken, gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerden oluşan geniş bir grup kronik dış açıklarla yaşamak zorunda.

Uluslararası ticarette dengesizliğe işaret eden bu durum öteden beri iktisatçıların dikkatini çekmekte. Temelleri 1944'de atılan Bretton Woods sisteminin 1973'de çöküşünden sonra dünya ekonomisine yön verecek bir parasal sistemin geliştirilememesinin de bunda payı var. Bretton Woods sisteminde uluslararası rezerv para olarak dolar altına, diğer para birimleri de dolara endekslenmişti. Bu sistemin önemli zaaflarından biri, dış ticaretleri fazla ya da açık veren ülkelerin bu fazla ve açıklarını giderici bir mekanizma içermemesiydi. Sistemin anahatları belirlenirken İngiliz heyetine başkanlık eden John Maynard Keynes'in açık ve fazlaların giderilmesini sağlayacak bir mekanizmaya antlaşmada yer verilmesi yönündeki teklifi, İkinci Dünya Savaşı'ndan süper güç olarak çıkan ABD tarafından kabul görmemişti. Keynes'in esasen tasarladığı Bretton Woods ile birlikte kurulan İMF tarafından dış ticaretleri sürekli fazla veren ülkelerin uluslararası rezervlerine, para birimlerini revalüe etmedikleri takdirde vergi konulmasını öngören bir düzenlemeydi.

2009'da Pittsburg'daki G-20 Zirvesinde alınan kararda döviz kurlarının ekonomik dengelerin gerektirdiği biçimde değişmesine imkan verilmesi öngörülüyor. Bu bağlamda açık veren

ülkelerin devalüasyon, fazla verenlerin ise revalüasyon yapmaları gerekiyor. Ancak, bu kararın pratikte gerçekleşebilmesi uluslararası ticaret ve ekonomiye yön verecek bir parasal sistemin kurulmasına bağlı. Küresel ekonomik düzenin varlığını sürdürmesi, ülkelerin ekonomi politikalarının uyumlaştırılmasını gerektiriyor. ABD, geçmişte karşı çıktığı bir düzenlemenin üzerinden 60 yıl geçtikten sonra kendini etkileyeceğini nereden kestirebilirdi? Ne demişler; keser döner sap döner, gün gelir hesap döner.