Küresel ekonomik dengeler testten geçer
A. Levent ALKAN / Araştırmacı-Yazar
AB'nin dağılması Çin'e yarar
Avrupa krizin uzun süreceğini öğrendiğinde, baştan beri bildiği gerçekleri yadsır. Bu durum Euro'yu çatırdatır, birliği sallar. Birlik dağılırsa şüphesiz en karlı çıkacak ülke, kendine yeni ihracat pazarları açan Çin olur. 1980 sonrasında küresel dış ticarette pazar payı hızla gerileyen; ABD, Japonya ve Çin dışı Asya ülkelerine rağmen pazarını koruyan Avrupa, geriye düşer.
2009'un ilk çeyreği küresel ekonominin en kötüyü yaşadığı günlerdi. 2010 ise, ABD'den gelen işsizlik dışındaki tüm verilerce doğrulanan bir baz etkisinin baharını yaşıyordu. Kasıtlı yanlış bilgilendirme, hile bireysel ve kurumsal yatırımcının geçmişi kadar eskiye uzanabilen bir gerçeği ifade ediyor. 1720 güney denizi balonu, 1929 büyük buhran, 2000 Enron olayı tekrar eden krizlerle her türlü yatırımcıya uzanan yanlış bilgilendirme köprüsünü inşa etmişti. Sistemdeki yolsuzluklar bazen biliniyor ve fayda maliyet analizi yapılıp bu şekilde götürülebileceği varsayılıyor. Bazen gerçekten bilinmiyor. Bazen de bu bir rakibi saf dışı bırakma hamlesinin parçası olabiliyor. Karma ekonomik sisteme girişte iktisat teorisyenleri; bir kötüyle bir başka kötü toplayarak eşitlik sonucu nasıl daha iyi olabilir? Sorusuyla tarihe girmişti. Kalp Kapitalizm (KK), ambalajlanıp paketlenerek vitrine "Küreselleşme" olarak çıkar. Tıpkı mevzuat ve denetim eksikliğiyle tüm dünyaya yayılmış türev ürünler gibidir. Sahte Sosyalizm (SS) ise, ekonomiden başlayıp toplumsal tepkilere, yönetsel değişikliklere kadar uzanan "Sistemik" etki demektir. Mesela Yunanistan, Euro bölgesine kabul ettiremediği %12.7 bütçe açığı için kendi halkına dönmüştü. Halk, kemer sıkma önlemlerine tepki gösterince de iç kargaşa başlamıştı. Bu durumda bakın nasıl bir denklem ortaya çıkıyor: .
KK + SS = Kriz
Küresel + Sistemik = Kriz
Basit bir sabunun insanı nasıl yerle bir ettiğini hatırlayın. Kapitalist sistemin oynaklığı, iş hayatının dört farklı köşesini ortaya koyar. İlk köşe, sabun serili bir zeminde kendini öve-öve, kibirle yürüyenlerin durumudur. Sabun zeminin üzerinde yürümekle, hünerli iş yaptıklarını sananların küçük bir dalgınlığı, sabun için onu yere sermeğe yetecek hata olacaktır. İkinci köşe, farkında olmadan sabuna basıp hemencecik düşenlerindir. Üçüncü köşeyi ise, ayağının altına başkalarınca kasıtlı sabun yerleştirilenler oluşturur. Dördüncü köşe sağlamcılarındır. Bunlar, kuru beton zeminden başkasına basmazlar.
Avrupa, bir çırpıda bozulabilecek bir sabun zemin üzerinde yürüyordur aslında. Bu güzel havayı bozan yapısal düzenleme gereksinimleri, gündemi acımasızca bozar. Krizin uzun süreceğine ilişkin ana modelimizi destekler bir gelişim, piyasalarda ilki kadar sert olmayan bir düzeltimi de beraberinde getireceğine işaret ediyordur. Avrupa aldatıldığını baştan beri bildiği Yunanistan'ın makroekonomik verilerini, artık taşıyamayacağını anlar anlamasına da; ya İspanya ve İtalya? Bu ölçüde büyük ekonomilerden gelebilecek sorunları üstlenebilmek konusunda kara-kara düşünmeye başlar. Avrupa'daki güneyli ülkelerin nasıl bir sabun sergi yeri olduklarını bugüne kadar bilmeyen kurumsal ve bireysel kişiliklere bir de mesaj verir: "Aman üzerine basmayın, kaygan zemin".
Krizde devlet destekli kuruluşlarca bile kabul gören FICO oranları, kredilerin kalitesini yıllarca yanlış ölçmemiş miydi? Gayrimenkullerin fiyatlarının düşme riski, sadece %6 olarak değerlendirilmiş ve ardından ülke boyutunda Yunanistan olayı yaşanmamış mıydı? Kreditör karşısındaki borçluyu kredi vermeden önce didik-didik etmeli, her şeyini bilmelidir. Ancak borçlunun riskini halka arzlarla fonlara ve bireysel yatırımcılara transfer eden sistemle (CDS mekanizması); oluşturulan çıkar gruplarına hizmet eder olunmuştur. Bu durumda tek zarar gören taraf yatırımcı olmuştur.
Bakın hiyerarşik bilgi akışı nasıl da sistemi yolsuzluğa açık duruma getiriyor. Menkul kıymetlere yatırım yapanları en çok bilgilendiren derecelendirme kuruluşları, ne borçludan, ne brokerlerden, ne de düzenleyicilerden düzgünce bilgi alamıyor. Ancak, kararlar üzerinde kilit özellik taşıyan hükümler veriyor. Oysaki borçlunun gerçek resmini bilenler sadece, ya brokerlerdir ya da daha sınırlı da olsa düzenleyicilerdir.
Bir yönetim düşünün; ortak aklın erdemliğine, ekibin üstünlüğüne inandığını her fırsatta dile getirerek kamuoyuyla paylaşsın. Öte yandan da, yönetiminde olabildiğine güçlü bir hiyerarşik yapıyı benimsesin. Yönetim, hiyerarşik yapıdaki ekiplerin temsiline güvenmek zorunda bırakılmıştır. Tarihte yüzlerce örnekleri bulunan entrikalar gibi, yönetime bilgi taşıyanlar, pohpohlayıcılardan türemiştir yönetimin etrafını. Hiyerarşi üzerinde yükselen bir ülkenin, bir şirketin ya da bir topluluğun hiç olmadık zamanda felaketin kapısını çalması mümkündür. Yönetim, sabun sergi zemin üzerinde yürüyordur da, kendini yumuşak halıya basıyorum sanmaktadır. Peki, böylesi yolsuzluğa, aldatılmaya çok müsait yönetim şekli neden benimsenir? Yanıt basittir: Çünkü, bu tarzda yönetmek kolaydır. İdeal olan ve bu tür suistimalleri önleyen yatay bir yönetim anlayışıdır. Şimdilerde büyük ve çokuluslu şirketler bunu benimsiyorlar. Ancak, yatay yönetim anlayışının hiyerarşik yönetimde olmayan türlü zorlukları vardır. Yönetimin üzerine tüm tozlarını silken çalışanlar ortaya çıkabilecektir. Bunlar gerçekten yönetimleri yoracak çelişkilerdir. Ancak, yatay yönetim; fert olarak çalışanların işyerine yönelik duygusal güvenini artırır. Süreçlerdeki aksaklıklar daha özgüvenle tartışılır, daha öz-eleştirel bir hareketle verim artırılır. En önemlisi de yönetime herkes kadar eşit uzaklıktaki pohpohlayıcılar, yanıltıcı yönde bir risk unsuru değillerdir.
Henüz yılın ilk çeyreğini tamamlarken ulaşılmış sonuçlar, 2010'un kendisinden bekleneni veremeyeceğine işaret ediyor. Malkiel (1973) "RandomWalk Down Wall Street" kitabıyla 1980,1997 ve 2000 krizlerini başarıyla açıklayabilmiş "rastgele yürümek" hipotezini finans yazınına armağan etmişti (Levent Alkan; Küresel sistemik krizin anatomisi; sayfa 258). Rastgele yürümek, 2010'a girerkenki öngörülerden uzaklaşan gerçekleşmelerle, Malkiel'ı bir kez daha haklı çıkarmıştı. 2009'u hatırlayın; bu yıl da çok kötü geçecekti. Oysa kriz yönetiminde çok iyi sonuçlar elde edildi. Öyleyse, ekonominin kendi doğasındaki seyrini; salınımların tekrarı (teknik analiz) ya da temel veriler desteğinde öngörebilmek olanaksızdır. Konjonktür, ne salınımları tekrarlayan türden doğrusal, ne de temel analize şeffaf veri sunacak kadar sağlıklı bilgilendirmeye dayanıyor. Boşu boşuna küresel sistemik kriz (KSK), ekonomileri ve piyasaları güven olgusundan vurmamıştı. Tahminlerle yön bulunabilecek zamanlardan çok uzaklardayız. Her yıl yeni bir güvensizlik olgusunu daha aralarken, kriz bir gerçeğin daha altını çizyordu; "ölçülemeyen yönetilemez"