Korumacılık yaygınlaşırsa "Büyük Resesyon" ismi son krizi tanıma yetmez

YAYINLAMA
GÜNCELLEME

 

A. Levent ALKAN / Araştırmacı-Yazar

Nedir şu korumacılık? Keynes'in ifadesiyle, bir oyuncunun diğerine göre üstünlük sağlamaya çalıştığı tablonun küresel boyut kazanmasıdır. Küresel sistemik kriz, 2005'den beri literatürüne yerleştirdiği, jelatini açılmamış iyimser öngörülerle idare edildi. Bu yönetim anlayışı piyasalara, bir annenin çocuğuna söylediği ninniler gibi geldi. Ekonominin tüm tarafları, korumacılığın azılı pençesine tekrar düşülemez, hüsnüzanıyla avundu. Risk ölçümleri, sistemin bütünündeki olası çöküşleri görmezden geldi. Bunlar, gözü kara finans kuruluşlarıyla, süpermarket bankacılığının parmakla gösterildiği günlerdi. Likidite bolluğu, mevzuat yetersizliği, denetim açıklığı, yüksek kredi marjlarıyla sonuçlandıkça herkesin gözü boyandı. Çok geçmeden aşırı güven ve riski iştahı yerleşip, balon ekonomisini yarattı. Bu tava gelmek için, 2001 dot-com krizinin ardından 2005 yılına kadar dört yıl geçmesi gerekiyordu. Saadet zincirini ancak, faiz artışları kırabildi. 2007 Ağustos'u, dananın kuyruğunun koptuğu dönem olarak yer aldı.

Gele gele, yağmur ekenin fırtına biçtiği korumacılık dönemine geldik. Dünya ekonomisi, 1945 - 1970 döneminde serbest ticaretin sunduğu avantajların meyvesini yedi. Küresel dış ticaret açısından elde edilen bu verimli dönem, küreselleşme ideolojisinin de ilk tohumlarının atıldığı dönem oldu. Einstein'ın şu sözlerini hatırlayalım: 'İki şeyin sonsuz olduğunu biliyorum; evren ve aptallık. Aslında, ilki konusunda çok da emin değilim.' Yaşadığımız bu kriz, NBER'ın tanımıyla, 2007'nin son çeyreğinde zirveyi, 2009'un ikinci çeyreğinde dibi yaşadı.

Korumacılık sarmalına girilmeyeceği öngörülerine inanmak istiyoruz. Bu kriz için tanımlanan büyük resesyon ifadesiyle moral buluyoruz. Büyük Buhran döneminin acı deneyimlerine inat, sürdürülen üstü kapalı (murky) korumacılık; 1973 sonrasında yaygınlaşıyor. Malezya, Tayland, Kuzey Kore, Rusya, Suriye gibi ülkeler, kredi kanallarıyla dış ticaretlerini finanse etmekte zorlandıklarında, gıda karşılığı mal uygulamasını uyguluyorlar. Buna karşın, üstü kapalı korumacılık örnekleri, küreselleşme potası içinde eritilmeye çalışılıyor. 2001 yılından itibaren, Dünya Ticaret Örgütü etrafında Doha raundları düzenleniyor. Görüşmelere taraf ülkeler gelişmişler olarak AB, ABD, Japonya;  gelişenler olarak Çin, Brezilya, Rusya, Meksika, Türkiye, Güney Kore, Güney Afrika gibi ülkelerin katılımıyla yılda iki kez gerçekleştiriliyor. Buraya kadar her şey çok güzel gelişiyor. Ancak uygulamada, ayinesi iştir kişinin, lafa bakılmaz sözünü aratmayacak kadar çelişik sonuçlar ortaya çıkıyor. Üstü kapalı olarak başlayan bu korumacılık girişimleri, gelişmiş ülkelerden de, gelişen ülkelerden de destek görüyor. Öyleyse, hangi taş sağlamsa başını oraya vur, deyişindeki gibi önce AB ve Çin'in uygulamalarına değinmek gerekiyor. Euro Bölgesi genelinde tarımda üretim, yüksek oranda sübvansiyon desteği görüyor. Yıllar içinde AB, tarımsal ürünlerde söz sahibi olan bir küresel oyuncu olarak öne çıkıyor. Verdiği destekleri, gıda fiyatlarına yansıtıyor. DTÖ'nün yaptırımlarına kulak asmayan Çin, yuanı değersiz tutarak ihracatını dünya üzerinde yaygınlaştırıyor. Çelik, beyaz eşya, elektronik gibi ürün segmentlerinde küresel oyuncu oluyor. Ürünlerine olan talep, küresel dış ticaret için katı (inelastik) kimliğine bürünüyor. Küresel dış ticaret açığı veren ülkelerle, fazlası veren ülkeler arasındaki dengesizlik artıyor. Açık veren gelişen ülkeler, yüksek maliyetli kredilerle cezalandırılıyor. Gelişen ülkeler, DTÖ'nün kapsamından çıktıkça, bu cezadan etkilenmiyorlar. Takas anlaşmalarıyla gerçekleştirdikleri dış ticaretle, daha düşük borç stoğu elde ediyorlar.

Her alış-verişte, taraflar için bir dizi kazanç gizlidir. Ancak bu anlaşmalar yasal dayanaktan yoksunsa, katlanılan riskin karşılığında elde edilen; çoğunlukla kayıp olur. Bu kayıplar yaygınlaştıkça yaygınlaşır ve hiç ilgisi olmayan ülkeleri de etkisi altına almaya başlar. Bakın bu tehlikeli gidiş, nerelere kadar uzanır: 

1.Küresel gıda fiyatları yukarılara taşınır.

2.Talebi katı (inelastik) ürünler artar. Zamanla, sistemik öneme sahip ülkeler ortaya çıkar. Korumacılık eğilimlerle, küresel dış ticaret kırılganlaşır.

3.Güvencelerden yoksun kalmış sözleşmelerle gerçekleştirilen ikili ticaretler, yolsuzlukları ayyuka çıkartır.

4.Korumacılık kur savaşlarını, kur savaşları da küresel dış ticaret dengesizliklerini büyütür.

Sistemik krizde, tanımlanabilen en büyük tehlike korumacılıktır. Üstü kapalı, masumane başlayan uygulamalar, karşılıklı misillemelere dönüştüğünde, ortada serbest ticaret diye bir şey kalmaz. Korumacılık, bir anda krizin aşil topuğu olur. O zaman, krizi tanımlamaya 'Büyük Resesyon' da yetmez. Yeni bir isim bulmak, kaçınılmaz olur.