Krizi akılcı tedbirle lehimize çevirebiliriz
Yrd. Doç. Dr. Zübeyir TURAN / Niğde Üniversitesi İİBF Öğr. Üyesi
Küresel krizin giderek globalleşmesi sonucu iktisatçılar, bilim adamları ve CEO’lar kendilerine göre farklı görüş ve yorumlar ortaya koymaktadırlar. Bu görüşlere baktığımızda öncelikle dikkate alınması gereken noktaları ele almamız gerekir.
Bazen akıllara küresel krizi kökeninde kapitalist ekonomik sistemin çöküşü mü, yoksa sistem miadını mı dolduruyor mu acaba? Yeni bir sistem arayışına gitmek mi gerekiyor? Nasıl bir dünya düzeni gerekiyor? Bu tür sorular zaman zaman kafaları karıştırmaktadır.
Kapitalist iktisadi sistemin temel özelliği, üretim esnasında ve gelir esnasında yatırımların hep özgür ve özerk olmasından yana, yani devletin müdahale etmediği iktisadi yapıyı arzu etmişlerdir. Çünkü ekonomide “bırakınız yapsınlar, bırakınız geçsinler” ilkesinden hareket etmektedirler.
Devletin müdahalesini hep reddetmişlerdir. Müdahalenin olmadığı bir ülkede, ekonomik yapılanmada devletin rolünün olmamasının, ABD ekonomisindeki yaşanan krizin ülke içindeki finans kesimi ve yöneticilerinin düşündürdüğünü, devletin elinin ve müdahalesinin olmadığı bir üretimde iktisadi sistemin sonunun nasıl olacağına, artık bunun kapitalistler ve kapitalizm tarafından kabul edilmesi gerektiğine inanmak lazım, aksi takdirde kapitalizmin sonu ve çöküşü giderek daha çok çıkmaza girecek kanaatindeyim. Devletin ekonomide etkin olmadığı, otokontrolün ve denetiminin olmadığı her iktisadi, sosyal ve siyasi alanlarda her türlü bunalımlar ve istikrarsızlıklar ister istemez ortaya çıkar.
Bizler Türkiye ekonomisindeki bu küresel krizi en az hasarla atlatmak için yeni kaynaklar bulmak zorundayız. Krizi fırsat bilenlere göz açtırmamak, dikkat etmek gerek, gereken tedbirleri uygulamaya koymak zorundayız.
Esas itibariyle küresel krizin başlangıç noktası ve boyutuna bakacak olursak:
ABD’nin 2007 yılındaki mortgage kredilerinin bankalara geri dönmemesi sonucu riske giren kredilerin bankaların batmasına sebep olmuştur.
ABD ile Irak’taki savaşın maliyeti dolayısıyla ABD ekonomisini iç borç batağına sürüklemiştir. Giderek iç ve dış borçlar büyüyerek ödemeler dengesini altüst etmiştir. ABD ekonomisini izleyen ve inceleyen sermaye kuruluşları, özellikle yabancı sermayedarlar ABD ekonomisinin krize yakın olduğunu gördüler. Ekonomideki güvensizliğin ve istikrarsızlığın artış kaydetmesi sonucu yatırımcılar ve yabancı sermaye kuruluşları fazla riske girmemek için ABD’deki yatırım ve sermayelerini geri çekmeye başladılar.
Böyle bir (çıkmazın) ve iç ticaretteki mali açığın 2 yıl öncesinde yaklaşık 385 milyar dolara ulaştığı bilinmektedir.
En önemlisi ise; ABD ulusal para birimi, dünya ekonomisinde uluslar arası piyasalarda yaklaşık bir asırdır egemenliğini sürdüren dolar uluslararası piyasalarda tek bir para birimi iken, Avrupa Birliği’nin ortak para birimi olan Euro’nun son yıllarda giderek doların karşısında değerinin artması sonucu gelişme kaydetmiştir. Dolayısıyla Euro’ya karşı bir talep artışı olmuştur. ABD Doları‘na karşı her geçen gün giderek talepte düşmeler meydana geliyordu ve ABD Doları uluslararası piyasada yerini (tahtını) ister istemez Euro’ya bırakmak zorunda kalmıştır. Dolar arzı artık stoklarda bile giderek artış kaydetmekte ve dolar değerini ekonomik, siyasal ve sosyal açıdan dünya ülkeleri nezdinde prestijini yitirmiştir.
ABD’deki ekonomi ve para kurmaylarını çok düşündürmeye itmiştir: ABD ne yapabilir, nasıl bir önlem alabilir, dünya ekonomisini ve dünya mali piyasasını ne yaparsak dolarımıza karşı bir talep oluşturabiliriz ve piyasalardaki doların değerini nasıl arttırabiliriz? Dünyayı bir global küresel krize sokarsak veyahut dünya ülkelerine şantaj yaparsak, küresel kriz bize -ABD ekonomisine-
rant olarak, bu krizden nasıl nemalanabiliriz kanaati oluşmuş olamaz mı? Bana göre; ABD son yüzyılın bir komplo teorisinin senaryosunu yazdı ve oynamaya başladı diye düşünüyorum. O zaman bizde ülke olarak dünyadaki ve özellikle ABD’deki küresel krizlerle ilgili gelişmelerin takipçisi olmalıyız.
Ülkemiz açısından alınacak önlemler neler olmalıdır, bu önlemleri acilen yürürlüğe koymamız gerektiği inancını taşımalıyız.
Türkiye, 2009 yılında giderek krizin faturasının kabaracağını görecek ve krizin olumsuz etkilerini yoğun olarak hissedecek gibi. Ülkemiz ekonomisi küçülmeye ve durgunlaşmaya doğru hızla ilerliyor, ciddi manada önlem alınmazsa eğer, bunalımları da beraberinde getirecektir. Önümüzdeki bu küresel mali krize ve ciddi tehlikelere karşı hükümet acil ekonomik tedbirler almalıdır.
İstikrar paketinin en önemli ayağı olan para ve maliye politikalarının gevşetilmesi, kamu harcamalarında ivedilik ve acil hedeflere yönelik olması ve arttırılması gerekir. Reel sektörün, vergi indirimiyle ve hatta faiz oranlarının düşürülerek bazı diğer desteklerle önlem alması gerekir. Ayrıca dış kredi taleplerinde ve kredilendirmede, günün ekonomik koşullarına göre özellikle (IMF) ile anlaşmaya gidilmelidir.
Ancak en önemlisi; istikrar tedbirleri açıklandığında ve yürürlüğe geçtikten sonra, anti reel işletmelere, aç kurtlara ve ülkedeki bazı fırsatçılara dikkat edilmeli. Krizden nemalanmalara dikkat
etmeli ve her türlü etkili tedbir ve önlem alınmalıdır. Bunun yolu da ciddi, etkili, kararlı bir oto kontrol ve denetimden geçer.
Toplum olarak, hükümet ve tüm siyasi örgütler, sivil toplum kuruluşları ve öncelikle basın organları bu krizi hafife almamalı. Ancak bunun yanında halkı panik ve güvensizlik rüzgarına sürükleyecek
söylemlerden kaçınılmalıdır.
Özellikle ülkemizde mali finans kurumları ve tüm bankalar, ülkemizde kaynaklarından ve halkımızın sırtından kâr marjlarını hep artırarak 2008 yılına kadar geldiler. Türkiye ekonomisinde
2007 yılı içinde sadece bankaların karları yaklaşık 11 milyar dolar olmuştur. Bu kurum ve kuruluşlar -artık zamanı gelmiştir- lütfen ellerini taşların altına koysunlar. Bugün, Türkiye ekonomisinin ve Türk halkının, öncelikle büyük reel işletmeler ve bankaların desteği ve katkısıyla ayağa kalkması ve krizin üstesinden gelmesi gerek.
Bu arada gerek kamu, gerek özel sektör olsun ve millet olarak, israftan kaçınmamız, çok önemli tasarruflar yapmamız gerek. Özellikle aşırı harcamalarımızdan olan giyinme, eğlence ve seyahatlerimizi kısmamız gibi.
Dünya Bankası‘nın ve OECD’nin söylemleri; 2009 yılında, bu küresel krizin etkisinden dolayı dünya ekonomisindeki büyümenin yüzde 1’e düşeceğini ve dünya ticaretinin ise yüzde 2.5 küçüleceğini gösteriyor.
Dünya ekonomisi açısından G-20’lerinin ortak kararları çok önemli. Alınacak küresel ekonomi ile ilgili tedbirlerle birlikte, küresel bir boyutta ekonomiyi canlandırmak ve krize karşı istikrar paketi ortaya koymak gerekir. Özellikle G-20 ülkelerinin başını çeken ABD, Çin, Almanya ve Japonya gibi ülkeler zaten adım atmış durumdalar.
İşte, G-20’lerin küresel krize küresel boyutta çözüm aramak amacıyla düzenlenen uluslararası toplantıda, ortak çözüm arayışının önemli olduğunun altı çizilirse ve bir ilke olarak da benimsenirse bunun önemli bir başlangıç olacağı ve hatta dünya ekonomisi açısından piyasalara güven ve moral dopingi olacağı da kaçınılmaz olacaktır.
Sektörlerin beklentileri:
Bu kriz döneminde sorumluluğu olan herkes: başta kamu ve özel sektör yöneticileri üzerine düşen görevlerini hakkı ile yapmalıdır.
Özellikle kamu iktisadi teşebbüslerinde; kamu iktisadi kuruluşlarındaki sözleşmeli yöneticilerin, özel teşebbüsteki üst düzey yöneticilerin astronomik maaşlarının -hiç olmazsa kriz döneminde- makul bir düzeye çekilmesi yoluna gidilmelidir.
Zaten ülkede çalışanlar arasında; özellikle kamuda, aşırı dengesiz bir gelir dağılımı bulunmaktadır. Kusura bakmasınlar, onlar da bu kriz ortamında fedakarlık yapsınlar. Keza, siyasi olarak TBMM’deki milletvekilleri bu konuda öncelik yapıp, gerçek ülke sevgisini ve milliliklerini ispat etmelerinin zamanıdır. En azından sayın vekillerimiz kriz sürecinde maaşlarından makul düzeyde fedakarlık yapsınlar.
Bir ülkede üretim arzı ne kadar önemli ise tüketim ve tüketime yönelik canlılık bir o kadar önemlidir.
Mutlaka piyasayı canlı tutmak hareketli kılmak için, halkın sırtındaki ağır vergi yüklerini (ÖTV, KDV vs. gibi) hafifletmek gerekir. Tabii bu arada işletmelerin, özellikle reel işletmelerin likit sorunu ve kredi sorunu devlet ve bankalar olarak esnek davranmak ve destek verme zorunluluğu ortaya çıkmaktadır.
Bazı büyük sektörlerin, özellikle otomotiv gibi, tekstil, gıda sektöründeki çalışanların hemen işine son verilmemesi, bu çalışanlar için dalgalanma sürecinde bir master planı oluşturulması gerekir.
Devletin; AR-GE ve diğer teşvik mekanizmalarının devreye sokulması ve kriz döneminde bile yeni yatırımlar ve yeni istihdam olanaklarının önünün açılması için yeni ortamlar hazırlatması gerekmektedir.
Bankaların tüketici kredilerinin yeniden canlandırılması için hükümet ve bankalar birlikte hareket etmeli, yeni gereken düzenlemeler yapılmalı ve destekle ilgili mekanizmalar çalıştırılmalıdır. Zaten bu tür gelişmeler tedbirler sektörlerin beklentisidir.
Çok acil tasarruf tedbirlerini kamuda ve özel sektörde uygulamaya koymak gerek. Mesela abartılmış temizlik hizmetleri, yemek ücretleri, koruma (güvenlik) ücretleri gibi kalemleri aynı düşüncede gözden geçirmek gerekir.
Özellikle bu zor dönemde yani küresel krizde -gerek devlet gerek özel sektör olsun- çalışanları işsiz bırakmamak için yeni önlemler alınmalıdır. Eğer ülkemizde işsizlik giderek artarsa, bunalımlar hatta vahim bazı olayların önünü alamaz duruma gelebiliriz. Unutmayalım ki istesek de istemesek de açlık ve işsizlik insanlara her türlü istenmeyen kötülükleri yaptırır. Devletin bu noktaya çok dikkat etmesi ve önlem alması gerekmektedir.
Yukarıda değindiğimiz gibi:
Devlet acilen bazı vergi oranlarında indirim yapmalı,
Özel sektör işçi çıkarma yerine tasarruf tedbirlerini almalı,
Bankalar kredileri kısmamalı, kısarsa kendilerinin de zarara gireceklerini unutmamalıdır.
Sonuç olarak; Türkiye ekonomisi ve Türk halkına, Türk siyasi iktidarına çok büyük ciddi sorumluluklar düşmektedir. Ancak siyasi iktidarın; dar gelirli, sabit gelirli ve emekli kişilerin bu küresel
krizde çok zorda kalacaklarını unutmamalıdır. Bunların geçim standartlarını ve gelirlerini destekleyici acil tedbirler almalı. Özellikle enerji, doğalgaz ve vergi oranlarındaki ÖTV,
KDV gibi vergileri aşağı çekmelidir. Eğer yukarıdaki tedbirleri yürürlüğe koyarsak, ciddi manada reel iktisadi ve mali politikalarla ve alınacak önlemleri denetlemek kaydıyla küresel mali krizi minimize eder, hatta ülkemiz ekonomisi lehine çevirebileceğimize inanmaktayım.