Krizde can suyu; "tüketimi yaratabilmek" ...
Ferda HEKİMCİ / Tüketici Dernekleri Federasyonu (TÜDEF) Kurucu Başkan Yrd.
Savaş dönemi hariç Cumhuriyet tarihindeki en büyük küçülmeyi yaşıyoruz. Bunun baş nedeni iç ve dış talepteki yetersizlik. Dolayısıyla sanayi kapasitemizin yaklaşık üçte birini kullanamıyoruz. Krizin dış kaynaklı olması nedeniyle kısa dönemde dış talebin artmayacağı da ortada. O zaman yapılabilecek en akılcı şey "iç tüketimi (talebi) artırarak, atıl üretim kapasitesini kullanabilmek" olacaktır. Bu durumda milli gelirimizin yaklaşık yüzde 70'inin özel tüketim harcamalarından kaynaklanması Türkiye için büyük bir şans oluşturuyor. Dolayısıyla, iç pazarın harekete geçirebilmesi için; "Geniş kitlelerinin tüketimi (efektif talebi) yaratabilmelerini sağlayıcı önlemler ekonomide bir 'Can Suyu' etkisi yaratabilecektir.
Tüm dünya tüketiciyi destekliyor
Dünya Bankası da kriz ortamlarında; "talebin, yoksul kesimlerin desteklenmesi" gerektiğini ve "önümüzdeki dönem küresel büyümenin kaynağının iç pazarlar" olacağını söylüyor. Nitekim son küresel krizde, ABD, Kanada ve Fransa'da tüketiciler gelir vergisi indirimiyle desteklendi. Birçok ülke ise sosyal güvenlik olanaklarını genişleterek yoksul kesimlere kaynak aktardı. Örneğin Çin yönetimi iç piyasayı canlandırmak amacıyla 586 milyar dolarlık dev bir kriz paketi açıkladı. Türkiye'nin Pekin Büyükelçiliği Ticaret Baş Müşaviri Zülfikar Kılıç, "Bunun istenilen ölçüde gerçekleşmesi durumunda Çin'in krizden hiç etkilenmeyebileceğini" belirtiyor. ABD'nin 787 dolarlık kriz paketinde 75-275 milyar dolar tüketiciye ayrıldı; hatta evlere ikramiye çekleri gönderildi. Almanya'da ise tüketicilere 18 aya kadar sıfır faizle kredi bile verildi…
Türkiye'deki durum
Bizde ise kriz destek paketlerinin tüketici ayağı, bazı KDV, ÖTV indirimleri ile sınırlı kaldı. Adeta her şey; hatta "Pazara Çık" kampanyaları bile "sanki halkın parası varmış da kriz psikolojisiyle harcamıyormuş" varsayımına dayandırıldı. Otomotivdeki mevzi satış artışları da buna kanıt olarak gösterildi. "Bunların çoğunun zaten var olan arabasını değiştirdiği veya ikinci bir arabayı alabilen mutlu azınlık olabileceği" ise hiç değerlendirilmedi (!)...Oysa, milli gelirin yarısını nüfusumuzun beşte biri alıyor. Bankalardaki toplam mevduatın yüzde 90'ını tasarruf sahiplerinin yüzde 3,5'ine ait. Geçen yıl iki milyon haneye kömür yardımı yapıldı. Gayrimenkul Yatırım Ortaklığı Derneği'nin 6 Temmuz 2009'daki;"Türkiye'de konut ihtiyacı olanların sadece yüzde 15'inin satın alma gücüne ve kredi taksitlerini ödeyebilecek maddi yeterliliğe sahip olduğu" açıklaması ise bu durumun diğer bir somut örneğini oluşturuyor. 2009'un ilk çeyreğinde G.Afrika ve İspanya'nın ardından yaklaşık yüzde 16'lık işsizlik oranı ile Letonya ile birlikte dünya üçüncülüğünü paylaşıyoruz.
İşte tüm bu noktalara karşın, nedense nüfusumuzun yadsınamayacak bir bölümünün "ekonomik anlamda tüketici bile olmadığı" ve "krizin gelir dağılımını daha da bozduğu " nedense hiç konuşulmadı. Geniş halk kitlelerinin kriz öncesi "gelecekten tüketmeye yönelik tüketici kredisi ve kredi kartı serüveni" krizle birlikte ödenemeyen borçların dramatik "yeniden yapılandırma" süreciyle sonuçlandı. Konut ve otomobil kredileriyle toplam tüketici kredisi ve kredi kartı borcu Temmuz 2009 itibarıyla 173 milyar lirayı aştı.
Böylece, değil küresel kriz, "ekonomideki en ufak bir dalgalanmayı dahi en derin biçimde yaşamamızın mukadder hale geldiğini" galiba hiç mi hiç anlamayacağız. Krizin merkezi olmasına karşın "Orta direğin baş tacı edildiği" ABD 2009'un ilk çeyreğinde krizin faturasını sadece yüzde 2,5 küçülmeyle öderken; bizdeki bu dengesizliğin, tüketimin yüzde 10, ticaretin yüzde 25 ve ekonominin yüzde 13,8 küçülmesinde baş etkenlerden olduğunu dahi göremiyoruz?...
Çözüm bazen "olmayana vermektir"
Oysa ekonomide çözüm bazen "olmayana vererek, geniş anlamda tüketimi (talebi) yaratmaktan" geçer. Zira, sonuçta zaten doğal olarak bir, iki arabası olana üçüncü arabayı; üç TV'si olana dördüncüsünü satamazsınız. Kriz dönemlerinde ise bu büsbütün hayaldir. Bu noktada, "olağan üstü" dönemler olan krizleri aşabilmek de "olağanın üstündeki" önlemleri gerektireceği önemle değerlendirilmelidir. Nitekim, dünyanın en zengin işadamlarından Warren Buffett, ABD'de devletin ekonomiyi canlandırmak için piyasaya sürdüğü paranın bütçe açıklarını artıracak olmasının önemli olmadığını belirterek; "Bataklığa saplanmış adama ip atıp arabayla çekerken, adamın omuzu yerinden çıkabilir. Ama ekonomik bataklıktan çıkmak için bu yapılanlar doğrudur" derken aynı gerçeği vurguluyor. Bu bağlamda, özellikle kısa dönemde daralan pazarı açmak için "Devlet Baba"nın "gerçek ihtiyaç sahibi emeklinin, memurun, işçi ve köylü yurttaşın cebine daha fazla para koyması ve işsizleri desteklemesi" de bu önlemlerin başında gelmelidir.
Krizin verdiği yaşamsal ders
Sonuçta ekonominin iki temel hedefi vardır. Bunlardan birincisi "istikrarlı bir büyüme", diğeri ise "adil bir gelir dağılımı" dır. Son küresel kriz, Türkiye açısından adil bir gelir dağılımının ne kadar önemli olduğunu bir kez daha ortaya koymuştur. Bu noktada uzun dönemde ise, "geniş kitleleri ekonomik anlamda tüketebilecek hale getirmeden" gerçekleştirilecek olan üretim, verimlilik artışlarının sonuçta yeni durgunlukları besleyeceği hiç unutulmamalıdır.
Kriz ülkemiz için; "güçlü ve istikrarlı bir iç pazarın önemini" ve "geniş halk kitlelerinin ekonomik anlamda tüketebilecek hale getirecek" adil bir gelir dağılımı öngören köklü önlemlerin alınması gerçeğini ortaya koyması açısından "yaşamsal bir ekonomi dersi" olmalıdır.