Küresel kriz (gerçekten) neden çıktı, Türk bankaları neden (henüz) etkilenmedi?

YAYINLAMA
GÜNCELLEME

Fazıl A. Bener / PwC Türkiye Danışmanlık Hizmetleri Direktörü

Fazil.Bener@tr.pwc.com

Türkiye'de krizi bayramdan bu yana şiddetli bir şekilde yaşıyoruz. Bu da Lehman Brothers'ın batışı ile başlayan dünyadaki fırtınanın ülkemizi de etkilemesi ile oldu. O günden itibaren Türk bankalarının bu krizden çok etkilenmeyeceği ve özellikle 2001 sonrası yeniden yapılanma ile bankaların bu krize karşı hazır olduğu birçok ağızdan söylendi.

Bu kriz neden, nereden, nasıl çıktı, bir hatırlayalım. Sonra, bu söylenenler ne kadar geçerli anlamaya çalışalım.

Krizin başlangıcı "yeni ekonomi"nin ortaya çıktığı yıllara dayanıyor

Kriz Amerika'da konut sektöründe başladı. Ama aslında başlangıcı seneler öncesine dayanıyor. Hatırlayacaksınız, "yeni ekonomi" diye bir kavram çıkmıştı. İletişim, bilgi ve kontrol sistemleri teknolojisinde yaşanan gelişmeler sonucu hızlı data (veri) transferi ve işlenmesi mümkün olmaya başladıktan sonra hemen hemen bütün üretim ve servis sektörlerinde verimlilik artışları oldu. Bunun en basit örneği cep telefonlarıdır. Cep telefonu sayesinde her yerde, her zaman iletişim kurabilir olduk ve bu sayede daha kısa zamanda daha çok iş yapabilir olduk, zamanı daha verimli kullanmaya başladık. Buna "yeni ekonomi" adı verildi. Bu verimlilik artışı sayesinde maliyetler düştü, gelirler arttı. Artan karlar tasarrufa ve yatırıma dönüştü ve büyüme tetiklendi. Bu esnada bir şey daha oldu. Çin, Hindistan, Rusya, Brezilya, Türkiye, Endonezya gibi büyük insan ve doğal kaynaklara sahip ülkeler dünya ekonomisine entegre olmaya başladılar. Özellikle Çin, neredeyse sonsuz insan kaynağı ve bu insanların çalışma ve üretme kültürü ile dünyanın üretim üssü haline geldi ve ucuz ürünleri ile dünyada, şirket veya birey; her kesim için maliyetleri aşağı indirmeye başladı. İşte tüm bu gelişmeler sonucunda kazançlar ve sonucunda parasal kaynaklar da çok önemli artışlar yaşandı.

Bu parasal kaynaklar gidecek adres aramaya başladı. Bilinen adresler vardı. Amerika gibi bütçe açığı olan ve borçlanan ama riski az görülen ülkeler vardı. Amerikan devlet tahvilleri alındı. Ama bunların getirisi yeterli değildi. Borsada hisse yatırımları yapıldı. Bu da parasal kaynakları eritmedi. Ayrıca daha çok kazanmak gerekiyordu. Daha çok kazanç sağlayan, Türkiye gibi gelişmekte olan ülkelerin devlet tahvilleri alındı. Borsalarında yatırım yapıldı. Bu da kaynakları eritmeye yetmedi. Zaten, derecelendirme notlarından görüldüğü gibi, bu ülkelerin riski de yüksek idi, çok fazla yatırım yapılamazdı. Amerikan ekonomisinin her daim canlı tutulması ve kaynak bolluğunda, Amerikan devletinin borçlarının çok artmaması için Federal Reserve faizleri hep kontrol etti, düşük tuttu. İşte bu noktada bombanın hazırlanması için tüm elementler bir araya geldi.

Amerika'daki düşük faiz, Amerika'nın düşük gelirli kesimi için dahi borçlanmayı cazip hale getirdi. Artık bir ev alabileceklerdi. Bu arada düşük faizli bir kredi kartı da alıp, bununla evlerindeki eşyaları da yenileyeceklerdi. Hatta, yoksa bir araba alacak, varsa yenileyebileceklerdi. Paralarını yatırmak için yeni adres arayanlarla, ihtiyaçlarını karşılamak isteyen bu büyük kitleleri yatırım bankacıları buluşturdu.

Krediler gün geçtikçe büyüdü

Kaynağı bulan bu büyük kitleler mal almaya başlayıp talebi artırdıklarında mal fiyatları çok artmadı. Çünkü Çin gibi ülkeler ucuza ve daha ucuza yapabiliyorlardı. Ama bu kitleler ev almaya başlayınca, Çin bunların talebine çare olamadı. Ev fiyatları artmaya başladı. Arttı, arttı, arttı. Ev fiyatları arttıkça, kredi verenler çok mutlu oldu. Çünkü aldıkları teminatların değeri artıyordu. Teminatın değeri artınca daha çok kredi verebilirlerdi. Hatta geliri yeterli olmayanlara da verebilirlerdi. Çünkü bunlar geri ödeme zorluğu çekse bile, teminatların değeri arttığı için, teminat nakde çevrilip ödeme sağlanabilirdi. Faizler de düşüktü zaten, kredi kullananlar da daha çok kullanmak isteyecekti. Ve böyle oldu. Krediler büyüdü, ev değerleri arttı, krediler daha da büyüdü, ev değerleri daha da arttı.

Bir gün birisi dedi ki, "Bu ev fiyatları çok arttı; ben satayım, paramı alayım ve kendimi emekli edeyim". Sonra bir diğeri daha aynı şeyi söyledi. Derken bir diğeri daha. Veee, ev fiyatlarının artışı yavaşladı ve hatta bazı zamanlarda düşüşe geçti. Bazı ev sahiplerinin evinin değeri öyle düştü ki, bu ev sahiplerinin evinin değeri borçlarının altına indi. Bunlardan bazıları da, bankalarına "ev zaten teminat, alın evi kapatın bu borcu" dediler. Tabii borç tamamen kapanmıyordu. Bombanın fitili ateşlenmişti.

FED bunları 2000'li yılların başında görmeye başlamıştı ve kriz çıkmasın diye faizi biraz daha düşürüyordu ki, ev sahiplerinin borç yükü azalsın ve borçlarını ödemeye devam edebilsinler. Bu bir süre çare oldu. Piyasa dengede kaldı. Ama 2006 yılının başı geldiğinde ev fiyatları başını tam olarak aşağı çevirdi ve inişi o yıl boyunca durmadı. FED'in faiz indirimleri de artık çare değildi. Daha ne kadar faiz inebilirdi? 2007 yılı başında ilk olarak HSBC konut kredilerinde sorunlar olduğunu açıkladı. İşte o zaman yavaş yavaş resim ortaya çıkmaya başladı. 2007 Temmuz ayında tam olarak görünüyordu ama 2008 ortasına kadar birçok tedbirlerle krize dönüşmesine engel olunmaya çalışıldı. Ta ki, Lehman Brothers kurtarılmayana kadar. Ve bomba patladı.

Türk bankaları krize nasıl sağlam girdi?

Şimdi Türk bankalarını düşünelim. Türkiye'de bankacılık sektörü neden krize sağlam girdi? Elbette 2001 sonrası yeniden yapılanmanın etkisi var. Ancak, Türkiye'de son 7-8 yıla bakılırsa, bombanın bizde de hazırlanmaya çalışıldığını ama, Amerika'da FED'in yaptığının aksini yaparak, buna Merkez Bankası'nın engel olduğu görülebilir. Bu, Süreyya Serdengeçti ile başlayan ve sonra Durmuş Yılmaz ile devam eden bir Merkez Bankası başarısıdır.

2001 sonrasında yapılan reformlar ve hükümetin başarı ile uyguladığı mali disiplin sonucunda kamu bütçe açığı önemli ölçüde kontrol altına alındı ve bununla da kamu borçlanma ihtiyacı azaldı. Bu sayede devletin borçlanma piyasalarındaki etkinliği (crowding out efekti) azaldı ve bununla birlikte, temel sebebinin yok olması sonucunda, enflasyon ve buna paralel enflasyon düşüşe geçti. İşte bu noktada, artık TC Hazinesi'ne yüksek getirili-az riskli borç veremeyen Türk bankaları da aynen yabancı kardeşleri gibi parasal kaynakları için adres aramaya başladılar. Bu adres Türkiye'de de Amerika'da olduğu gibi normal vatandaş oldu. Konut kredileri, kredi kartları ve bireysel ihtiyaç kredileri önemli büyüme gösterdiler. Ama bankaların, yeni şubeler açarak, reklam vererek, kampanyalar düzenleyerek bütün pompalamalarına rağmen yine de dünyada birçok ülkede gerçekleşen büyümeye paralel bir büyüme olmadı, olamadı. Bunun en önemli sebebi, borç almanın çok cazip hale gelememesidir. Bu da hep faizlerin yüksek kalmış olmasından kaynaklanmaktadır. En düşük seviyesinde bile konut kredileri faizi aylık yüzde 1 veya yıllık bazda yüzde 12'nin altına inmedi. Merkez Bankası faizleri yüksek tuttuğu için çok eleştirildi. Yüksek faizin büyümeye çok önemli bir engel olduğu vurgulandı. Bu doğruydu. Ama Merkez Bankası enflasyonu kontrol ederken büyümeyi de kontrol etti. Büyüme hırsını dizginledi ve bu gün bankaların kredilerinin mevduat tabanından daha fazla büyümesini engelledi. TCMB eğer faizleri düşürseydi, artan kredi talebine karşı bankalar tüm kaynaklarını seferber edeceklerdi. Mevduat kaynaklarının ötesine geçerek, yurtiçinden ve dışından daha büyük borçlanmalar yapmanın yolunu bulacaklardı. BDDK belki bu riskleri görecekti ve engeller çıkaracaktı, ama bankaların ne kadar yaratıcı olabildiğini geçmiş tecrübelerde hep gördük. Bu da bizi bugün İzlanda'nın durumuna düşürebilirdi. İzlanda kişi başı milli geliri 66.000 dolar civarında olan bir ülkedir ve bu hali ile çok zengin bir ülke denilebilir. Buna rağmen İzlandalılar, geri ödeyebileceklerini hesaplayarak, kişi başına bunun 10 katı kadar borçlandılar. Onlara bu güveni düşük faiz ve bol kaynak ortamı hissettirdi. Bu da onların sonunu hazırladı.

Ancak, son söz olarak şunu da belirtmek lazım. Bu yazının sonucunda Türk bankaları küresel krizden hiç etkilenmeyecek gibi anlam çıkarılması amaçlanmıyor. BDDK Başkanı'nın deyimiyle, Türk bankaları sadece depremin merkezinde olmadılar, ama artçılardan etkilenebilirler.